En başta söyleyeyim, burada yapmaya çalıştığım şey, üzerinde durulmamış bir mesele etrafında fikir yürütme çabasıdır; tabiî olarak tartışmaya açıktır.

Bilindiği gibi Üstad Necip Fazıl’ın eserlerinde gayet kuvvetli şekilde Türk vurgusu vardır. Okuyan herkesin ilk gözüne çarpan hususiyetlerden biridir bu. Özellikle baş eser İdeolocya Örgüsü’nde son derece bariz olarak görünen Türk vurgusunda Üstad’ın neyi murad ettiği çokları tarafından yanlış veya eksik anlaşılmış durumdadır. Üstad gibi birinin muradını anlamanın zorluğundan dolayı mazur olanlar, “Üstad Türk derken Türk demek istemedi” diye ıkınıp sıkınırken, idrak seviyesi açısından hiçlik noktasında olanlar, Üstad’ı tamamen kavim sevgisi ekseninde görmüş ve ırkçı olduğu iddiasını ileri sürmüşlerdir. Mazur gördüğümüz kesimi tamamen haksız saymadığımızı belirtirken, diğer kesimi katiyetle reddediyoruz. Evet, Üstad’ın eserlerinde Türk vurgusu vardır ve kendi kanaatimce bu vurgu, tevile ihtiyaç duymayacak netlikte Türk isimli kavmi işaret etmektedir.

Türkiye’de İslam davasının mimarı, İslama muhatap anlayışı yenileyen, yeniden bir devlet ve toplum projesi çizip bunun aksiyonuna soyunan adamı, yani Üstad Necip Fazıl’ı fikriyle tanımadan onun Türk vurgusundaki muradı hakkında da konuşulamaz. İslamî bir dünya görüşü inşa ederek, bunun tahakkuku için mücadele eden Üstad’ın, yıkılan halifeliği geri getirmek ve İslamî bir rejim kurmak arzusunda olduğu gün gibi aşikârdır. Böyle bir maksadın yanında basit ırkçılık davası güttüğünü zannetmek çok yersiz kalır. İkisinin bir arada olmasının imkânsızlığını anlatmaya gerek yok. Üstad farzı muhal ırkçı olsaydı halifelik ve İslamî rejim iddiasında bulunamazdı. Nitekim bizim ırkçılarımız da tabiî olarak İslam’dan uzaktır, çünkü ikisi bir arada olamaz. Türk milletine Allah rızası için muhabbet etmesi gerekirken hased illetiyle onu küçümsemeye kalkan bazı İslamcı ve ümmetçi müsveddelerinin Üstad’ı ırkçı olarak görmeleri var ki, bu aslında kendilerinin İslam davasıyla alakaları olmadığı gibi sonradan görme ırkçılar olarak ruh dünyalarının karanlığını ifşa eder.

Üstad’ı yanlış veya eksik anlayanlar ise, Türk vurgusunu akılları sıra tevil ederek onun dönem şartları içinde öyle konuştuğunu yani siyasî konjonktüre göre Türk demek zorunda kaldığını iddia etmekteler. Güya Üstad’ı kurtarırken onu batırmış olduklarının farkında olmayan bu insanlar, Üstad’ı anlayamadıkları için onu kendi idrak seviyelerine indirerek meseleyi çözmüş(!) oluyorlar. Bunların “Türk adı altında Müslüman demek istedi” şeklinde açtıkları iddiaları iyi niyetli ve haksız olmamakla beraber ıkına sıkına yapılmış bir tevildir ve bu yaklaşım, son derece güçlü Türk vurgusunun anlamını aşırı derecede basitleştirmeci bir anlayışla çözmeye kalkışmak olur. Bu da kimsenin vicdanını tatmin etmeye yetmez. Evet, Türk’ü ancak Müslüman olmakla Türk kabul eden Üstad’ın Türk demesinde Müslüman anlamı zaten vardır ve İslam düşmanları bile Türk’ten Müslümanı anlar ama o dönemde veya bu dönemde Üstad istese sadece Müslüman diyebilirdi ve bunu engelleyen de yoktu. Yani Türk demeyip Müslüman dese idamla mı yargılanacaktı? Yahut Türk yerine Müslüman dese insanlar ona sırtını mı dönecekti? Meydan yerinde İslam ve şeriat diye avazı çıktığı kadar haykıran Büyük Doğu Mimarı’nın Müslüman diyemediği için Türk dediğini düşünmek gerçekten mümkün mü?

Üstad Türk’ü İslam ümmetinin fedaisi ve önderi olarak sever. Bu yüzden hususî olarak zamanımızda da Türk’ün aynı önderlik misyonuyla vazifeli olduğunu görerek bu vurguyu yapmış ve fatih milletin torunlarına aslî vazifesini ihtar ederek onun esir edilen ruhunu şahlandırmak istemiştir. Ümmetin kurtuluşu için kurtarıcı millet gördüğü Türk’ü uyandırmaya çalışan Üstad’ın amacının İslam dininin izzeti ve topyekûn İslam milletinin kurtuluşundan başka bir şey olmadığı gayet açıktır. Türk milleti de izzet ve şerefi bunda bulacaktır. Aksi takdirde Türk de zaman içinde eriyip yok olup gider.

Bundan bin yıl kadar önce yani İslam âleminin fitne fesat ve yenilgi girdabında debelendiği bir çağda Allah’ın lütfuyla Müslüman olup ümmetin imamı olan Türkler, Osmanlı yıkılana kadar bu mevkide kaldı. Yüz yıl önce yenilen ama yok olmayan Türk milletiyle beraber bütün İslam ümmeti esir düştü. Sonrasında geçen bir asır boyunca İslam âlemi kendini esaretten kurtaramadı. Takriben 900 yıl boyunca Türklerin önderliğine alışmış olan ümmet-i Muhammed, kendi içinden yeni bir önder çıkaramadı veya bunu gene Türk’ten bekledi; neticede Türk’ten boşalan yerde gene Türk’ün hayaleti duruyor ve onun hayali kuruluyor. Gerçekten ümmet olanlar dairesinde bulunan bütün mazlum Müslümanlar Türklerin ayağa kalkıp Osmanlı’yı geri getirmesi için dua ediyor. İslam düşmanları da tehlikenin farkında olduğundan bu fatih milletin eski ruhla yeniden doğmasından korkuyor. Bu durumda Üstad’ın yerinde başka bir kavimden feraset ehli başka bir muzdarip olsaydı o da kendi kavmini uyandırmaya çalışırken Türk hakkında aynı beklenti içinde olacaktı. Nitekim İslam âleminin gerçek muzdaripleri ve mazlumları daima Türk’ün hakkını teslim etmişler ve bu milletin tekrar ayağa kalkmasını temenni etmişlerdir.

Kendisi de Türk olan ve Osmanlı payitahtında doğup büyümüş Üstad Necip Fazıl’ın yalın olarak Türk vurgusu yapması ve doğrudan Türk’e hitap etmesi gayet yerindedir. Yeryüzünde İslam hâkimiyetinin remzi olmuş Osmanlı’nın yıkılışı ve bu milletin düşürüldüğü hal karşısında Üstad’ın duyduğu inkisar ve hasret açıkça fark edilir. Türk’e kaybettiğini geri kazanmasını ihtar etmek ve bunun için harekete geçirmek isterken has ismiyle hitap etmesinde başka ne gibi bir maksat aranabilir. Mısır’da merkezleşmiş Müslüman Kardeşler hareketi de sık sık Arap vurgusu yapmıştır; Filistinliler de bunu yapmaktadır. Bunda tuhaflık görmeye veya tevil etmeye ne gerek vardır? Çünkü halihazırda bunlar Arap’tır ve kendi kavimlerinin İslam’la izzet bulmuş şahsiyetini diriltmeye çalışmaktadırlar. Üstad da kendi bulunduğu yerde kendi kavmini uyandırmaya bakmıştır.

Son olarak Türk kelimesi üzerinde de biraz duralım. Kelime anlamı üzerinden yapılan çalışmalarda bir kavim ismi olarak Türk’ün anlamı çözülememiştir. Türk kelimesi Orhun Abidelerinde “Türük” olarak geçer ve bir kavim isminden ziyade doğrudan millet, halk gibi anlamlara gelir; “töreye uyan, kağanın kurduğu düzene uyan”... Bilge Kağan “benim türüküm” diye söyler ve bundan “benim milletim, benim halkım” gibi bir anlam rahatlıkla çıkar. Buradan yola çıkarak Üstad’ın Türk kelimesine “İslam hükümlerine uyan, yani Müslüman” gibi bir anlam yüklediği söylenebilir mi bilmem. Sonuçta töre kelimesinin anlamı bellidir ve uyulması gereken emir ve yasaklar cümlesini ifade ettiği için “töreye, düzene uyan” manasına Türk, tabiî olarak Müslüman anlamına gelebilir. İleri sürdüğüm bu iddia bir tez olmaktan ziyade beyin jimnastiği seviyesinde sadece “olabilir” diyerek ihtimal ifade etmekten ibarettir. Eğer buradan yola çıkarak “Türk derken Müslüman demek istedi” dersek haddimizi aşmak ve batınî anlamlar aramak hatasına düşeriz. Erbâbı çıkar söylerse başka.

Hülâsa kesin olan şudur ki; Üstad’ın Türk vurgusundan umumî olarak bütün Müslümanlar hissedârdır. Çünkü Üstad Necip Fazıl’ın Türk’e yaptığı bütün ihtar, ona kaybettiği İslam nurunu hatırlatmaktadır. Okuyan hiç kimse bunun dışında bir şey bulamaz. O halde iman ve vicdan sahibi her fert Üstad’ın hitab ettiği Türk’ün şahsında kendini ve kendi memuriyetini bulacaktır. Ve eğer ki Türk, Üstad’ın kendisine yüklediği misyonu reddederse bu ayıp Üstad’a değil Türk’e aittir.

Görüş: İbrahim Tatlı