Guy Ernest Debord felsefe dünyasının yakından tanıdığı marksist filozof ve yazar. 20. Yüzyılın ikinci yarısının Fransız düşünürlerinden… II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’da kurulan “Socualisme ou Barbarie” isimli Marksist grubun üyesi olmuş. Sanat ve sinema dünyasına yaptığı radikal müdahaleleriyle ün kazanmış Debord birçok filme sahip bir sinemacı aynı zamanda. 1931 yılında Paris’te doğmuş, babasını küçük yaşta kaybetmiş. Bir süre Paris Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi öğrenimi gören yazar, fakülteyi yarıda bırakarak sanat çalışmalarına ağırlık vermiş. Bu dönemde birçok şiir ve yazı yayımlamış. 1960’da kurduğu “Situasyonist Enternasyonal” ile 1968 devrimci ayaklanmasını etkilemiş.

Kaleme aldığı en önemli eserlerinden biri olan “Gösteri Toplumu” (1967) yayınlandığı yıllarda büyük ses getirmiş ve zaman geçtikçe kendi kendini doğrulayan bir eser haline gelmiş. Eser günümüz dünyasına ait birçok isabetli tespit de içeriyor. Bu eserin, Debord’un 1952’de yayınlanan “Hurlements en faveur de Sade” adlı deneysel filmiyle bağlantılı olduğu düşünülüyor. Filmin ilk gösterimi sırasında çıkan olaylar ve Paris’e gelen Charlie Chaplin’i faşistlikle suçlayan dört kişiden biri olmasıyla Debord’ın adı duyulmuş oluyor.

Ve 30 Kasım 1994’te (62 yaşında) kalbine sıktığı bir kurşunla intihar ederek hayatını sonlandırıyor. Bazı kimseler bu intiharı umut ettiği sosyalist hareketlerin pratikte bir karşılığını bulamamasının neticesi olarak değerlendiriyor.

Guy Debord’ın düşünceleri Karl Marx ve Georg Lukâcs ile benzer bir çizgi gösteriyor. Bu durumu “Gösteri Toplumu” isimli eserinde de fark edebiliriz. Kitapta esas olarak kapitalist sistemi eleştiriyor Debord. Kapitalizmle şekillenen tüketim ilişkilerinin bir gösteri biçimi yarattığını vurguluyor. Görsel olan fizikî ve toplumsal düzenlemelerin, kapitalist üretimle yakın ilişkisine dikkat çekiyor. Ve bu durumu eleştiriyor. Kapitalizmle şekillenen görsel simgelerin sahte gerçekliğin bir ürünü olduğunu belirtiyor. Bu sonucun gerçek olmadığı gibi gerçeği de bir aradaymış gibi gösterme çabasından dolayı yanıltıcı olduğunu söylüyor. “Genel anlamda gösteri, yaşamın somut tersyüz edilişi olarak, canlı olmayanın özerk devinimidir.” (Debord, 1996, s.14) Gösterinin bütüncül devinimine uygun olarak kitle iletişim araçları sayesinde kendini her daim ürettiğini açıklıyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Debord -sinemayla da ilgilenmiş biri olarak- kitle iletişim araçlarından biri olan sinemanın da bu sebeplerden ötürü sahte gerçekliğin etkisinde oluşundan bahsediyor.

Kitaptan genel olarak şöyle bir yorum çıkarabiliriz; Bize yabancı olan kapitalist üretimin ve Batı’nın ortaya koyduğu, bizim de bir kopyasıyla yaşadığımız modern tüketimin dayattığı sahte ihtiyaçlarımız, esasında kitle iletişim araçlarıyla ortaya çıkıyor.

Debord’un bu tesbitlerini günümüz dünyasında da görebiliriz. İhtiyaçlar daha çok facebook, instagram gibi sosyal medyadaki paylaşımlarla şekilleniyor. Geçmiş yıllarda yapılan bir araştırmaya göre sosyal medya kullanan kadınların kullanmayanlara göre daha fazla depresyona girdiği ortaya çıktı. Sosyal medyadaki gösteriş yanılsaması haddinden fazla bir boyutta olup, ihtiyacımız olmayanı ihtiyaç gibi gösteriyor. Ve ihtiyaç olmayana sahip olamama durumu insanları çıldırtıyor. Tabiî ki bu durum sadece sosyal medyada mevcut değil, toplum içinde birçok örneğiyle de karşılaşıyoruz bu sahteliğin. Toplumun bu yapıda olması tek tek fertleri de yutuyor, bozuyor, iptal ediyor. En kötüsü de fertleri bu sahteliğin bir parçası olmaya zorluyor. İnsan toplumsal bir varlık… Yemeye, içmeye, nefes almaya ihtiyacı olduğu gibi toplumsal ilişkilere de ihtiyacı var. O yüzden toplumdaki bu sahteliği değiştirip, düzeltebilmek için ferdi toplumdan ayrı tutmak, hem mümkün değil hem doğru değil. Öte yandan şu da unutulmamalı ki; toplumu oluşturan bireylerdir. Olumlu bir gelişme bireyleri, bireyler de toplumu düzeltebilir. 

Gösteri zihniyetinin, topluma bu denli sirayet etmiş olması insanların tanımlanmasında “var olmanın” değil de “sahip olmanın” önemli hale gelmesine etki eden bir faktör olduğunu söylüyor Debord. Hatta “sahip olmanın” yerine “gibi görünmenin” tercih edildiğini ve edileceğini belirtiyor. Ki bu durum da günümüz dünyasında çok net bir şekilde mevcut. Hem maddi hem manevi konularda var olmaya çalışmanın değil de, gibi görünmenin tercih edildiğini görüyoruz. Özellikle manevi hususlarda bu meselenin getirdiği problemler haddinden fazla.

“Gösteri metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır. Görülebilir olan sadece metayla kurulan ilişki olmakla kalmaz, ondan başka bir şey de görülemez: Görülen dünya metanın dünyasıdır.” (Debord, 1996, s.27) Halbuki biz Müslümanlar inancımız sayesinde biliyoruz ki hayat sadece gördüklerimizden ibaret değil. Ve dünya görüşümüz sayesinde ifade edebiliyoruz ki hayat sırlarla dolu. Ve aslında çoğu şey beş duyu organımızla algılayabildiğimiz şeylerle değil hissedebildiklerimizle anlamlı. Bunu kavrayamamak ve uygulayamamak birçok sorunu beraberinde getiriyor. Hal böyleyken gösteriş zihniyeti bu yanılsamayı daha da çirkinleştirip, içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklüyor. Gösteri insanlara sürekli bir kabul ettirme amacı taşır. Ve daha çok nefse hitap eden şeyleri sergiler. Böylece fertleri bağımlı kılar.

Muhammed Ali - İman, cesaret, aksiyon Muhammed Ali - İman, cesaret, aksiyon

Sonuç olarak; gösteriş veya gösteri başta manevi hususlar olmak üzere tüm meselelerimizde günümüz sorunlarından biri. Guy Debord materyalist olduğu için kitabında gösterinin manevi hususlardaki zararına yüzeysel olarak yer veriyor. Materyalist birinin gözünden gösterinin topluma verdiği zarar bu denliyken, ruh gözüyle bakan bir Müslüman için zararın şiddetini anlayabiliriz. 

Hanife Kındır, Aylık Dergisi 172. Sayı, Ocak 2019