İbn Arabî, gerçek orucun ancak bütün azalarla tutulan oruç olduğunu ifade etmektedir. Onun tanımladığı orucu ise ancak havas veya havas- su’l havas makamı sahipleri tutabilir. Avam için ise bu şekildeki bir oruç hedef ve ideal gösterilir. Kendini oruçla eğiten mükellef her oruç tuttuğunda bu ideale yaklaşmaya çalışır.

Bütün azaların oruç tutması gerektiği şeklindeki yorumunu oruçla ilgili ayetin genel ifadesine dayandıran İbn Arabî, ayetin bütün inananlara hitabından hareketle, orucun da bütün organlara yönelik olduğu sonucuna ulaşır. Nitekim Hz. Peygamber de “Her bir ekleminiz için bir sadaka vardır” buyurarak bir tek insan üzerindeki yükümlülüğü, onun azalarından her birine teşmil edip umumileştirmiştir. Buna göre oruçla ilgili ayet de tek bir mükellefe yönelik olarak düşünülse bile onun bütün uzuvlarını kapsamaktadır. O zaman, zekât ve sadaka nasıl ki bütün organlara yönelikse oruç da böyledir. Her bir organın orucu onun ilahî emirlere ve yasaklara uyması ile gerçekleşecektir. Bu anlamda oruç tutan sadece, ağız, burun, mide ve cinsel organlar değil, zihin, kalp, kulak, el, ayak ve bir bütün olarak insandır.

Sonuç

İbn Arabî, tasavvuf tarihinde vahdet-i vücud düşüncesinin mimarı olarak kabul edilmektedir. Bütün eserlerinde bu düşünce işlenmiştir. Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eseri onun bu düşüncesinin en geniş ve en yoğun işlendiği eserdir. Varlığın birliğini savunan vahdet-i vücud öğretisi, sadece Allah’ın varlığının zorunluluğu temeli üzerine kuruludur. Tevhidin en yüksek yorumu sayılan vahdet-i vücud düşüncesi, Allah’ın varlığının zorunluluğu ilkesine dayanır. Buna göre özü gereği var olan varlık (vücud) birdir ve bu da Allah’ın varlığıdır. Bu varlık zorunlu (vacib) ve öncesizdir. Çokluk, parçalanma, değişme ve bölünmeyi kabul etmez. Biçimi (suret), sınırı yoktur. Buna mutlak varlık (vücud-ı mutlak), saf varlık (vücud-ı baht) adı verilir. Mutlak varlık, varlıklar dünyasına nispetle bir ayna gibidir, anlaşılır ve duyulur tüm nesneler onda görünür. Bu nedenle varlıklar da onun aynasıdır. Tüm evren, Allah’ın varlığı nedeniyle var olur. Öyleyse evren Allah’ın dışlaşmış biçimi (zahirî), Allah da evrenin özü, gerçekliğidir (bâtın). Nesneler, diğer bir deyişle Allah’ın varlığında görünen suretler, gerçekte bir hayal ve seraptırlar. Bunların kesif ve hatta var olmuş görünmeleri sadece akıl ve duyulara göredir. Allah bunların hayalî olan varlıklarında, bu hayalî varlıkların gerçeklikleri nedeniyle görünür. Gerçek varlığa sahip olan kendi zatı ile görünmez. Evren varlık dünyasına çıkmadan önce, Allah’ın zatı ile birlikte başka bir şey olmadığı gibi, şimdi de O’nunla birlikte var olan bir şey yoktur. Evren gerçek bir varlık değil, gölge bir varlıktır. Gölge, kendisinin varlık nedeni olan kişi ya da nesnenin varlığından başka bir varlığa sahip olmadığı gibi evren de Allah’ın varlığından başka bir varlığa sahip değildir. Nesnelerin görünen varlığı, hayalî bir varlıktır.

Oruç ve orucun esrarı konusunda da İbn Arabî vahdet-i vücud anlayışını ortaya koymuştur. Zaman zaman oruç tutanın Allah’ın bazı sıfatlarına ortak olduğunu söylemesi, onun tenzîhiyyet ve samedâniyyet makamına erdiğini ifade etmesi bu anlayışın yansımasıdır. “Oruçlu, ‘benzeri olmamak’ özelliği ile Rabbine kavuşur ve O’nu kendisi vasıtasıyla görür. Bu durumda Hak, gören ve görülendir. Kul, oruç tutması nedeniyle ‘benzersizlik’ özelliği ile nitelenmiş ve bu niteliği ile de ‘oruçlu’ adını hak etmiştir. Onun oruçlu olduğunu kabul ettikten sonra, Hak kendisinden bu ismi düşürmüş ve ‘Oruç bana aittir’ diyerek kendisine ifade etmiştir. Böylece Hak, kendisine döndüğünde oruçlunun orucunun karşılığı olur ve kul da ‘benzeri olmayan’ın özelliği ile Hakk’a kavuşur. Kastedilen oruçtur. Çünkü ‘benzeri olmayanı’ sadece benzeri olmayan görebilir. Koyuculukta oruç Allah’ın yerini almıştır. Nasıl ki Allah mahlûkat içerisinde benzeri olmayansa oruç da ibadetler arasında benzeri olmayandır” gibi ifadeleri bunlardan bazılarıdır. Esasen bu konuda o, oruçla ilgili ayet ve hadislere vahdet-i vücud düşüncesine göre, tasavvufi ve bâtıni yorumlar getirmektedir. Onun bu bağlamda en çok vurgu yaptığı, kudsî bir hadiste geçen, “Âdemoğlunun bütün amelleri kendisine aittir, oruç ise bana aittir ve onun mükâfatını ancak ben veririm” şeklindeki ifade ile Hz. Peygamber’in “Oruç kalkandır”, “Oruçlunun iki sevinci vardır; bunlardan biri iftar anı, diğeri ise Rabbine kavuştuğu andır” mealindeki hadisleridir.

İbn Arabî’nin orucun hikmet ve esrarına dair yorumlarını Gazalî ve Şah Veliyyullah gibi mutasavvıfların yorumlarıyla karşılaştırdığımız zaman şunu görmekteyiz:

SPK, Borsa İstanbul için yeni tedbirleri açıkladı SPK, Borsa İstanbul için yeni tedbirleri açıkladı

Belirtilen iki mutasavvıfın yorumları daha çok mükelleflerin geneline hitap etmektedir. Bu sebeple de sıradan mükellefin onların yorumuna göre amel etmesi ve orucunun kalitesini artırması mümkündür. İbn Arabî’nin yorumları ise daha bâtıni, özel tecrübelere dayalı ve ancak belli bir mertebeyi elde etmiş, havas makamındaki mükelleflere yöneliktir. Bu yüzden de anlaşılması, kavranılması zor ifadeler taşımaktadır.

Abdullah Kahraman, Ramazan ve Oruç