Amerika Birleşik Devletleri, S.S.C.B.’nin dağılmasından sonra kendisine “Süper Güç” diye bir yakıştırma yaptı. Böylesi bir gücü hiçbir yerde fiilen deklare edememesi ve girdiği hiçbir savaşı kazanamamasına rağmen son derece büyük bir başarıyla zihinlere enjekte ettiği bu imaj sayesinde senelerce dünya üzerinde söz sahibi oldu. Evet, belki askerî güç bakımından değerlendirildiğinde dünya çapındaki en büyük silahlı güçten bahsediyoruz. Fakat bu gücün bir kusuru var; düzen kuramıyor. Evet, yakıp yıkmaya, talana geldiğinde son derece mahir Amerika, iş düzen kurmaya geldiğinde apışıp kalıyor. Afganistan ve Irak’ı işgâl ederek talan etti, Arab Baharı süreci ile beraber bütün bir Mağrib ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdi, peki ya sonra? 
Hatırlarsanız, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında gazeteciler için “silahlar sustuğu zaman konuşacak bir şeyleri kalmıyor” diye eleştiri yapmıştı. Aynı şey bugünün global güç sahibi devletleri için de geçerli; silahlar sustuğu zaman onların da tıpkı gazeteciler gibi konuşacak bir şeyleri kalmıyor, düzen kurma safhasına gelmiş hiçbir müdahalelerini muvaffakiyetle nihayete erdiremiyorlar. Nizâmı tesis edecek cihanşümul sistem çapında bir fikri haiz değiller. Bu sebeble de müdahale süreçlerinde kendilerine kuyrukçuluk eden zümrelerin “devlet” adı altındaki çeteleşmelerine müsaade ediyor ve bu çıkar amaçlı şebekelerin her seferinde başarısız olmalarından da ders çıkaramıyorlar.

Amerika’nın bu acziyeti karşısında siyasîler daha yeni yeni uyanmaya başladı. Soğuk Savaş döneminden 2001 yılında İkiz Kulelerin vurulmasına kadar geçen zaman zarfında son derece başarıyla empoze edilen imaj da artık böylelikle yıkılmış bulunuyor. Düne kadar bilhassa bizim de içinde bulunduğumuz bölgede, ne isterse hemen emir telâkki edilen ve yerine getirilen bir Amerika yok artık. Haklı davasının kararlılıkla arkasında duran bir güce karşı yalnız Amerika’nın değil, Rusya ve Avrupa’nın da elinde bir hamle kudreti yok. 

Bilhassa bölgemizde yaşanan vekâlet savaşları, büyük güçlerin maşa ile tutmak varken elini ateşe sokmaması nev’inden tabir edilmeye çalışılıyorsa da işin aslı hiç de öyle değil. Biraz evvel saydığımız 20. asrın büyük güçleri hamle kudretinde olmadıkları için vekâlet savaşlarına yönelmek zorunda kalıyorlar. Kim ne kadar farkında bilmiyoruz; fakat biraz dikkat ederseniz göreceksiniz ki adına “proxy” dedikleri, devletlerin birbirini direkt olarak hedef almadığı hiçbir savaş neticeye bağlanmış değil. Bize kalırsa, vekâlet savaşı denilen metodun nihaî gayesi zafer kazanmak da değil. Olsa olsa vadesi gelmiş bir borcun daha ileri bir tarihe ötelenmesine yarayan bir usûl denilebilir. Misâlden de anlaşılabileceği üzere, gücü olan borcunu sallamak için yeni metodlar geliştirmez, ödemesini yapar ve işine bakar. 
 
Suriye İç Savaşı
Suriye’de iç savaş başladığı günden beri Türkiye’nin sahada bilfiil bulunmasını savunanların başında geliyoruz. Biz başından beri hep aynı iddiayı savunduk, “Suriye konusunda kim ne kadar havlarsa havlasın, bunların ısıracak kudretleri yok!” Rus uçağını düşürmüştük meselâ, sonrada FETÖ’cü pilotların düşürdüğü ortaya çıkan... Öyle veya böyle, Rusya’nın uçağını düşürdük ve karşılığındaki yaptırım domates ithâlâtından vazgeçmeleri ile turist göndermemeleri oldu. He şimdi birileri “yahu az mı ekonomimiz berbat oldu” falan diyeceklerdir muhakkak. E sen ekonomini domates ihracatı ile gelecek turiste irca edersen, sana az bile olmuş diye başlayıp devam ederdik ama konuyu dağıtmayalım. Evet, Rusya’nın yaptırımı bu oldu. Amerika ile olan zıtlaşmalarda da yine ekonomik plandan öteye geçmiş bir yaptırımla karşılaşılmadı. Ki yine domates ve turist işinde olduğu gibi bu Amerika’nın başarısı değil, Türkiye ekonomisini kurgulayanların beceriksizliğiydi. 

Hâsılı kelâm Amerika, Rusya ve Avrupa’nın, haklı ve kararlı bir şekilde hareket eden Türkiye’nin sahada değiştireceği her fiilî pozisyona karşılık olarak kendilerini yeniden konumlandırmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Ekonomik planda yine baskılar gelebilir; fakat işin açıkçası artık Amerika ve Avrupa tek kapı olmadığı, Türkiye’yi de Rusya ile Çin’e doğru itelemek istemedikleri için bunu da uzun uzadıya sürdüremezler. Aynı şey tam tersi grublandırma için de geçerli...
 
Harekât
Pazar günü Erdoğan ile Trump’ın gerçekleşen telefon görüşmesi ve ardından Donald Trump’ın attığı “twit”lerle, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik olarak gerçekleştireceği operasyonun başlayacağı bilgisi ortaya çıkmış oldu. 
Bu harekâtın birden çok hedefi var: Birincisi, Türkiye’nin güney sınırı boyunca uzanan bir Kürt Devleti kurulmasını engellemek. Hatırlayacak olursanız, global güçlerin işleri yaver gitmiş olsaydı, Türkiye ile Ortadoğu arasında şimdiye kadar Kürt ve Şiîler tarafından iki farklı hilâl uzatılacak ve Anadolu ile hinterlandının bağlantısı kesilmiş olacaktı. Aradan geçen zaman zarfında Arabların köpüren kavim asabiyesi İran’ın kontrolündeki Şiî hilâlini ortadan kaldırırken, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları da Kürt hilâlinin önünü almıştı. Şimdi ise Fırat’ın doğusuna uzanacak harekât ile Türkiye böylesi bir ihtimâli tamamen saf dışı bırakmayı hedefliyor. İkincisi, bütün yükünü Türkiye’nin omuzladığı mültecilerin artık yeniden Suriye’ye geri dönmesini sağlamak. Bu nokta, Türkiye’nin Suriye’yi hedef alan ve alması muhtemel bütün harekâtlarına milletler arası hukuk nezdinde haklılık sağlıyor. Üçüncüsü ise yine milletlerarası planlarda kurulan ve kurulacak olan masalara Türkiye’nin eli sağlam bir şekilde oturmasını sağlamak. 

En başından beri Türkiye’nin Suriye’ye girmesi gerektiğini söylediğimiz gibi bugünde bu harekâtı sonuna kadar destekliyoruz. Amerika’daki siyasî dengelerin her ân aleyhimize değişmesi ihtimâlini göz önünde bulundurarak, Türkiye’nin bir dakika bile kaybetmeksizin harekâta girişmesi gerekiyor.
 
Hayal Kırıklıkları
Amerika’nın, Türkiye’nin Suriye harekâtının önünü açmasından sonra büyük hayal kırıklıkları yaşayanlara da değinmeden bitirmeyelim. 

En büyük hayal kırıklığını yaşayan elbette ki YPG/PKK kadrosu. Türkiye gibi bir devlet ile kendileri arasında bir seçim yapılması gerektiğinde kendilerinin tercih edileceğini sananlar ahmaklıklarına doymasınlar. “Biji Serok Obama” diye pankart açtıkları günden beri “sizi kullanıp atacaklar” dedik. Sonunda kullanıldı ve atıldılar. Burada Suriye’nin kuzeyinde federal de olsa bir devlet kurmak isteyen Kürtlerle alâkalı diğer bir hususun da altını çizmekte yarar var. Kürtlerin devlet geleneği yok. Bu sebeble de devlet kurmak gibi bir fırsat ellerine geçtiğinde aslî olanı yerine getirip düzen kurmak yerine, kuyrukçuluk ettikleri efendilerine şık görünmek için LGBT hakları, kadın hakları, ekoloji gibi saçma sapan mevzular etrafında dedikodu yaparak devlet kurulabileceğini zannediyorlar. Kumandan’ın gazeteciler için getirdiği eleştiride olduğu gibi, bu vaziyet gösteriyor ki, Kürt siyasî hareketinin bekâsı silahların ateşlenmesine bağlıdır. Çünkü görüldüğü üzere silahlar sustuğu zaman saçmalıyorlar. 

En az Kürtler kadar büyük hayal kırıklı yaşayan bir diğer kesim ise Yahudiler. Trump’ın onlara bu konuda niçin haber vermediğinden tutun da, Erdoğan’ın Donald Trump’tan ne istiyorsa hepsini alabildiğine kadar değişik şekillerde zırıl zırıl ağlıyorlar. Oysa ki Amerikan Başkanı Trump, son yıllarda İsrail Amerika’dan her ne istiyorsa misliyle verdi. “Başkent Kudüs” dediler, tamam dedi. “Golan Tepeleri” dediler, tamam dedi. Mısır ve Suudî Arabistan’ı Yahudilere hizmetkâr kıldı, yine yaranamadı. Dikkat ettiyseniz, biz, Trump’ın son derece açık bir şekilde izlediği Yahudi siyasetini, aleyhimize görünüyor olsa da başından beri destekliyoruz. Çünkü Amerika Yahudilere ne verirse versin, onlar da tıpkı Kürtler gibi bir devlet geleneğini haiz olmadıkları için bir türlü devlet olamıyorlar. İdealize ettiği ne varsa neredeyse hepsini son yıllarda Trump Yahudilere verdi. “Kürtçe konuşma özgürlüğü” diye yola çıkıp, devlet bu hakkı tanıyınca idealsiz kalıp, sanki onca savaş, dökülen kan LGBT hakları ile ekoloji içinmiş gibi davranmaya başlayan Kürt Siyasî hareketi gibi bir şeye dönüştü Yahudiler de... 

Ağlıyorlar, çünkü biliyorlar ki, Türkiye önünde açılan kapıdan geçince durmayacak ve tabiî bir refleks hâlinde bir sonraki kapıya yönelecek. Akabinde bir sonraki ve daha sonraki kapılar… 
***
Türkiye için Fırat’ın doğusuna girmek, 35 km ilerlemek, Halep’i almak, oradan Deyr-i Zor’a kadar ilerlemek ve Suriye’nin güneyinden dolaşıp İsrail’e komşu olmak işten bile değil. Konjonktür son derece müsait. Türkiye için asıl mesele içerideki bin bir suratlı iç ihanet şebekelerini kurutmak. Fırat’ın doğusuna yönelik olarak başlatılacak harekât, eş zamanlı olarak içeride sermayeden siyasete ve teröre dek geniş bir yelpazede faaliyet gösteren hainleri temizlemeye yönelik operasyonlarla taçlandırılırsa, işte o zaman Türkiye’nin önündeki kapılar ardına kadar açılacaktır.

Baran Dergisi 665. Sayı