Dün öğle saatlerinde İran’ın Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan’ın içinde oldukları helikoptere ulaşılamadığı haberi ajanslara düştü...

Yaşıyor, öldü, konuştuk, bulduk vesaire diye birbirini takip ve tekzip eden açıklamalardan kaynaklanan bilgi kargaşasından sonra nihayet akşam saatlerinde İran’ın helikopterin nereye düştüğü ve kazaya uğrayanların akıbeti hakkında hiçbir malumatı olmadığını öğrendik.

Saatler gece yarısına yaklaşırken, Türkiye’den gelen yardım teklifi İran tarafından kabul edildi ve sınırı geçen insansız hava aracımızın yaptığı araştırma neticesinde ancak sabah saatlerinde helikopter enkazının yeri tespit edilebildi ve bu sayede kazazedelerin cenazelerine ulaşılabildi.

Helikopterin suikast, kaza, ihmal gibi gerekçeler neticesi düşüp düşmediği şimdilik konumuz değil. Bizim için yaşanan bu hadisenin esas çarpıcı tarafı, İran’ın, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nı kendi memleketi sınırları içinde kaybetmiş olması...

Hani bize senelerdir şöyle köklü devlet, böyle organize devlet, öyle silah sanayisi olan devlet bilmem ne diye yutturulmaya çalışılan İran var ya, ha o İran.

Akdeniz’e doğru bir Şiî koridoru açıp İslâm âlemini bölmek uğruna Irak’ta, Suriye’de çoluk çocuk demeden gırtlağına kadar Müslüman kanına batmış; sonra da İsrail ve Amerika ile danışıklı dövüşle karşılıklı silah ateşleyip, kendisine Müslümanlar nezdinde meşruiyet arayan İran.

Dün İran’da düşen Reisi’nin de içinde olduğu helikopter değil, İran rejimi putuydu; düştü ve bugün haberlerde hepimizin gördüğü üzere kırıldı.

Hadiseye bakın: İran devletinin başını kaybettiler, bulamadılar. 15 saat sonra Türkiye buldu.

İran’ın istihbaratını, silah teknolojisinden elde ettiği silahları, köklü devlet geleneklerini anlatın durun şimdi, bakın bakalım bir tane alıcı bulabilecek misiniz? İran’ın öne çıkartılan başarılı olduğu alanlardan biri de diplomasiydi. Hakkını yemeyelim, Türkiye ile irtibata geçip, arama çalışmalarına katılmasını sağlamak, neresinden baksak diplomatik bir başarıdır neticede.

***

Müslümanların zihninde İsrail adlı, “dokunulmaz” sıfatlı bir diğer put daha vardı bu sene başında. 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı ile Hamas, bırakın İsrail’e dokunmayı, hava, kara ve deniz savunmasını kalbura çevirdi. Yetmedi, yedi aydır çoluk çocuk demeden soykırıma girişen İsrail’e ne boyun eğdiler, ne de savaşmaktan vazgeçtiler. Amerika ve İngiltere başta olmak üzere tek millet hâlindeki bütün küfrün desteğini arkasına alan Yahudi, ilân ettiği tek bir hedefe bile ulaşamadı. Bir avuç Gazze hepsine galebe çaldı, Yahudi putunu da onlar kırıp attı.

***

1445 senesi içinde, İslâm âleminin kalbi Ortadoğu’da, Müslümanların zihinlerinde senelerdir bin bir emek, türlü imaj, masal ve palavrayla inşâ edilmiş bir küfür ve bir de bidat putu devrilmiş oldu böylelikle. Tek bir put bile kalmayana dek, Allah daha da bereketlendirsin.

Üstad Necib Fazıl’ın tarih muhasebesinden anladığımız üzere, 500 yıldır sürekli hakiki olanlar yıkılıp, yerine sahtelikler tebarüz ederken, bugün tam tersine sürekli olarak sahteliklerin yıkılışına şahitlik etmekteyiz. “Yetmez ama evet” esprisinde olduğu gibi, sahteliklerin yıkılışına “evet”; ama “yetmez”. Sahteliklerden temizlenen her sahada hakiki olanların zuhur ettirilmesi tüm Müslümanların boynun borcudur.