Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğer ki bu memleketin bekasını düşünüyorsa, devlet görevlilerini, çaycısından en üst düzey bürokratına kadar hiç gözünün yaşına bakmadan değiştirmesi gerekiyor.

Cumhuriyet demokrasi iddiasıyla kurulduysa da Türkiye uzun yıllar boyunca sivil ve askerî bürokrasi oligarşisi tarafından idare edildi. Mümeyyiz vasfı İslâm düşmanlığı, batı taparlık, kafatasçılık, millet düşmanlığı ve kibir olan bu bürokratik oligarşi, 28 Şubat sürecine kadar devlet müessesesi üzerindeki mutlak hâkim pozisyonlarını kimseye kaptırmadı.

Sonra bir kırılma oldu.

Bu kırılmaya sebep olarak hakiki İslâmî mücadelenin Türkiye’de iktidara doğru kat ettiği mesafeden tutun büyük şehirlere doğru yaşanan göçe, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden globalizme kadar birçok gerekçe sıralanabilir…

FETÖ’nün gelişi

Saydığımız ve saymadığımız bütün bu sebeplerden dolayı, Türkiye’de neredeyse bir asra yaklaşan bürokratik oligarşinin aynı surette sürdürülemez olduğu aşikârdı. 28 Şubat sürecinde yaşananlar neticesinde hâsıl olan tepki, siyasî planda ezici bir şekilde Ak Parti’yi iktidara getirdi. Batı ise memleketimiz üzerindeki hâkimiyeti elinden kaçırmamak için eş zamanlı olarak yedekte beklettiği FETÖ’yü işletip, bürokratik oligarşiyi tashih etmeye başladı. Bu memleketin “kara Türk”, “kara Kürt” diye tarif edilen sıradan vatandaşları FETÖ eliyle bürokrasi kademelerine yerleştirildi. İlk bakışta, cumhuriyet kurulduğundan beri devlet ilk defa memleketin öz evlatlarının eline geçmiş gibi görünüyordu; fakat o dönemler bizim ikazlarımıza kulak asmayanlar, zaman içinde aymazlıklarının bedelini ödeyerek öğrendiler. Yaşanan köklü bir değişim değil, sadece yılanın deri değişimiydi. Bu süreçte, senelerdir Türkiye’ye hâkim olan bürokratik oligarşinin yerine esasında bizim tabanımızı teşkil eden Müslüman Anadolu içinden yetişmiş insan kaynağımızdan FETÖ eliyle devşirilen, beyni yıkanmış, şuurlu yahut şuursuz bir şekilde ajanlaştırılmış kadrolar bürokrasiye yerleştirildi.

FETÖ’nün gidişi

17/25 Aralık ve akabinde 15 Temmuz darbe girişimleri bu kadrolar eliyle siyasî iktidara karşı gerçekleştirildi.

İktidar, bu teşebbüslerden sonra bürokrasiye yönelik büyük bir temizlik harekâtı başlattı. FETÖ’cüler yaş kuru bakılmadan devlet kadrolarından defedildi.

İşte, tam bu an yapılması gereken neydi? Hiçbir yerle iltisaklı olmayan memleket evlâtlarından yeni bir bürokrasi mi teşekkül ettirilmeliydi, yoksa eski bürokrat kalıntıları, ittifak paydaşlarının referanslıları ve bunlar arasına biraz da parti etrafında toplaşan kemik yalayıcılarının çevresindekilerden serpiştirip, bunlar arasındaki çatışma dengesi üzerinden, cumhuriyetin kuruluşundan beri milletten başka düşmanı olmayan bürokratik zihniyeti yeniden hortlatmak mı?

Ak Parti ikinci seçeneği tercih etti.

Hatırlayanlar olacaktır, bunlar daha göreve gelir gelmez işi gücü bırakmış, önce Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün mensupları hakkında dosya düzmeye girişmiş, sonra hızını alamayıp, bütün cemaatlere yönelik dosya düzme hazırlığına girişmişlerdi.

Tam da az evvel tarif ettiğimiz şekilde işe girişen bürokrasinin nihayetinde nereye vardığına gelelim…

Alarm zilleri çalıyor

Organize suç örgütü lideri olduğu iddia edilen Ayhan Bora Kaplan’a, Ankara Emniyeti’nin üst düzey bürokratları tarafından, nedeni anlaşılmayacak şekilde bizzat, Esenboğa Havaalanı yolunda şov yaparcasına operasyon düzenleniyor.

Bu operasyonun görüntüleri nedense T24 isimli ihanet yuvası eliyle servis ediliyor.

Operasyon esnasında Kıbrıs’ta olduğu söylenen, Ayhan Bora Kaplan organize suç örgütünün iki numaralı ismi olduğu iddia edilen Serdar Sertçelik isimli kişi gizli tanıklık başvurusu yapıyor.

Şovmen emniyet amirleri ile sıkı fıkı ilişkiler kuran Sertçelik ve bu esnada yaptığı telefon görüşmelerini kayıt altına alıyor. Ak Parti ve MHP çevresinden isimler, yapılan bu konuşmalarda, kimin tarafından anıldığı belli olmaksızın iddianameye dâhil edilmek üzere çeteyle ilişkilendirilmeye çalışılıyor.

Bu esnada, Türkiye’ye geldikten sonra “gizli tanık” Serdar Sertçelik’e ev hapsi kararı veriliyor. Ne var ki, bu kişi tespit edildiği kadarıyla dokuz kez bu kararı çiğniyor, eğlence mekanları ile restoranlarda kız arkadaşıyla fink atıyor.. Bu kararın çiğnenmesine Emniyet görevlileriyle Elektronik Kelepçe İzleme Merkezi seyirci kalıyor. Dokuzuncusunda her nasıl oluyorsa gizli tanık iki ayağından birden vuruluyor. Böylelikle elektronik kelepçeden kurtuluyor ve can güvenliğini gerekçe göstererek, yine en az bir emniyet görevlisinden aldığı destekle illegâl yollarla yurt dışına kaçıyor. İşin acayibi, yurt dışına çıktıktan sonra da emniyetteki ilgili bürokratlarla temasını sürdürüyor. Bir yandan isimler hakkındaki konuşmalar sürerken, Sertçelik mahkemeye yakın bir tarihte Türkiye’ye döneceğini söylüyor.

Sonra bir gün, Serdar Sertçelik bütün bu konuşmaları belki de kesip biçip Youtube üzerinden yayınlıyor… Tabiî bu açıklamaları işiten FETÖ’den tutun da kaçak PKK’lılara, Avrupalı istihbarat servislerine çalışan kaçak gazeteci kılıklı tetikçilere kadar herkes organize suç örgütleriyle iktidarın bir arada anıldığı bu konuşmaların üzerinde tepinmeye başlıyor.

Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı’ndan peşi sıra açıklamalar geliyor. “Bürokratik vesayet odakları eliyle iktidara darbe” başlığı altında ortalık velveleye veriliyor. 

Bugün henüz tam olarak ne olduğunu bilmek mümkün değil; fakat belki de bütün bu yaşananlar, Serdar Sertçelik tarafından, sırf Ayhan Bora Kaplan soruşturmasını sulandırmak ve bugüne kadar ele edilen delilleri, bürokrasinin dosya düzme şehvetini gıdıklamak suretiyle şüpheli hale getirmek ve böylelikle de çeteyi kurtarmak üzere tezgâhlandı; fakat bunu yaparken çıkan gürültü, bürokrasiye yönelik itimatsızlık ve bürokrasinin telkin edemediği itimat dolayısıyla 15 Temmuz’un üzerinden daha sekiz sene bile geçmemişken memleketteki bütün alarm zillerinin çalmasına sebep oldu. Bu bir senaryo.

Diğer senaryoya göre ise, belki de bürokrasi cumhuriyetin başından beri yaptığını yapıyor, çetelerle iş tutup, siyasîlerle hesaplaşmaya çalışıyor.

Devlet nedir?

Hakikatin bu iki şıktan hangisi olduğu aslında önemli değil. İkisi de birbirinden beter. Bürokrasi diyoruz, yâni en kaba tabirle devlet görevlileri topluluğu.

Devlet nedir? Bir suç örgütünün iki numaralı elemanı eliyle tiye alınabilecek, manipüle edilebilecek kadar çapsız kişilere görev verilen bir müessese midir?

Devlet nedir? Vazifesinden bulduğu yetkiye dayanarak, bu müesseseyi teşekkül ettiren diğer unsurlara ahlâksızca operasyon yapılan müessese midir?

Bir kez daha soralım, devlet nedir? Toplum içinde azınlık olan İslâm düşmanı, çoğu kafatasçı, sapkınlar dışında kimseye yetki verilmeyen, bunun neticesi olarak memleketin esas sahibi Müslüman milletin, dolayısıyla esasında devletin, yani kendi eliyle kendi altını oyduran müessese midir?

Türkiye’nin beka meselesi esasında tam olarak budur. Devletin başı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sorulan bu sorulara gereğini yapmak suretiyle cevap vermesi şarttır.

***

17/25 Aralık zamanında da konuştuk, 15 Temmuz sonrasında da anlattık… Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğer ki bu memleketin bekasını düşünüyorsa, devlet görevlilerini, çaycısından en üst düzey bürokratına kadar hiç gözünün yaşına bakmadan değiştirmesi gerekiyor. Öyle kilit pozisyonlar üzerinden bürokrasiyi tutmaya çalışmakla olmuyor... Hâle ki, bu fosseptik çukuruna kova kova temiz insan taşımakla da olmuyor. İşin beter tarafı, onlar da kirlenip ziyan oluyorlar bu pisliğin içinde. Bu sebeble, yeni gelecek olan devlet görevlilerinde aranan tek şartın, daha önce devlet görevlisi olanlarla bugüne kadar arasında hiçbir ilişki olmaması gerekiyor belki de…

Dün, hiçbir tarafla iltisaklı olmayan, sıradan, namuslu, şerefli vatandaşı yalnız iş bilmezliği gerekçesiyle hakir görür, bürokraside yer vermezseniz; iş bilir sandığınız çakallar elinde, bir çetenin iki numaralı adamı karşısında bugün böyle rezil rüsva olunur işte!

***

Mafya, kendi dosyasını temizlemek için bürokrasiyi oyuna getirmiş ve adlî bir soruşturma organize suç örgütü üyesinin marifetiyle memlekette darbe noktasında bir algı şekillendirmişse, bu bir rezillik.

Cumhur İttifakı içindeki bir taraf diğer bir tarafı al aşağı etmek üzere mafya ile iş birliği yapmaya kalkmış ve bunun için gerekirse Türkiye gündeminin yeni bir 17/25 Aralık tehdidiyle sarsılmasını göze almışsa, bu başka bir rezillik.

Emniyet ve yargı bürokrasisi içindeki birtakım dangalaklar, Ak Parti’nin kan kaybettiği vehmine kapılıp, “biz dosyalarımızı hazır tutalım, sonra iktidar zayıfladığında yahut yeni bir iktidar kurulduğunda bunların tepesine bineriz” diye hesap yapıp, bu süreci işletmişlerse, bu daha da başka çeşit bir rezillik.

2000 yıllık devlet aklı, bu kadar rezilliği kaldıramaz herhalde?

*Devlet aklı dört yahut beş bin yıllık da olabilir, kaynaklarda ihtilâf var.

Aylık Baran Dergisi