Doğu Türkistan, sınırımıza olduğu kadar vicdanımıza uzak da bir toprak. Yalnızlığı ile beraber Çin’in kucaklarına itilmiş mazlum diyarı. “Rabbim Allah’tır!” dediklerinden ötürü dışlanmış belde. Futbol kadar gündemimize taşınmamış garipler memleketi. Nasıl olacaktı da kurtulacaktı bu zulümden? Türkiye’de halk olarak bir şeyler yapmak lazım. İnsanlara anlatmak lazım ki, kandaş ve dindaşlarımıza yapılan zulümlerden dolayı yüreklerimiz daha fazla pârelenemesin. Hiç kimse Hz. Ömer (r.a) gibi çıkıp haykırmaz mıydı ki “Zulüm var!” diye? Maalesef yöneticilerimizden bu tepkiyi göremedik. Bir şeyler yapmak lazımdı. Kimse ses çıkartmıyorsa bari biz çıkartalım dedik ve 13 Ocak Pazar günü 15:00’da Saraçhane önünden motosiklet ve otomobillerle Sarıyer Çin Konsolosluğu’na kadar konvoy hâlinde ilerledik. Denilen gibi oldu ve 15:00’de birçok kardeşimiz de bize katıldı. Ve ne yazık ki gelenlerin büyük bir oranı Doğu Türkistan’lı kardeşler. Bizden (Türkiye Türk’lerinden) fazla katılan olmadı ki bu görüntü yine Uygur Türk’ü kardeşlerimizin yalnızlığını gösteriyor. Nihayetinde program başladı. Başlangıç selâ ile oldu ki sanırsam bu selâ susmuş Müslümanların ruhaniyetine okunuyordu. Selâdan sonra ise Yasin-i Şerif okundu. Bu da şehid olan kardeşlerimizin ruhuna olması lazımdı. Sonra Abdulmetin Balkanlıoğlu hocamızın oğlu Halil Balkanlıoğlu ağabey konuşma için mikrofonu eline aldı. Akabinde ise birkaç kişi daha konuşarak Saraçhane’deki program sona erdi. Ve yolculuk konsolosluğun önüne doğru... Heyecanlı bir şekilde yola koyulduk. Ne de olsa zalimin elçiliğine doğru gidiyorduk. Ah bir fırsat olsa da bu zulmü durdurmak elimizde olsa. O kadar içimiz sızlıyordu ki konsolosluğu yıkmak geliyordu yüreğimizden. Göz göre göre onlarca bacımızda tecavüz ediliyordu. “Reva mı ulan!” diye bağırsaydık elçinin yüzüne karşı. Hem fıkıhta geçmez mi bir Müslüman hanıma gavur eli değdiği zaman tüm mümin erlerin oraya gitmeleri farzdır! Nerede kaldı bizim yiğitliğimiz, erliğimiz?!  Biz bu düşüncelerle yola koyulmuştuk ki vardığımızda tam bir hayal kırıklığına uğradık. Polisler güvenlik amaçlı konsolosluğun bulunduğu sokağa dahi girişimizi yasakladılar. Çekim yapılmasını hatta çekime devam ederlerse kameralara el konulacağını söylediler. Bir polisin de söylediği şu cümle beynimize dank etti; “Size bu kadar tahammülümüz yeter!” Müslümanların göreceği muamele bu muydu? Dini yıkmayı kendisine memur edinmiş partinin başkanı Ankara’dan yürüyünce onlara korumalık eden polisler ve yöneticiler neden bize böyle davranıyorlardı? Biz kendi vatanımızda ikinci sınıf muamelesi görüyoruz. Bunun hesabı vallahi çetin olacaktır. Çin’le ilişkilerimiz bozulmasın diye kendi kardeşlerine bu muameleyi gösteren zatların hayatlarında vicdan diye bir kavram yok mu acaba? Biz elimizden geleni yapmaya gayret ettik. Biz zaferle değil seferle sorumluyuz. Biz seferimizi yaptık zafer Allah’tan. Hatırlatalım ki, “bayrak düştüğü yerden kalkar. Olanlar Anadolu’da olacak ve tüm İslâm Âlemi bu şahlanıştan nasibini alacak!” Son olarak Çin ve yaltaklarına karşı da bu ayeti okumak isterim  “Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak onların azabını, korkudan gözlerinin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor...”  İbrahim Suresi/42

Baran Dergisi 627. Sayı