Eser sadece hatırat nev’inden bir eser değil, bilakis akademik dille yazılmış, dönemin şahitleriyle birlikte belgesel tadı verilmiş, dolayısıyla hatıradan ayrılmıştır. Bizzat eser sahibinin İslamcı mücadelenin içerisinde yer almış olması dolayısıyla da ilk kaynak kendisi olmuş, kendisinin BD-İbda’nın şarihi, tafsil edicisi olduğunu göstermiştir. Eser bu anlamda İslam ihtilalinin bir şerhi olma görevi görüyor.

Salih Mirzabeyoğlu’nun 15 Kasım 1975 tarihinde çıkardığı Gölge Dergisi’nin ve 1979 yılında çıkardığı Akıncı Güç Dergisi’nin kadrosunda 20’li yaşlarda yer almış, Akıncılar Derneği’nin teşkilatında görev yapmış ve halen de Aylık Baran Dergisi’nin yayın kurulu üyeliğine devam eden Kâzım Albayrak’ın Aralık 2023 tarihinde "Gölge'den Akıncı Güç'e İslami Hareketin Temelleri" isimli eseri Kökler Yayınları’ndan çıktı.

Beş bölümden oluşan eserin ilk bölümünde memleketin 1970-1975 yılları arasındaki portresi çiziliyor. İktidarların değişimi, sağ sol kavgalarının ayyuka çıkışı, ülkedeki hareketlilik hatırlatılırken; memleketin fikri, siyasi, ahlaki ve iktisadi bir keşmekeş içerisinde olduğu da vurgulanıyor. Gençliğin durumuna değiniliyor ve Hippi kuşağının revaçta olduğu Kemalizm ideolojisinin baskısı neticesinde Müslümanların kılık kıyafetine karışıldığı işleniyor. Yine bu dönemlerde Kemalizm’den beslenmiş ortanın solundan kopyacı seviyede Marksist sol örgütler ve Komünizme karşı Kemalist rejimi ve ideolojisini korumak üzere ayaklanan Ülkücü hareket ele alınıyor. Ardından pörsümeye yüz tutan MTTB ve MSP’nin seçimlerdeki vaziyeti, Üstad Necip Fazıl’ın MNP ve MSP’ye verdiği destek detaylarıyla anlatılıyor.

Üstad Necip Fazıl’ın verdiği destek derken, bunu kısaca açalım. Üstad, örgüleştirdiği ve bütün fikir etrafında topladığı dünya meselelerini Büyük Doğu fikriyatıyla hem yaşadı hem de yaşamayı fikir bildi. Ömrü boyunca da bu fikrinin mücadelesini verdi. Çıkardığı eserleriyle, yayınladığı dergileriyle ve verdiği konferanslarıyla; Kemalist rejimin felce uğrattığı, geçmişini unuttuğu ve kendisine yabancılaştığı bir nesle ruh üfledi. Büyük Doğu idealini aşıladı. MTTB, MSP ve MHP teşkilatlarını hareketlendirdi, özellikle gençlik yapılanmalarında kendi fikrini tüttürdü ve her birine aksiyon ve hareket sahası açtı.

Üstad Necip Fazıl’ın “ruh hamurunu yoğurmak ve mayasını tutturmak için kırk yıldır didindiği” ve “küfürden buzdağını hohlaya hohlaya erittiği” dönemlerden bahsediyoruz. Komünistlerin ve solcuların sürekli eylemleri, Kemalist rejimin Müslümanlara yaptığı baskılar da malumunuz. Yine Müslümanların pasifize edildiği, ağzını açanın susturulduğu, “Bu iş edebiyatla olur”culardan “Aman provokasyona gelmeyin”cilere, “Bunlar Yahudi oyunu”culardan “Onlar da bunu istiyor”culara kadar türlü keleş düşüncelerin olduğu, düzene itaatkâr Müslümanlığın şuurlara oturtulmaya çalışıldığı, haksızlık karşısında susmanın geçer akçe olduğu dönemler… Kısacası Müslümanların eylemlere yabancı olduğu dönemler... Eserde bunlara değiniliyor ve sol fraksiyonun da üniversitelerden sendikalara kadar her yeri tuttuğu vurgulanıyor.

Üstad, bir nesli canlanması için hazırladı fakat istediği maya bu teşkilatlarda tutmadı. Buna parti liderleri de, teşkilat başkanları da engel oldu. Erbakan, Necip Fazıl'la ve fikriyatıyla bağının kalmadığını deklare etti. Bu süreçte Üstad’ın, hiç beklemediği bir anda kendi teşkilatlarını kurup Türkiye’nin her yerinde Büyük Doğu idealini tüttürmeye çalışan “Akıncı” hareketi peyda oldu.

Eserde, Akıncıların Ortaya Çıkışı başlığı altında bu mesele ele işleniyor ve Salih Mirzabeyoğlu’nun ve o dönemin şahitlerinin dilinden hadiseler aktarılıyor. Bizler de kısaca o dönemleri hatırlayalım.

Teoride Kemalist rejime karşı Müslümanların nasıl duracağını, nasıl tavır alacağını ve şuurlanacağını Büyük Doğu ideolocyasıyla gösteren Üstad Necip Fazıl’ın bu sistemini pratize eden, fikir-eylem planında sistemli biçimde bir mücadele başlatan ve bunun teorisini de ortaya koyan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’dur. Müslümanların ilk dirilişi de Salih Mirzabeyoğlu’nun Türkiye’de kulaklara ve gönüllere sayha sayha yayılan sesiyle başlamıştır. Kendisine ait olan “Akıncı” tabiri de Müslüman gençler arasında benimsenmiş ve Türkiye’nin her yerinde kullanılmaya başlanmış, gençliğin dili ve yüreğine yerleşmiştir.

Eserde bu durumun “kendinden zuhur” olarak aksedildiği ve hızlı şekilde teşkilatların çoğaldığı vurgulanıyor.

Sağ-sol gruplar arasında memleketin yangın yerine döndüğü, gençliğin bunların peşinden sürüklendiği bir dönemde Salih Mirzabeyoğlu, neyi niçin yaptığını her cephesiyle izah edici mahiyette, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ideolocyasına nisbetle “İnsanımız ve İnancımızın Kavgası” mottosuyla Gölge Dergisi’ni (1975) çıkarır. İlk sayının manşeti de hiçbir zaman eskimeyecek, her an taze kalacak bir manşettir: “Çağlar Üstü Mutlak Fikir’e Doğru...”

Bu dergiyle Büyük Doğu ideolojisi çizgisini sürdürür ve “Aksiyona dönüşmeyen fikir topluluğu kendi içinde çürümeye ve çözülmeye başlar.”(2) diyerek akının başladığını duyurur. Mirzabeyoğlu yola çıkış maksadını da “Dava çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; ‘aksi seda gibi tekrarlayıcı ‘neredesin?’ cevabıyla değil, ‘Murad edilenin gölgesi kabul edilebilirsek buradayız, hedefimiz aslı gibi olmaktır demek niyetiyle çıktık.”(3) takdimiyle ifade eder.

Eserde, Akıncıların oluşumunun Mirzabeyoğlu ve çıkardığı Gölge sayesinde ilerilere taşındığı ve artık korkusuzca meydanlarda gençlerin haklarını aradığı anlatılır. Ardından MSP ve Akıncılar ilişkisine temas edilir.

Üstad sayesinde MSP’nin büyük bir teveccühle karşılandığı fakat Erbakan’ın daha sonra Büyük Doğu’ya olan uzaklığı ve Üstad’ı hiçbir hususta dinlememesi, akabinde Akıncılar teşkilatının MSP’den değil o dönemin manzarasından doğan sebeplerle ortaya çıktığı ve sadece MSP ile Akıncıların birbirini desteklediği vurgulanır.

Eserin ikinci bölümünde Salih Mirzabeyoğlu’nun Gölge’yi çıkarmadan önceki ruh dünyası tahlil ediliyor, ardından Mirzabeyoğlu’nun muhteşem doğuşunun Gölge ile başladığı, “Komünist-Ülkücü kamplaşmasında kendine yol arayan mukaddesatçı gençliği Gölge'nin net-tavizsiz dili” ile harekete geçirildiği aktarılıyor.

Yine bu bölümde Salih Mirzabeyoğlu’nun arkadaşları, yazarın kendi hayatından kareler, Mirzabeyoğlu ile tanışması, Mirzabeyoğlu’nun arkadaşlarının onun hakkındaki düşünceleri, Mirzabeyoğlu’nun siyasi düşüncesi, ruh hayatı, Türkiye ve dünyaya bakışı kısaca ele alınıyor. Gölge dergisinin de ilk döneminde camiadaki hareketsizliği ortadan kaldırmak üzere faaliyette bulunduğunu, ikinci dönemde aynı hareketlilikle fakat daha sonra İbda ismini alacak fikriyatın ağırlığının da gösterildiği vurgulanıyor. Burada da görüyoruz ki, eserler de ard arda gelmeye başlıyor. Gölge’nin ikinci döneminde Mirzabeyoğlu, “Bütün Fikrin Gerekliliği” eserini tamamlamış, kendi deyimiyle “Akıncı Güç patlaması”nın başında, 1979’da bir kitapçık çapında basılmış ve Üstad Necip Fazıl’ın tetkikine sunulmuştur. Daha sonraları eserinden dolayı, Üstad’ın “Mücerret fikir istidadı tam” gibi hükme varıcı övgülerine mazhar olmuştur.

Eserin üçüncü bölümünde Gölge dergisinin bütün kesimlere olan tesirinden bahsediliyor. Eserden öğreniyoruz ki, Gölge dergisi zuhur edene kadar İslamcı camiada herhangi bir hareketlilik yoktu. Mirzabeyoğlu’nun “Moro Destanı-Aydınlık Savaşçıları” şiiri en küçükten en büyüğüne varana kadar herkesin diline pelesenk oluyor.

Eserde bu şiir için Mirzabeyoğlu’nun eserinde geçen şu cümlelere yer veriliyor:

“...Söz konusu şiir... O günden başlayarak, 1980'li yılların başlarına kadar, özellikle Afganlı mücahitlerin Sovyetler Birliği ile kapıştığı ilk yıllarda, pek çok taklide mevzu oldu... Özellikle Milli Gazete'de her gün, 3-5-10 çocuk motifli ve söz konusu şiirin bazen bütün bütün mısralarıyla, sesi!..”(s.98)

Yani Mirzabeyoğlu, birçok kesime aksiyon yüklerken yanında fikir de aşılıyordu. Fetullah Gülenvari “Oyuna gelmeyeceğiz, provokasyona gelmeyeceğiz” tarzı söylemlere inat Müslümanların hakları aranır olmaya başlıyor, sindirilmiş, pasif Müslüman tipi Mirzabeyoğlu sayesinde yok ediliyordu.

Albayrak, eserin bu bölümünde Gölge dergisinin ekibiyle yaptığı röportajların pasajlarına da yer veriyor. Ardından Gölge’nin mukaddesatçı, ülkücü ve sol kesime olan etkisini ele alıyor.

Yine bu bölümde 1977 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve onunla beraber yedi Enstitünün başlatmış olduğu boykotlara yer veriliyor. Bu boykotlar din tahripçilerine, Müslümanlara yapılan zulüm ve baskılara karşı yapılıyor ve mükemmel sonuçlar alınıyor. Eserde o dönemlerde boykotlara karşı çıkan Tayyar Altıkulaç, Hayrettin Karaman ve Bekir Topaloğlu gibi Kemalist rejiminin destekçisi hocalar ele alınıyor. Albayrak, yaptıkları boykotlara ve öğrencilerin hatıralarına da genişçe yer veriyor.

Albayrak Gölge Dergisi’nin siyaset sahasındaki yerine değindikten sonra Mirzabeyoğlu’nun Gölge’yle alakalı düşüncelerini ele alıyor. İbda Diyalektiği eserinden iktibasla Gölge’nin gong sesi olduğunu niteliyor.

Eserde Gölge dergisinin kapakları, posterleri ve muhtevası da kapsamlı bir şekilde inceleniyor. Ayrıca eserin 289. sayfasından 319. sayfasına kadar Gölge’nin kapak, poster ve albümlerine yer veriliyor.

14 sayı çıkan Gölge Dergisi 1978’e kadar devam etmiş; hem Türkiye hem de dünyada olup biten hadiselerin haber-tahlilini yapmış, toplumu yönlendirici olmuş ve sürekli zinde tutmuştur.

Eserin dördüncü bölümünde 1979 yılında “İyi, Güzel ve Doğru” mottosuyla çıkan ve büyük bir ses getiren Akıncı Güç Dergisi işleniyor. 40 bine yaklaşan tirajıyla adeta Türkiye’de duymayan kalmaz bu dergiyi. 9 sayı çıkan dergi, esere göre Gölge’nin tohumlarının sonucudur ve bu dergi yeni bir aksiyona kapı aralamıştır.

Büyük Doğu idealini madde ve manada göstermek gayesi güden Akıncı Güç, Gölge Dergisi’nin de üstünde bir harekete girişmeye başlamış, sadece toplumumuzdaki ve dünyadaki problemlere dikkat çekmemiş aynı zamanda aksiyona da girişerek şehitler vermiştir. Gölge temsilcisi Metin Yüksel ve Cemal Havuzoğlu gibi şehitler yanında Ahmet Aktaş, Gürsel Kabadayı, A. Haşim Sönmez, Orhan Ünal, Sefa Eryağan gibi birçok isim Akıncı Güç dönemi şehitlerinden bazılarıdır.

Akıncı Güç, hem teşkilatlandırırken hem de ihtilal şuurunu aşılamış ve Üstad üzerinden sahteliklerini yaşatmaya çalışan tipleri de yerle yeksan edercesine Büyük Doğu’nun idealini yüzlerine çalmıştır.

Tabii bu süreçte Salih Mirzabeyoğlu’nun kurduğu Akıncıların içinde ayrışmalar yaşanır. Mehmet Güney ve ekibi meydana çıkmak istemez, bu ideolocyanın kavgasından pratikte kaçınır. MSP’nin güdümünde kalmak isterler. Salih Mirzabeyoğlu, bu ayrışmada aksiyona talip olmayanlarla yolunu ayırır ve Akıncılar Derneği’nden ayrılarak Akıncı Güç ile yolunu ve mücadelesini sürdürür. Eserde bu mevzu daha tafsilatlı anlatılıyor ve Akıncılar’ın maddede ve manada tamamen Mirzabeyoğlu ile alakalı olduğu anlaşılmış oluyor.

Müslümanların ayaklanışının, eziklikten arındırılışının, yenilenişinin Salih Mirzabeyoğlu’nun eylemleri ve dergi faaliyetleriyle doğrudan alakası vardır. Mirzabeyoğlu, “İslam’da kavga yoktur, slogan yoktur, ideoloji yoktur.” diyen kavga kaçkınlarına İslamcı mücadelenin nasıl yürütüleceğini, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ideolojisine göre fikir-eylem misyonu içerisinde göstermiş, Büyük Doğu aksiyon ruhunu gençliğe aşılamıştır. Mirzabeyoğlu, zaten bu ideali derginin ilk sayısında “Akıncı Güç, aksiyonunun konusunu arayan bir kalıp hüviyetindeki gençliğin, hareket hedefini tayin etmiş, B.D ruh ve sistemiyle gençlik arasında ‘köprübaşı’ olmuştur.” diyerek de vurgulamıştır.

Salih Mirzabeyoğlu, “Kavga mı yoksa fikir mi” gibi sorulara karşılık, “Sistem çapında tatbik fikri olmadan tatbike dair hareketler bir mana ifade edemez ki, fikir veya eylem niyetli çıkışların yeri ve değerini paylaşalım.”(4) cevabını vermiş ve Akıncı Güç ile yürüttüğü mücadelesinde sistemden iktidara, devletten topluma, idare şeklinden nizam şuuruna kadar bir bütün halinde işin stratejisini ortaya dökmüş, meselelerin soylu izahını yapmış ve mazerete açık kapı bırakmamıştır. Büyük Doğu idealine kafa ve ruh olarak bağlılığını ilk sayılarda gösteren Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’ın büyük iltifatına “Müjdelerin Müjdesi”ne mazhar olmuştur.

“...bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi: Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” diye başlayan müjde, 10 Haziran 1979 tarihli Ortadoğu Gazetesi’nde yayınlanır:

“Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” cümlesi, Üstad’ın apaçık davetidir. Hem çevresindekilere hem de genç nesillere…

Yayınlanan Müjdelerin Müjdesi’nden bir hafta sonra Necip Fazıl, aynı gazetede Salih Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilal” başlıklı yazısını yayınlatır. Üstad, Mirzabeyoğlu’nu agora meydanında duyurduktan sonra Akıncı Güç dergisinde yayınlatmak üzere “Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı” diye başlayan “Işık” isimli yazısını ithaf eder.(5)

İnsan ve toplum meselelerine bir bütün halinde bakmasıyla, “İslam’da hukuk, İslam’da iktisat, İslam’da siyaset, İslam’da edebiyat” gibi parça parça değil de her bir meseleyi birbirine bağlayıcı mahiyette Mutlak Fikir ölçüleri ışığında ele almasıyla; Kemalist rejimin iğdiş ettiği ve değiştirdiği alışkanlıklarımıza, şuurumuza yeniden format atan Salih Mirzabeyoğlu, bu anlamda büyük bir ruh ihtilalcisi olduğunu da göstermiştir.

Allah Resulü’nün kötülüklere karşı ilk olarak el-fiil ile mücadele edilmesi konusundaki işaretini emir telakki etmiş, gerekeni gerektiği yerde yaparak aksiyon halinde “İslam ihtilal-inkılabını İslam’a muhatap anlayışın olanca hakikatiyle görünmesi kavgası”nı vermiş, Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’nü tatbik fikriyle pratiğe geçirmiştir. Bu o kadar da kolay olmamıştır. Mirzabeyoğlu’nun deyişiyle, “sistemi, hâlihazırdaki yaşanana hâkim kılmak” tabiri caizse deveye hendek atlatmaktır. Yeni doğmuş bir insanı yeni bir şuurun norm ve formlarına göre yetiştiriyor olsak bu zor olmayacak; fakat Kemalist sistemin çarpık ideolojisine göre düşünen, yaşayan, konuşan, eğitim alan insanına yeni bir şuur süzgeci telkin etmenin zorluğu söz konusudur.

Albayrak’ın deyimiyle Akıncı Güç, gençliğin cazibe merkezi oldu. Sağ sol kavgasının dışında bir hareket güttü. Hiçbir partinin güdümünde olmadı, birilerinin kuklası olmadı. Büyük Doğu idealini hareket ile gençliğe aşılayan ve ruh üfleyen bir konumda oldu. Akıncı Güç’te ne sağcıların kütlüğü ve yobazlığı vardı ne de solcuların ruhsuzluğu.

Eserin beşinci bölümünde Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatına, düşüncesine ve İbda fikriyatına yer veriliyor. Yine bu bölümde eserlerin detayına giriliyor, tetkik ediliyor. Yayımlandığı dönemler ve ortamlar ele alınıyor.   

Bu bölümde en önemli gördüğüm yerlerden biri de Kumandan ile cezaevinde yapılan sohbetler mevzuu. Burada anlıyoruz, Mirzabeyoğlu’nun çok zor şartlar içinde eser çıkardığını... Bir odada üç kitaptan başka kitap bulundurmak yasak olmasına rağmen eşsiz eserlere ne şartlar içinde imza attığını... Telegram işkencesine maruz kaldığı dönemlerde, bu işkenceye dair yazdığı eserin dışarıya çıkarılmasının yasaklandığını...

Eserde kültürden sanata, cihattan insani ilişkilere ve Telegram’a kadar Kumandan’ın hiçbir yerde olmayan sohbetlerinden pasajlar bulunuyor.

Yine bu bölümde Üstad’ın fikir örgüsü Büyük Doğu ve onun yürütücüsü olan İbda ele alınıyor. İbda’nın tasavvuf ve tarikat anlayışı işleniyor. İbda’nın bir tarikat değil bir fikir hareketi olduğu ve kendinden zuhur ile ilerlemeyi, gelenekselleşmiş bir tarikat anlayışından ziyade her an yenilenen ve sürekli aksiyon halinde her meselede-işte-ibadette işin ruhunu tüttüren bir anlayış vurgulanıyor. Eserde de belirtildiği üzere İbda fikriyatı, tasavvufî kavramları yeni bir dil ile yorumlayarak onları günümüzde canlı ve dinamik bir hale getirmiştir. Yani İbda, klasik anlayışa karşı çıkmadığı gibi tasavvufu her yönüyle yenilemiştir.

Kumandan eşya ve hadiselere yeni bir dil-yeni bir sistem ile yaklaşıyor. Her şeye de İslam’a muhatap anlayış olan İbda’nın şuur süzgecinden geçirerek yaklaşıyor. Bu sebepten dolayı dil çok önemli. O olmadan hiçbir şey olmaz. Eserde de dil bahsine giriliyor, İbda’nın kendi kurduğu diline temas ediliyor, her mevzuyu kendi bünyesinde eritip İbda’nın malı yapan bir diyalektiği anlatıyor, bu anlayışla nisbet noktasının İbda olması açısından her şeyi de onun önünde hesaba çekişini İbda’nın dil ve diyalektiği üzerinden gösteriyor.

Gölgeden Akıncı Güçe Kazım Albayrak Kitap

Eserde dikkatimi çeken hususlar

Eserde dikkatimi çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken bazı hususları da sıralamak istiyorum.

Aksa Tufanı Operasyonu’na benzer bir operasyon fikrinin Mirzabeyoğlu’ndan gelmesi. Albayrak, Salih Mirzabeyoğlu'nun 1980 yıllarında, İsrail'in savunma sistemini yarmak ve onu imha etmek için binlerce Filistinli motosikletlinin Yahudi topraklarına aynı anda girmesini, vurulanlar olsa da kalanların işi bitirmesini önerdiğini anlatıyor ve bunun yatay örgütlenme modeli olduğunu aktarıyor. (s.65)

Yine dikkatimi çeken hususlardan biri de hatıratlar. Bu hatıratlar birçok meseleden daha önemli. Çünkü insanların aralarındaki sevgi ve saygı bağı, onların işte de ne kadar samimi olduğunu gösteriyor. Ayrıca Akıncıların, uğrunda canlarını feda ettikleri davayı en güzel biçimde anlatan hatıralardır. Hatıraların da insanı tutan bir yönü var. Çünkü orada görüyoruz aralarındaki muhabbet bağını, aksiyonlarını, tavırlarını, ahlaklarını... Mesela Salih Mirzabeyoğlu’nun derinliğine bir insan oluşunu yine yaşadıkları, şahit oldukları üzerinden anlatıyorlar. (s.56) Kimi onun vakarına kapıldı da fikrini sevdi kimi ise fikrini sevdi de cazibesini hissetti.

Eserde Albayrak, Kumandan’ın ahlaki vasıflarına da değiniyor ve ondan gördüğü, yaşadığı intibaları aktarıyor. Mesela şu cümle çok önemli: “Mirzabeyoğlu’nda bir iman cazibesi vardı. Onunla gezerken, yürürken, sohbet ederken insan bir başka havaya giriyor, sahici insan olmanın tadına varıyordu.”

Tüm insani hasletlerin yitirildiği bir zaman diliminde her şeyiyle sahici olana ihtiyacımız var. Kumandan bu manada bir model olarak duruyor karşımızda. Bir ayna görevi görüyor.

Mesela eserde Kumandan'ın kadim dostu Mevlüt Koç, Kumandan hakkında şunu dile getiriyor: “Cumhuriyet döneminin kanıksanmış Müslüman modelinden çok uzaktı.”

Eserlerinde de zaten yeni bir dil, yeni bir şuur, yeni bir ruhla yepyeni bir model sunuyor insanlığa. Rejimin topluma enjekte ettiği Batıcı anlayıştan uzak, geçmişin ham yobazlığından da uzak “Topluluk Hakikati”ni temsil edecek bir model. Onu okuduğumuzda nazik, kibar, nezaket sahibi, her şeyin derinine nüfuz eden, sabırlı biri olduğunu görüyoruz. Eserde de dikkatimi çektiği üzere; kabalıktan ve kaba insandan hoşlanmazmış. İnsanın halinden anlar ve dert edinirmiş. Zaten, çileli geçen ömrü, 70’e yakın eserleriyle neye talip olduğunu bilmenin verdiği o büyük hazzın yanında nelere sabrettiğini de insan hissedebiliyor. O yüzden kiminle olmuşsa, kime selam vermişse onun hayatına bir mana katmış, ruh katmış. Zaten okuyanlar da bilir ki hangi eseri elinize alsanız o eserde sizi sarsan, zihninizi meşgul eden, ruhunuzu harekete geçiren bir meseleyle karşılaşırsınız.

Eserin beşinci bölümünde yazarın Kumandan’a imzalattığı eserler bahsi var. Bu te Albayrak’ın 1975-1980 seneleri içerisinde Mirzabeyoğlu’na imzalattığı eserlerde bir diyalektik olması dikkatimi çekmişti. Kumandan, imzaladığı kişiyi unutmuyor, önemsiyor ve bir mürşid-mürid ilişkisi içerisinde davranıyor, bir önceki imzasıyla sonraki imzalamaları arasında da bir kopukluk olmaması dikkatimi çekiyor.

Yine eserde anlatıldığına göre yaptığı sohbetlerde her kültür hakkında bilgi sahibi olması yanında o kültüre derinliğine nüfuz etmesi beni etkileyen mevzulardan... Anlaşılıyor ki, Müslüman her şeyden haberdar olmak memuriyetinde fakat bir şeyi ise derinliğine bilmek mecburiyetinde...

Eserde Kumandanın davanın menfaati neredeyse orada bulunmamız gerektiği bahsi de çok önemli. (s.71) Diğer türlü, insan mücadele verirken kendi benliği de araya karışabilir ve ayırt etmesi zor olabilir. Fakat her ne iş yapıyorsa ve neredeyse, inandığı davasının menfaatine göre hareket ediyorsa oradan saf ve temiz iş çıkıyor.

Eserde geçen bir başka hadise ise Atasoy Müftüoğlu'nun “kitap okuyacağız, eyleme gitmeyeceğiz” sözü... O dönemlerde gençliği pasifize etmeye yönelik yahut gençliği rejimin istediği yere çekmenin en kolay tuzağı bu slogandı. Hatta bu slogan Fetullah Gülen ve Gülenvari tiplerde daha ileriye gitmişti. Onlar Müslümanların baş kaldırışını sürekli provokasyon olarak niteliyorlardı ve fitne çıkarmayın diyerek tersinden İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyorlardı. 80’li yıllarda başörtüsü eylemi yapılırken, FETÖ, “Bunların arasında çarşaf giymiş erkekler var, provokasyon yapıyor” diyerek Müslümanların eylemini baltalıyor, boykotları kırmaya çalışarak da Müslümanlara ajan provokatör diyorlardı. Yine 1977-1978 yıllarını kapsayan Yüksek İslâm Enstitüsü (YİE) eylemi ve Ayasofya eylemi yapan Müslümanlara “provokatör” denilerek milletin eylemlerini kırmaya çalışıyorlardı.

Bu nefsi rahata alıştırma ve nefsini tatmin etme hali günümüzde de devam ediyor. Mesela İsrail’in Gazze katliamı sebebiyle Türkiye’de Müslümanların İsrail Konsolosluğu’ndaki ve İncirlik Üssü’ndeki eylemlerini, Batıcı laik rejimin “hoca”ları “Provokasyona gelmeyin, bunlar provokatör!” tarzı iftiralarla kötüleyerek milletin eylemlerini sabote etmeye, Müslümanların hareket alanını kısıtlamaya çalışması, Fetullah Gülen’lerin bir değil yüzlerce olduğunu ve bu zihniyetin hala İslamcılar üzerinde etkisi olduğunu gösteriyor.

Eserde dikkatimi çeken mevzulardan biri de Mirzabeyoğlu’nun tutuklandığında Siyasi Şube’de ABD elçiliğinden kişilerin olduğu ve resmi sorguda “Neden İsrail’e düşmansınız” diye sorguya çekildiği idi. Evet, biliyoruz ki, İsrail nasıl ki Kemalizm’in dostu ise İbda’nın da düşmanıdır. Bu sebepten İbda hem sadece Kemalizm’i değil, onun tutunduğu dallar olan Batı’yı da rahatsız etmektedir!

Eseri bitirirken

Eserin son kısmı Gölge Dergisi ve Akıncı Güç Dergisi’nin kapaklarına, Yüksek İslam Enstitüsü boykotlarının ve akıncı şehitlerinin fotoğraf ve kupürlerine, son olarak da akıncı şehitler listesine ayrılmış.

Okunulduğunda anlaşılacağı üzere eser sadece hatırat nev’inden bir eser değil, bilakis akademik dille yazılmış, dönemin şahitleriyle birlikte belgesel tadı verilmiş, dolayısıyla hatıradan ayrılmıştır. Bizzat eser sahibinin İslamcı mücadelenin içerisinde yer almış olması dolayısıyla da ilk kaynak kendisi olmuş, kendisinin BD-İbda’nın şarihi, tafsil edicisi olduğunu göstermiştir. Eser bu anlamda İslam ihtilalinin bir şerhi olma görevi görüyor.

Eseri bitirince sadece Gölge ve Akıncı Güç dergileri hakkında bilgi sahibi olmuyor, 1975-1980 yıllarını kapsayan bir hareketin geçmişteki hiçbir yapıya benzemediği gibi geleceğe de yön verdiğini görüyoruz. Bu sayede geçmiş dönemlerde yaşanan kavga kaçkınlarının günümüzde de aynı şekilde köşeye sindiğini, hiçbir ideal etrafında durmadan daldan dala konduğunu müşahede ediyoruz.

Salih Mirzabeyoğlu’nun fikriyatına, dünya görüşüne, hayatından karelere ve eserlerine detaylıca yer verilmesi de eseri her zaman başvurulacak bir eser haline getirmiş.

Dipnotlar:

1. Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İbda Yayınları, Cilt 5, s. 402.

2. Gölge dergisi, I. Sayı, I. Sayfa.

3. Gölge dergisi, I. Sayı, II. Sayfa.

4 Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, İbda Yayınları, s.34.

5. Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 6, Büyük Doğu Yayınları, s. 30.

Aylık Baran Dergisi 26. Sayı, Nisan 2024