“İsrail paraşütçüleri, Harem üş-Şerif’e ve Burak (Ağlama) Duvarı'na doğru ilerliyordu. Doğu Kudüs'ün en mukaddes alanı, MS 70 yılından beri ilk defa Yahudilerce işgal ediliyordu. Tugay Komutanı Korgeneral Mordehay Gur, telsizinden "Tapınak Dağı elimizde! Tekrar ediyorum, Tapınak Dağı elimizde!" diyordu. General Haham Shlomo Goren, Burak Duvarı'nın ele geçirilişini kutsamak için Şofar çalıyordu. Dünyadaki Yahudiler sevinç, Müslümanlar ise tarifsiz bir hüzün içindeydi... “
Kudüs, 07 Haziran 1967
* * *
İşgal devleti İsrail, haksızca kurulduğu 1948 yılından bu yana, varoluşunu tarihsel kanıtlar ve arkeolojik verilerle bütünleştirme çabasındadır. Tartışmasız bir Yahudi şeriat devleti olan İsrail’in bu konularda temel dayanağını muharref Tevrat oluşturuyor.
İsrail’in ulusal ve dinsel ülküsünü temellendirdiği, vazgeçmesinin söz konusu olmadığı iki olgu var; Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa etmek ve Nil’den Fırat’a kadar uzanan “vaad edilmiş toprak”lara sahip olmak. Tarih, işgal devletinin –bizler için sözde- ülküsü uğruna Kudüs, Gazze ve Filistin genelinde nasıl korkunç şeyler yapabileceğini, bütün dünyaya dün gösterdiği gibi bugün de gösteriyor.
İsrail ve Mısır, Ürdün ve Suriye ile bunlara destek sağlayan başka Arap ülkelerinin kuvvetleri arasında 05 Haziran 1967’de başlayan Altı Gün Savaşı, Araplar ve tüm İslam dünyası için etkisi hala devam edecek kadar büyük bir hezimetle sonuçlanmıştı. Altı Gün Savaşı’nın henüz üçüncü gününde işgal devletinin askerleri, mukaddes Kudüs’ün dini açıdan en önemli merkezlerinin bulunduğu doğusunu ele geçirmiş, Burak Duvarı’nın (Ağlama Duvarı, Batı Duvarı) önüne gelmiş, Harem üş-Şerif’e girmişlerdi.
İki bin yıldır bunun hayaliyle yanıp tutuşan Yahudiler açısından mucizevi bir zafer olarak kabul edilen savaşın bu anını, Burak Duvarı önünde dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan “En kutsal yerimize, bir daha ayrılmamak üzere döndük!” sözleriyle ifade etmişti. Eski Yunanca iki delta harfinin iç içe geçmiş halinden oluşan Davud yıldızlı ve mavi çizgili bayraksa Müslümanların onurunu arsızca çiğneyerek Kubbet us-Sahre’nin üzerine asılmıştı. İngilizlerin 1917’de Kudüs işgali hariç –Osmanlı’nın “müttefiki” Avusturya, çanlar çalarak kutlamıştı düşmanın zaferini-, İslam dünyası, peygamberler şehri mukaddes Kudüs’te Haçlılardan beri böyle utanç verici bir şeye şahit olmamıştı. Müslüman olmayanlar, Kudüs idaresini ele geçirmişlerdi.
Böylece Osmanlı Devleti’nin 1917 yılında çekilmesinden sonra bir türlü huzura kavuşamayan Filistin ve bilhassa mukaddes Kudüs, yıllarca bitmeyecek zulüm devriyle karşı karşıya kaldı. Altı Gün Savaşı’nda Arap ordularının uğradığı hezimet, Kudüs, Filistin, Ortadoğu tarihini baştan aşağı değiştirdi ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı…
Harem üş-Şerif
Kudüs’te üç semavi din için en mukaddes yer, Batı ve Yahudi kaynaklarında Moriah Dağı, Tapınak Tepesi gibi isimlerle anılan, bizim “Harem üş-Şerif” veya “Mescid-i Aksa Alanı” dediğimiz 144 dönüme yayılmış bölgedir.
Harem üş-Şerif’in en mukaddes yeriyse Kubbet us-Sahre’nin altında mahfuz, mukaddes kaya Hacer-i Muallak’tır. Her üç din, söz konusu alanın ve bilhassa kayanın kutsiyeti konusunda birbiriyle adeta yarış halindedir. Yahudiler, Dünya’nın yaratılışını buraya bağlayıp Hz. İbrahim’in (as) oğlu –onlara göre- İshak’ı kayanın üzerinde kurban etmeye teşebbüs ettiğine; Hıristiyanlar, Süleyman Tapınağı’nda kalan Hz. Meryem’e bir meleğin her gün bu kayanın üzerinde yiyecek getirdiğine ve Hz. İsa’nın (as) aynı yerde vaaz verdiğine inanırlar. Biz Müslümanlar ise Hz. Muhammed’in (sav) arşa Hacer-i Muallak üzerinden yükseldiğine iman ederiz.
Yahudiler için Harem üş-Şerif, Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa etmek için onları bekleyen, başkalarıyla paylaşmaya hiç niyetleri olmayan mukaddes bir arazidir. Kudüs’te son yüzyılda oynanan bütün oyunların temeli, sadece Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşa hedefine dönüktür.
Harem üş-Şerif’te yaklaşık üç bin yıl evvel kurulmuş tapınağı tanımadan, önemini kavramadan işgal devletinin dünyayı dehşete düşüren acımasızlığı, bitip tükenmek bilmeyen hırsları ve insanı şaşkına çeviren hukuk tanımazlığı anlaşılamaz.
Mişkan
Kudüs’te Süleyman Tapınağı’nın inşasından çok evvel, Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda verilen On Emir Levhaları, Hz. Harun’un asası gibi mukaddes eşyaların mahfuz olduğu Ahid Sandığı, İsrail kabileleri tarafından muhafaza edilmektedir. Ortada Yahudilere ait inşa edilmiş bir tapınak filan yoktur, çölde konar göçer İsrail kabilelerinin konaklayacağı yerlere kondurulan bir çadırda (İbr., mişkan) Ahid Sandığı, en kutsal kabul edilen ayrı bir kısma yerleştirilmekte, sadece bir perde ile sıradan insanlardan tamamen ayrılmaktadır.
Taşınabilir bir tapınak olarak tanımlanabilecek Mişkan’ın ne şekilde olması gerektiği de muharref Tevrat’ta açıklanmaktadır. İsrailoğullarının tapınağı “mişkan”, mukaddes eşyalarla kabilelerin beraberinde taşınmaktadır.
Yerleşik hayata çoktan geçmiş Mezopotamya devletlerinin ise aynı dönemde tapınaklar inşa ettiği bilinmektedir.
I.Süleyman tapınağı
Muharref Tevrat’ta yer alan anlatıya göre, Hz. Davud’un (as) yerini seçtiği bir tapınak, Mescid-i Aksa Alanı’na oğlu Hz. Süleyman (as) devrinde MÖ yaklaşık 10. yüzyılda bizzat Hz. Süleyman’ın (as) emriyle inşa edilmiştir. Yeri gelmişken her iki ismin de Yahudi ve Hıristiyan dini kaynaklarında sadece “kral” olarak anıldıklarını hatırlatmak isteriz.
“Süleyman Tapınağı” (İbr. Beyt HaMiqdaş Ar. Beyt ûl-Makdis “Mukaddes Ev”, Lat. Templum Solomonis) olarak adlandırılan yapı, Yahudiler için dini bakımdan yeryüzündeki bütün binalardan daha olağanüstü vasıflara sahiptir.
Muharref Tevrat, Süleyman Tapınağı’nın planını oldukça ayrıntılı olarak tarif eder. Tapınağın inşasında Hz. Süleyman’a Sur Kralı Hiram’ın Lübnan sedir ağaçları yolladığı, Surluların inşaatta çalıştıkları, yine Sur’dan Hiram isimli iyi bir ustanın tapınak inşaatına getirildiği, Bybloslu taş ustalarının yapı için taş kestiği gibi bilgiler, Tevrat anlatısında yer bulmaktadır.
Kudüs’te Harem üş-Şerif’de olduğu rivayet edilen geniş bir avluyla çevrili I. Süleyman Tapınağı, çoklarınca sanıldığının aksine mütevazı büyüklükte ve üç ana bölümden müteşekkildir; Giriş “ulam”, dini hizmetlerin gerçekleştirildiği “hekhal” ve Kutsallar Kutsalı denilen “devir”. Şunu hemen belirtelim ki söz konusu yüzyıllarda tapınağın avlusuna dahi Yahudi olmayanların girmesi yasaktır ve buna uymayanlar ölümle cezalandırılmaktadır. Yahudi din adamları, “Kutsallar Kutsalı” bölümü hariç, tapınağa girebilmektedir. Yahudi kadınlar, tapınağa girememekte, Yahudi erkekler ise sadece avluya kabul edilmektedir. Yahudilerin sadece Süleyman Tapınağı’nda kurban kesebilmeleri, yapıyı çok özel kılan bir başka konudur.
Hiç kuşku yok ki I. Süleyman Tapınağı’nın en mukaddes yeri, yapının en batısında, “Kutsallar Kutsalı” (Ar. Quds ul-Akdes; İbr. Kodeş HaKodaşim) denen ve Hacer-i Muallak’ın tam üzerinde yer aldığı rivayet edilen penceresiz odadır. Başhaham’ın bile yılda sadece bir gün (Yom Kippur = Kefaret Günü) girebildiği “Kutsallar Kutsalı”, Ahid Sandığı’nı muhafaza etmektedir. Tanrı’nın zuhur ettiğine Yahudilerce inanılan bu bölüme, değil sıradan bir Yahudi’nin girmesi, hahamların bile girmesi yasaktır.
Tapınak yıkılıyor
Yüzlerce yıl Kudüs ve Tapınak, son devrinde Babil’e bağlı Yahuda Krallığı sınırları içinde kaldı. Mısır’a karşı sefer düzenleyen Babil Kralı II. Nabukadnezar’ın ordusu, MÖ 601’de başarısız olup geri çekilince Yahuda Devleti, bu güçsüzlükten cesaret alarak Babil’e isyan etti.
II. Nabukadnezar, isyancı Yahudilere karşı harekete geçti ve MÖ 597’de Kudüs teslim oldu. Bu, son derece önemli bir tarihtir çünkü Yahuda’dan, sayıları üç binle otuz bin arasında olduğu tahmin edilen, başta aristokratlar, zanaatkarlar olmak üzere işe yarayacağı düşünülen herkes, Babil’e yani bugünkü Irak topraklarına sürgüne gönderildi. Irak Yahudilerinin kökenini, söz konusu sürgüne bağlamak yanlış olmayacaktır. Kalan Yahudilerin on yıl sonra Babil hakimiyetine tekrar isyan etmeleriyle ilkinde yağmalanan ancak yıkılmayan Süleyman Tapınağı, Babil ordusu tarafından MÖ 587’de yerle bir edildi. Bu karmaşa içinde Ahit Sandığı da kaybolup gitti…
Sürgün, Babil’i yenen Pers Kralı II. Kyros’un MÖ 538’de Kudüs’e Yahudilerin dönmelerine ve tapınağı tekrar inşa etmelerine müsaadesine kadar devam etti. Kısa sürede ilkiyle kıyaslanamayacak kadar kötü bir mimariye sahip bir tapınak inşa edildi. Böylece MÖ yaklaşık 520’den MS 70’e kadar sürecek II. Tapınak Devri başlamış oldu.
Başka bir yazımızın konusu olacak II. Tapınak, Roma’nın Iudaea vasal Kralı Herodes tarafından MÖ I. yüzyıl sonlarında genişletildi, aslına bakılırsa oldukça da görkemli bir hale getirildi fakat MS 66 yılında Iudaea’da çıkan Yahudi isyanının sonunda, intikam hırsıyla yanıp tutuşan Romalılar tarafından 30 Ağustos 70 yılında yakılıp yıkılmaktan kurtulamadı. Bugün bir kısmı ayakta olan Burak Duvarı, II. Tapınağın avlu duvarıdır.
İsrail’i vahşileştiren hayal
Yahudi arkeologlar, Burak Duvarı’nın devamında ve Harem üş-Şerif etrafında arkeolojik –sözde- bilimsel kazılar yaparken histerik bir halde I. Süleyman Tapınağı’nın izlerini aramaktalar. Söz konusu arkeolojik kazıların Harem üş-Şerif’in tam altında gerçekleştirilme çabaları ise hem BM hem İslam devletleri ile İsrail’i devamlı karşı karşıya getirmektedir. Bütün bu sözde arkeolojik, özde Siyonist çalışmalara karşın İsrail, Harem üş-Şerif’te ilk tapınağa ilişkin hiçbir arkeolojik iz bulamamaktadır. Ortaya çıkarılan mimari eserlerin tamamı, ikinci tapınak evresine aittir.
İşgal devletinin vazgeçemeyeceği amacı, ilk tapınağa ait kalıntıları bularak Harem üş-Şerif’te varlığını güçlendirmek ve arazinin tamamını işgal etmektir. Basında mütemadiyen “Yahudiler, Harem üş-Şerif’e baskın yaptı” şeklinde çıkan ve ne yazık ki artık birçoğumuzun umursamadığı haberler, III. Süleyman Tapınağı’nı inşa için fırsat kollayan Siyonistlerin azgın çabalarından başka bir şey değildir. Yahudiler, resmi anlaşmalara göre girmeleri kesinlikle yasak alana her fırsatta girmekte ve gözümüzün önünde Harem üş-Şerif arazisinde tapınağın tekrar inşası için çılgınca dua etmektedir. İslam dünyasının akıllara durgunluk veren sessizliği, Siyonistleri her geçen gün daha da azdırmaktadır. “Baskın”, “haber vermeden ansızın çıkagelme” anlamını, Siyonistlerin Harem üş-Şerif’e umarsızca girişlerinde tamamen kaybetmektedir. Herkesin haberinin olduğu kimsenin müdahil olmadığı işgal ön hazırlığıdır bunlar. Hiç kuşku yok ki işgal devleti, Harem üş-Şerif’i tamamen ele geçirerek tapınağı yeniden inşa etmek için her gün yeni oyunları uygulamaya geçirmektedir.
Gazze’deki soykırıma, El-Halil’in, Kudüs’ün işgaline sessiz, duyarsız kalan İslam devletlerinin mukaddes Harem üş-Şerif’in Siyonistlerce olası işgali karşısında ne yapacağı ise hak ile batıl mücadelesinde hak olduğu iddiasındakilerin tarih karşısında alacakları sorumluluğu gösterecektir.
Fokus/ Murat Özyıldırım




