Nasıl dinde olduğu gibi bilimde de kâfir olduklarını, hakikati gizlemeye çalıştıklarını görüyorsunuz değil mi?

Ton balığı yerine tilapia satan suşi barlarının maskesini düşürmek için kullanılan, elde taşınabilen bir genetik testin, yeni türlerin nasıl ortaya çıktığı da dahil olmak üzere evrim hakkında derin bilgiler verebileceği kimin aklına gelirdi?

Ve dünya çapında yüzlerce araştırmacı tarafından 100.000 hayvan türünden toplanan ve ABD hükümeti tarafından işletilen GenBank veri tabanında depolanan ve "DNA barkodları" olarak adlandırılan bu gen anlık görüntülerinden beş milyonunu taramayı kim düşünebilirdi?

New York'taki Rockefeller Üniversitesi'nden Mark Stoeckle ve İsviçre'deki Basel Üniversitesi'nden David Thaler 2018’de “Human Evolution”da yayınladıkları çalışmayla evrimin nasıl geliştiğine dair “bilim adamları”nın zihninde birden fazla yerleşik fikri altüst etmese de sarsmayı başardılar.

Örneğin, karıncalar, sıçanlar, insanlar gibi geniş, uzak popülasyonlara sahip türlerin zaman içinde genetik olarak daha çeşitli hale geleceği biyoloji ders kitaplarında yer almaktadır.

Ama bu doğru mu? 

“Human Evolution” dergisinde yayınlanan araştırmanın başyazarı Stoeckle, "Cevap hayır," diyor. Gezegendeki 7,6 milyar insan, 500 milyon ev serçesi ya da 100.000 çulluk için genetik çeşitlilik "hemen hemen aynıdır".

Çalışmanın belki de en şaşırtıcı sonucu, insanlar da dahil olmak üzere bugün dünyada bulunan 10 türden dokuzunun 100.000 ila 200.000 yıl önce ortaya çıkmış olmasıdır.

Thaler AFP'ye verdiği demeçte "Bu sonuç çok şaşırtıcı ve buna karşı elimden geldiğince mücadele ettim" diyor.

Bu tepki anlaşılabilir: Hayvan yaşamının yüzde 90'ının genetik olarak aşağı yukarı aynı yaşta olması nasıl açıklanabilir?

Acaba 200.000 yıl önce neredeyse her şeyi silip süpüren bir felaket mi yaşandı?

Daha basit, daha ucuz

Cevabı anlamak için DNA barkodlamayı anlamak gerekir. Hayvanların iki tür DNA'sı vardır. En aşina olduğumuz nükleer DNA, çoğu hayvanda erkek ve dişi ebeveynler tarafından aktarılır ve her bireyin genetik planını içerir. DNA'dan oluşan genom, çiftler halinde düzenlenmiş dört tip molekülden meydana gelir. İnsanlarda, yaklaşık 20.000 gen halinde gruplanmış bu çiftlerden üç milyar tane vardır.

Ancak tüm hayvanların mitokondrilerinde de DNA bulunur; bunlar her hücrenin içinde bulunan ve besinlerden elde edilen enerjiyi hücrelerin kullanabileceği bir forma dönüştüren küçük yapılardır. Mitokondri 37 gen içerir ve bunlardan COI olarak bilinen bir tanesi DNA barkodlaması yapmak için kullanılır.

Çekirdekteki kromozomlarda bulunan DNA’dan farklı olarak mitokondriya DNA’sı sadece anneden gelir. İnsan yumurta hücresinde sitoplazmada 25 bin mitokondriya vardır. Öte yandan sperm hücresinde, sadece rahimden yukarı yüzüp yumurtada yuvalanmasına yetecek kadar -az sayıda- mitokondriya bulunur. Sperm yumurtaya DNA’sını bıraktıktan sonra mitokondriyaya ihtiyaç duymaz ve kuyruğuyla beraber dışarı atar. Yumurta sadece DNA paketini içeren sperm başı tarafından döllenir, böylece çekirdek DNA’sında hem anneden hem babadan gelen bilgiler vardır. Fakat döllenmiş yumurtadaki mitokondriyalar baştan beri yumurtada olan mitokondriyalardır ve basit nedenden ötürü mitokondriyal DNA her zaman kalıtım yolu ile anneden gelir. Ayrıca çekirdek DNA’sı ile mitokondriya DNA’sının farklı onarım sistemleri olması nedeni ile mitokondriya DNA’sı mutasyonlara daha açıktır. Daha sık mutasyon geçirdiği için farklılıkların daha kolay tespiti mümkün olacaktır. Bu özellik insan evrimini incelemek için mitokondiryal DNA’yı daha cazip kılar.

Türden türe büyük farklılıklar gösterebilen nükleer DNA'daki genlerin aksine, tüm hayvanlar aynı mitokondriyal DNA setine sahiptir ve bu da karşılaştırma için ortak bir temel sağlar. Mitokondriyal DNA'nın izole edilmesi de çok daha basit ve ucuzdur.

"DNA barkodu" terimini ortaya atan Kanadalı moleküler biyolog Paul Hebert, 2002 yılı civarında COI genini analiz ederek türleri tanımlamanın bir yolunu bulmuştur. Thaler, "Mitokondriyal dizi, tüm hayvanları kapsayan bu yaklaşım için mükemmel olduğunu kanıtladı çünkü birbiriyle çelişen iki özelliğin doğru dengesine sahip" diyor.

'Nötr' mutasyonlar

Bir yandan, COI gen dizisi tüm hayvanlarda benzerdir, bu da onu seçmeyi ve karşılaştırmayı kolaylaştırır. Öte yandan, bu mitokondriyal parçacıklar her bir türü birbirinden ayırt edebilecek kadar farklıdır. Thaler, "Her bir hayvan alanındaki uzmanlar tarafından yapılan tür tanımlamalarıyla neredeyse mükemmel bir şekilde örtüşüyor" diyor.

Araştırmacılar, 100.000 türün barkodlarını analiz ederken, neredeyse tüm hayvanların insanlarla aynı zamanda ortaya çıktığını gösteren bir işaret buldular. Gördükleri şey, nesiller boyunca DNA'da meydana gelen ve bir bireyin hayatta kalma şansına ne yardım eden ne de zarar veren küçük değişiklikler olan "nötr" mutasyonlarda varyasyon eksikliğiydi. Başka bir deyişle, evrimin tabiî ve cinsî itici güçleri açısından önemsizdiler. Bu "nötr" mutasyonların birbirine ne kadar benzediği ya da benzemediği ağaç halkaları gibidir; bir türün yaklaşık yaşını ortaya koyarlar.

Bu da bizi sorumuza geri getiriyor: Bugün var olan türlerin ezici çoğunluğu neden hemen hemen aynı zamanda ortaya çıktı?

Darwin'in kafası karıştı

Rockefeller Üniversitesi İnsan Çevresi Programı Direktörü Jesse Ausubel, çevresel travmanın bir olasılık olduğunu açıkladı. Ausubel AFP'ye yaptığı açıklamada, "Virüsler, buzul çağları, başarılı yeni rakipler, av kaybı - tüm bunlar bir hayvanın popülasyonunun keskin bir şekilde düştüğü dönemlere neden olabilir" dedi ve çalışmayı yorumladı; "Bu dönemlerde, genetik bir yeniliğin popülasyonu süpürmesi ve yeni bir türün ortaya çıkmasına katkıda bulunması daha kolaydır."

Ancak son gerçek kitlesel yok oluş olayı 65,5 milyon yıl önce, muhtemelen bir asteroid çarpmasının karada yaşayan dinozorları ve Dünya'daki tüm türlerin yarısını yok etmesiyle gerçekleşti. Bu da bir nüfus "darboğazının" en iyi ihtimalle sadece kısmî bir açıklama olduğu anlamına geliyor.

Çalışmadan elde edilen bir başka beklenmedik bulgu ise türlerin çok net genetik sınırları vardır ve arada pek bir şey yoktur. Yani bir tür ile diğer tür arasında genetik sınırlar birbirine yaklaşmak yahut uzaklaşmakta değildir. Oysaki Darwinci bilim adamlarına göre geriye doğru gittikçe genetik sınırların netliğinin kaybolması ve flulaşması gerekir.

Nuh Tufanı

Müslümanlar ve diğer semavî dinlere inananlar, mitokondriyal DNA üzerinden tespit edilen bu büyük yok oluşun, insan ve hayvan türlerindeki nüfus darboğazının Nuh Tufanı ile alâkalı olduğunu hemen kavrayacaklardır. Aynı yol ile yapılan diğer çalışmalarda bugünkü nesillerin atası olarak kabul edilen kadın nüfusunun 30 kişiye kadar düştüğü varsayılmıştır ki, bu da Nuh Aleyhisselâm’ın gemisinde olduğu kabul edilen kadın sayısı ile örtüşmektedir.

1987’de yapılan çalışma da aynı şeyi söylüyordu

Kaliforniya Üniversitesi ve Berkeley’den araştırmacılar Wilson ve Stoneking, Ocak 1987’de Nature Dergisinde “Mitokondriyal DNA ve İnsanın Evrimi” başlıklı bir inceleme yayımlamışlardı. Bu biyokimyacılara göre, insanın genetik özelliklerinin büyük bölümü 200 bin yıl önce Afrika’da yaşamış bir ataya kadar izlenebilirdi. Bu makaleye cevaben başka bir gazetede yayımlanan makale ile İncil’deki Havva’ya gönderme yapıldığından, konu, hem bilim çevrelerini hem de bilimdışı çevreleri bir anda sarsmıştı. Böylece bugünkü insanın kökenlerine ilişkin tartışmalarda önemli bir yer tutan “Mitokondriyal Havva” meselesi doğmuştu.

Akademideki yobaz ruhban sınıf sorunu

Geçtiğimiz sene yaşanan Kahramanmaraş depreminden sonra İstanbul depremi gündeme geldi ve çokça açıklama yapıldı. Konumuz deprem değil; fakat yapılan bir tartışma, bilimin gerçek yüzünü faş ediyor olması bakımından tam da konumuzla alâkalı olduğundan buraya taşıyoruz.

Prof. Dr. Cenk Yaltırak özetle diyor ki, yapılan bütün çalışmalar göstermektedir ki, Marmara Denizi’nde tek bir fay yok, parçalı bir fay yapısı var. Bütün çalışmalar, araştırmalar bunu göstermesine rağmen Celal Şengör başta olmak üzere jeoloji akademisinin ruhban sınıfı, sırf bugüne kadar kaleme aldıkları bütün tezler çöp olacak diye elle tutulur, gözle görülür hâle gelmiş bulunan çalışmalardan elde edilen verileri inkâr ediyorlar.

Cenk Yaltırak TV24’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajda, yaptığı çalışmaları eski AFAD Başkanı Yunus Sezer’e anlattığında ortaya çıkan diyaloğu da şöyle naklediyor: “Yunus Sezer dinledi, dinledi ve sonra dedi ki; ‘Hocam siz diyorsunuz ki bütün herkese din değiştirin. Herkes bugüne kadar yaptığı işi inanılmaz savunuyor. Siz de bu din yanlış diyorsunuz.’ Ben de dedim ki ‘Çok doğru söylüyorsunuz.’”

Modern Bilim: Argumentum ad nauseam

Argumentum ad nauseam/Argumentum ad Infinitum (ya da sıklıkla sadece Ad nauseam), bir iddianın-argümanın aksi ispatlanamadığı için o iddianın doğru olduğunun savunulmasıdır. Latince bir safsatadır. Türkçe yaklaşık karşılığı "bunaltana kadar"dır. Argumentum ad infinitum ("sonsuza kadar argüman") ile aynı safsatayı belirtir.

Bu tip safsatalar bir argümanın (genellikle farklı kişiler tarafından) çok defa tekrar edilmesi ile inandırıcılık oluşturulması şeklinde yapılır. İddia-argüman sahibi, her zaman iddiasını-argümanını ispatlama sorumluluğuna sahiptir. Aksi takdirde ortaya konulan argüman geçersiz sayılır. Hiç kimse, ispatı ortaya konulmaksızın ileri sürülen bir argümanın yanlış olduğunu savunmak için, argümanın aksini ispatlamak yükümlülüğünde değildir. Bu safsata diğer safsatalar ile birlikte siyasetçiler tarafından sıkça kullanılır. Israrlı bir şekilde yapıldığında, candaş yahut yandaş medyada yapılan yayınlar gibi, beyin yıkama ya da kandır(ıl)ma olarak da tanımlanabilir.

Siyonist Yahudiler tarafından ele geçirilen akademilerde teşkil ettirilen ruhban sınıfın misyonu da bu. Bir konu hakkında ne kadar çok safsata yaparlarsa ne kadar çok makale telif eder, iddia ortaya atar, kendilerinden bahsettirirlerse o kadar haklı olduklarını iddia ediyor ve safsatalarını tesbit ve teşhis eden arifleri de cehaletle suçluyorlar.

Oysaki, “akıl” sahibi herkes bilir ve kabul eder ki, “delilin yokluğu, ispatlanmaya çalışılan şeyin yokluğunun kanıtı olamaz.”

Küfrün meşhur sloganı

“Ben seni ve getirdiğin bilginin hak olduğunu biliyorum; fakat nefsim iman etmeme müsaade etmiyor.”

Kalpleri mühürlenmiş, kuduz nefsi de aklını tahakküm altına almış kafirlerin müşterek sloganı, üç aşağı beş yukarı insanlık tarihi boyunca hep aynı oldu.

Sabahtan akşama kadar “bilim, bilim, bilim” diye inim inim inleyenlerin, ilmî çalışmalar neticesinde kendi iddialarının yanlışlığı ortaya çıktığında, nasıl dinde olduğu gibi bilimde de kâfir olduklarını, hakikati gizlemeye çalıştıklarını görüyorsunuz değil mi?

İstifade edilen kaynaklar:

https://phe.rockefeller.edu/wp-content/uploads/2018/12/Stoeckle-Thaler-Final-reduced-002.pdf

https://phys.org/news/2018-05-gene-survey-reveals-facets-evolution.html

https://www.nature.com/articles/325031a0