Önceki günlerde bir fikir mustaribi ve dava çilekeşi, gençliğe devasa bir külliyat ve hayat tecrübesi bırakarak perde ardına geçti. Çile şairinin taltifi ile çilekeş bir şair gibi yaşadı, şiir gibi öldü. “Mücerred Fikir istidadı tamam” demişti ilk eserini yazıp takdim ettiğinde. Bir başka eserini, İstikbal İslâmındır’ı, bilfiil Üstadın gözetiminde etüd etmişti.

Yaşayan Necip Fazıl’dı O ve bu yüzden davası Yürüyen Büyük Doğu-İbda oldu. Üstad, çığlık çığlığa gençliğe “Zehirle pişmiş aşı yemeğe kimler gelir?” dediğinde o, sağına soluna bakmadan “Ben” demiş hayatını zehre çevirecek destansı bir mücadeleye atılmıştı. Destansı mücadele; 1970’li yıllardan 2018 Mayısı’na kadar her çeşit zulüm, suikast, işkence, mahkûmiyet, zulüm, baskı, haset vesair. Son olarak şehadet. Bütün bunlara rağmen o, engin tevazuu ile şöyle demişti: “Bana zehir yedirdiniz ben bunu bala çevirdim.” Bal; koca bir İbda Hikemiyatı.

Mirzabeyoğlu’nun yazı hayatı lise yıllarında yazdığı deneme ve şiirlerin Babıali’de Sabah gazetesinde yayınlanmasıyla başladı (1965). O günler aynı zamanda Üstad’ı konferanslarından ve eserlerinden tanıdığı dönemlerdi. Ardından Gölge ve Akıncı Güç dergileri dönemi(1975-79). İslâmî kimlikli dergilerin çiçek böcek paylaşarak mücadele yaptığını iddia ettiği bir dönemde Anadolu insanının üstünde engizisyon gibi duran Menemen psikozunu altüst eden bir dil ve üslupla meydan yerine dikildi. İslâmî kesime Akıncı kavramını yenilenmiş anlayışla ikram etti ve gençliği Akıncılar diye teşkilatlandırdı. Yazılarında Mirzabeyoğlu soyadını kullanmaya başladı.

Müjdelerin Müjdesi
Gölge ve Akıncı Güç Dergileri’nin İslâmî dergiler tarihinde ehemmiyeti haiz bir yeri vardır. Gölge Dergisi, Müslümanların, bilhassa gençlerin üzerindeki ölü toprağını silkeleyip atmışken; Akıncı Güç, uğruna kavgası verilen Büyük Doğu davasının mimarının iltifatına mazhar olmuştur. Nihayetinde adı geçen dergiler baştan sona Büyük Doğu kokmakta, yazarları Büyük Doğu davasında fanileşmiş haldedirler.

Necip Fazıl, dergi kadrosunu “Müjdelerin Müjdesi” diye karşılar ve Büyük Doğuların ardından çıkardığı Raporlar adlı eserinde “Necip Fazıl ve Yeni Dostları” olarak takdim edip yazılarını yayınlar (1979-82). Mirzabeyoğlu’nun yazı hayatı artık yeni bir dönemdedir ve Büyük Doğu Davası onun sırtındadır. Fikirlerini İbda başlığı altında sistemleştirdiği ve yayın dünyasına çıkardığı 1984’e kadar Ortadoğu, Düşünce gibi yayın organlarında çeşitli yazılar yazar ve Gönüldaş yayınlarından kitap çalışmalarını yayımlar. Ardından İbda Yayınevi ve 70’e yakın eser.

Mirzabeyoğlu’nun aslında tek bir eseri vardır: İbda fikriyatı. Külliyat boyunca varolan eserler İbda fikrinin farklı eşya ve hâdiselerde işlenişi ve görünüşüdür. O, varlığı bir bütün olarak ele alır ve bütüne bağlı bir “Kâinat muhasebesi” gerçekleştirir. Bunu yaparken neyi, “niçin ve nasıl” yaptığını izah etmekten de geri durmaz. Bir usûl ortaya koyar, kendi diyalektiğini geliştirir. Aristo’dan Hegel’e, Zenon’dan Marx’a kadar tüm diyalektik yapıların gözden geçirildiği, eksik taraflarının tespit edilerek işin aslının ve hakikatinin nerede olduğunun gösterildiği İbda diyalektiğini kurar. Bu diyalektik neticesi Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu karşısında imbikten geçirerek “iyi, doğru, güzel” ne varsa kendi bünyesine katar. Bu, aslında inanılmaz bir şeydir. İslam coğrafyasında yaşayan insanların, yüzyıllık emperyalist saldırılar neticesi nerdeyse okuduklarını anlamaktan aciz hale geldiği zaman diliminde o, bize ait olanı, gecesini gündüzüne katarak türlü işkence ve zulme rağmen Batı’dan devşirip İslâm’a Muhatap Anlayış çerçevesinde yeniden örgüleştirir.

Rüyanın Açılımları
Şiirden sanata, matematikten fiziğe, edebiyattan tarihe, felsefeden psikolojiye, biyolojiden tasavvufa vesair her alanda orijinal eserler veren Mirzabeyoğlu, aynı zamanda bir lügat tiryakisidir. Ancak onun tiryakiliği tutkudan ziyade bir milletin hafızasını yenileme faaliyetidir. Bir dil ve kültür inkılabıdır. Nitekim o diyor: “Lügat ilmi, asıl bilgisi olmanın da ötesinde ‘aslın aslı’ niteliğindedir.” Bu sebeple o, eşya ve hâdisenin yaşadığı değişimi etimolojik lügat bütünlüğü içerisinde nakış nakış işler. Rüya bahsini bütün açılımları ile işlediği Tilki Günlüğü eseri ise benzeri olmayan tam bir şaheserdir.

Bu eserler, aktüel yahut popüler değildir. Hatta toplumun genel ilgisinin dışında, tamamen mücerred bahisler üzeredir. Ancak üslubu o kadar naiftir ki şiir gibi akar, fikir sırrîliğini muhafaza ederken yağmur gibi düşer yüreklere. Hegel’den, Kant’dan, Marks’tan hatta Lenin’den bile faydalı olanı devşirirken keskin bir bıçak sertliği hissedilir. Ancak birden İslâm Tasavvufunun yumuşak iklimi sarar okuru. Belli bir kültür seviyesine hitap eden bir yönü vardır, fikri ayağa düşürmez. Asgari bir seviye zarureti kendiliğinden hissedilir. Herkes kendi payınca nasiplenir.

Hatırlatalım: Mirzabeyoğlu bugün Batılı bir yazar olsaydı, üzerine yüzlerce eser yazılır, üniversitelerde kürsüler kurulur ve fikirleri diğer ülkelere ihraç edilirdi. İlim namusu da bunu gerektirmez mi?
 
Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İbda Yayınları
Star Gazetesi/ Pazar Eki (14 Haziran 2018)


Baran Dergisi 597. Sayı