Çocukluk yılları Erzincan, Diyarbakır, Bursa ve en çok da Eskişehir’de geçmiştir. Henüz çocuk yaşlarda ağır bir hastalık geçirerek ölümle burun buruna gelir; onun için mezar bile kazılır fakat son anda hayata döner.
Eğitimine Eskişehir’de başlamış, 1962 yılında Fatih Sultan Mehmet İlkokulu’ndan mezun olmuş, ardından Mehmetçik Ortaokulu ve Atatürk Lisesi’ni tamamlamıştır. Hukuk fakültesine kaydolmuş fakat son sınıfa gelmişken fakülteyi bırakmıştır. İlmi ve fikrî meyli onu resmi eğitim kalıplarından ziyade hakikatin izini süreceği bir istikamete yöneltmiştir.
Henüz genç yaşta yazmaya başlayan Mirzabeyoğlu, fikir dünyasına ilk ciddi adımını 1975 yılında çıkardığı Gölge dergisiyle atar. Bu dergi, Türkiye'de İslâmcı mücadelenin aksiyon cephesini temsil eden ilk “kavga dergisi”dir. Bu dönemde “Salih Mirzabeyoğlu” ismini kullanmaya başlamış, böylece dava ve fikirdeki şahsiyetini bu isimle tahkim etmiştir.
1979’da çıkardığı Akıncı Güç dergisiyle fikrî mücadelesini büyütür. Aynı yıl, ilk eseri Bütün Fikrin Gerekliliği yayımlanır. Bu dönem, Mütefekkir’in fikrî haritasını inşa ettiği bir zaman dilimidir. Yine aynı yıl Üstad Necip Fazıl ile tanışır ve bu tanışma, Büyük Doğu-İbda irtibatının fiili ve fikrî temellerini oluşturur.
İbda fikriyatı: Yürüyen Büyük Doğu
İbda, bir fikir sistemi, bir dünya görüşü ve medeniyet teklifidir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun tabiriyle bu, “zamanımız insanının fert ve toplum meselelerine çözümler ihtiva eden bir nizam arayışıdır.” Büyük Doğu’nun, Necip Fazıl’ın kurduğu temel üzere yükselen, fakat onunla yetinmeyip, onu pratiğe döken, yeni bir bina inşa eden müstakil bir fikir hareketidir.
İbda ne bir parti, ne bir tarikat, ne bir dernek, ne de ideolojik bir örgüttür. İbda; “İslâm’a Muhatap Anlayış” davasının taşıyıcısı, “Mutlak Fikir”in eşya ve hâdiselere tatbikini hedefleyen bir fikir ve aksiyon sistemidir. Bu hareketin merkezinde şahıs değil fikir vardır; şahıs, fikrin taşıyıcısıdır. Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle: “Bütün mesele, fikirde merkez tutmak, fiilde merkeze bağlı kalmak…”
İbda, Allah merkezli bir varlık ve hayat tasavvurudur. Eşyaya, hâdiselere, insana ve topluma İslâm’ın hakikat terazisiyle bakmak ve bu ölçüyü sadece nazarî değil, amelî ve siyasî olarak da tatbik etmektir. Ferdi yeniden yoğuran, içtimaî yapıyı hakikate göre şekillendiren bir nizâm teklifidir. İbda sadece bir fikir, bir aksiyon, bir cemiyet modeli, bir devlet teklifi değil, hepsini içine alan, bir bütün olarak “İslâm’a Muhatap Anlayış”la şekillenmiş sistemli bir fikir ve hayat nizamıdır.
İbda’nın kaynağı “Mutlak Fikir”dir. Yani her şeyi Allah’ın hükmüyle, Resulullah’ın sünnetiyle, Kur’an’ın nizâmıyla yorumlama ölçüsüdür. Zaman ve mekân değiştikçe esasa bağlı kalınarak yenilenen bir anlayışla her şeyin “nasıl”ını ve “niçin”ini inşa eder. Mirzabeyoğlu bu anlayışa “İslâm’a Muhatap Anlayış” adını verir.
İbda, Üstad Necip Fazıl’ın kurduğu Büyük Doğu’nun devamı değil, onun ruhunu yürüten asliyetidir. Büyük Doğu gövdeyse, İbda onun kanatlarıdır. Büyük Doğu’nun taşıdığı hikmet ve yöneliş, İbda’da aksiyona dönüşür.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun eserleri
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun basılmış 62 cilt eseri bulunmaktadır. Henüz kitaplaşmamış olan “Ölüm Odası” serisinin dört cildi ve “Adalet Mutlak’a” konferansı ile “Savunmalar” da dâhil edildiğinde eser sayısı 68’i bulmaktadır. Eserleri konularına göre şu şekilde tasnif edilmiştir:
Fikir (38):
Bütün Fikrin Gerekliliği (1979), İdeolocya ve İhtilâl (1980), Tarihten Bir Yaprak (1981), Kültür Davamız (1982), Damlaya Damlaya (1982), Necip Fazıl’la Başbaşa (1982), İstikbal İslâmındır (1983), İbda Diyalektiği (1984), Dil ve Anlayış (1985), Marifetname (1986), Kavgam I-II (1987), Şiir ve Sanat Hikemiyatı (1989), Yağmurcu (1996), Hırka-i Tecrîd (1998), Büyük Muztaribler I-IV (1998-2006), Telegram (2003), Elif (2003), Berzah (2006), Erkam (2007), Madde Nedir? (2007), İnsan (2008), İnsan Büyük Doğu–İBDA I-II (2009), Esatir ve Mitoloji (2010), Ölüm Odası B-Yedi Giriş (2012), Tarih (2013), Matla’ Beyitler (2014), Nedim-i Kadim (2018), Ebu Süleyman Lûgatı (2022), “Derviş Muhammed Mührü” (2024) ayrıca dört cildi basılmamış “Ölüm Odası” serisi.
Din ve Tasavvuf (6):
İslâma Muhatap Anlayış (1984), Kökler (1986), Hikemiyat (1988), Hakikat-i Ferdiyye (1994), Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı (1994), İman ve Tefekkür (2007)
Hukuk (2):
Hukuk Edebiyatı (1989), Başyücelik Devleti (1995)
İktisat (2):
İktisat ve Ahlâk (1987), Parakutâ’ (1997)
Sohbet–Konferans (2):
Üç Işık (1996), Adalet Mutlak’a (basılmamış)
Şiir (2):
Anafor (1982), Kayan Yıldız Sırrı (1983)
Roman (2):
Yaşamayı Deneme (1981), GÖLGEler (1984)
Ruhî Roman – Günlük (6):
Tilki Günlüğü I-VI (1991–1994)
Destan (1):
Aydınlık Savaşçıları (1979)
Münşeat (1):
Salih Mirzabeyoğlu ve İbda Fikriyatı Münşeat (1981)
Hikâye (1):
Müjdelerin Müjdesi (1982)
Gözlem (1):
İşkence (1991)
Yeni Fizik (1):
Sefine (2003)
Savunma (1):
Savunmalar (basılmamış)
Lûgat (1):
Furkan (2006)
Mülâkat (1):
Adımlar (1997)
İlk eseri olan Bütün Fikrin Gerekliliği, 1978’de Gölge Dergisi’nin ikinci döneminde tefrika edilmiş ve 1979’da küçük boyda “el kitabı” olarak yayımlanmıştır. 1979–1982 arası Gönüldaş Yayınları’ndan çıkan diğer eserleri: Aydınlık Savaşçıları, İdeolocya ve İhtilâl, Yaşamayı Deneme, Ön söz, Tarihten Bir Yaprak, Kültür Davamız, Damlaya Damlaya Göl Oldu I, Anafor, Necip Fazıl’la Başbaşa, Müjdelerin Müjdesi. Bunlardan üçü aynen basılmış, diğerleri genişletilerek İbda Yayınları’nda yeniden neşredilmiştir.
İbda Yayınları’ndan çıkan ilk eser, Mayıs 1983’te Üstad’ın himayesinde yayımlanan İstikbal İslâmındır’dır. Aynı yıl şiir kitabı Kayan Yıldız Sırrı da çıkar. 1984’te Teorik Dil Alanı (sonradan İslâma Muhatap Anlayış), Gölgeler, İbda Diyalektiği ve ardından 1985’te Dil ve Diyalektik yayımlanır. Böylece İbda fikriyatı, kurumsal yapısını kazanmaya başlar.
Necip Fazıl’ın “Rapor” adlı dergisinde 1980’de yayımlanan 7–12. sayılar arasında Mütefekkirin yazılarına yer verilmiştir. Üstad’ın gözetiminde başlayan bu süreç, 1979–1983 yılları arasında Büyük Doğu’nun İbda’ya tevdi edildiği bir devir teslim dönemidir.
Gölge Dergisi
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrî ve aksiyon merkezli mücadelesi, dergiler üzerinden şekillenmiş ve İslâmcı hareketin çehresini değiştiren ilk çıkışlar buralarda zuhur etmiştir. Bu dergiler, Mirzabeyoğlu’nun hem fikrini duyurduğu hem de aksiyonu örgüleştirdiği ilk menzillerdir.
1 Kasım 1975 tarihinde yayın hayatına başlayan Gölge dergisi, Türkiye’de Müslümanlar adına çıkarılmış ilk “kavga dergisi” olarak tarihe geçmiştir. O dönemin siyasal atmosferinde sol–ülkücü kamplaşmasının dışında kalan İslâmî gençlik, bu dergiyle kendi istikametini ve duruşunu ilan etmiştir. Gölge, ismini “Murad edilenin gölgesi kabul edilebilirsek, buradayız” yaklaşımıyla almış, hedefin kendisi değil ona vesile olmayı gaye edinmiştir.
Mirzabeyoğlu, bu dergiyle sadece bir fikir beyanında bulunmamış, aynı zamanda gençliği örgüleştirerek bir aksiyon ruhu inşa etmiştir. Gölge’nin ikinci döneminde kaleme aldığı yazılar, daha sonra kitaplaştırılarak Bütün Fikrin Gerekliliği başlığıyla neşredilmiştir. Bu dönem, Mütefekkirin “fikir mi eylem mi?” sorusuna “fikir için eylem” cevabını verdiği devredir. Gölge’deki metinler, daha sonra İbda fikrinin çekirdeğini teşkil edecek temel yapı taşlarıdır.
Gölge, bir yayın olmakla birlikte, Müslüman gençliğin kendine dönüşü olmuştur. Hem içerik hem de ton itibariyle açıkça aksiyoner bir dili tercih etmiş ve alışılmış İslâmcı söylemin dışına çıkmıştır. Bu yönüyle İslâmî hareketin zihin ve mücadele haritasında yepyeni bir sayfa açmıştır.
Akıncı Güç Dergisi
Akıncı Güç Dergisi, 1979 yılı Mayıs ayında yayın hayatına başlamıştır. Gölge’nin devamı mahiyetindedir. Türkiye’de sağ-sol çatışmasının zirvede olduğu bir dönemde yayınlanan bu dergi, Müslümanların hem fikrî hem de aksiyoner hattını temsil etmiştir. Dergi, “İyi, Güzel ve Doğru Yolunda” şiarıyla yayın yapmış, sadece yazıdan ibaret kalmamış; aynı zamanda sahada yürüyen bir fikrin izdüşümü olmuştur.
Bu dergi, aynı zamanda İbda’nın kitleselleştiği, düşünce ile aksiyonun örgüleştiği bir mecra olarak öne çıkar. Dönemin şartlarında baskılara ve yokluklara rağmen 100 bin tiraj gibi yüksek bir satış başarısına ulaşmıştır. Akıncı Güç, Türkiye’de İslâmî hareketin doğrudan sokağa yansıdığı yayın organı olmuştur.
Akıncı Güç üzerinden yapılan yayınlarda “fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek” düsturu hâkimdir. Derginin dili, Üstad Necip Fazıl’ın dikkatinden kaçmamış ve dergiler kendisine ulaştığında, “Bunlar baştan sona Büyük Doğu kokuyor” diyerek heyecanla karşılamıştır.
Gölge, bir “kimlik”, Akıncı Güç ise bir “cephe”dir. Her iki yayın da, Salih Mirzabeyoğlu’nun İslâmcı mücadeleye yeni bir ruh, yeni bir dil ve yeni bir fikir kazandırdığı menzillerdir. Bu yayınlar, sadece birer dergi değil, aynı zamanda bir dünya görüşünün doğuş ve teşkil evresidir.
Necip Fazıl ile Raporlar dönemi
1979 yılında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, Üstad Necip Fazıl ile ilk kez bir araya gelir. Bu buluşma, sadece iki şahsiyetin tanışması değil, Büyük Doğu ile İbda arasında fikrî bir devir-teslimin de başlangıcıdır. Aynı yıl, Mütefekkir tarafından çıkarılan Gölge ve Akıncı Güç dergileri Üstad’a ulaşır. Bu dergiler, Üstad’ın ifadesiyle baştan sona “Büyük Doğu kokmaktadır.” Bunun üzerine Necip Fazıl, büyük bir heyecanla şu cümleyi kurar: “Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların ardından koşacağım.”
Necip Fazıl, kendi eliyle çıkardığı ve 1976-1980 yılları arasında toplam 13 sayı yayımladığı Rapor isimli dergi-kitap serisinin 5. sayısından itibaren Salih Mirzabeyoğlu’na da yer verir. Bu, aslında doğmuş ve yürümeye başlamış bir fikrin kabulüdür. Rapor 6’da Üstad, Akıncı Güç kadrosunun beyannamesini “Deklarasyon” başlığıyla neşreder. 7. sayıdan itibaren kapağa “Necip Fazıl ve Yeni Dostları” başlığı eklenir ve bu sayıdan sonra Mütefekkirin yazıları her sayıda yer almaya başlar.
Mirzabeyoğlu’nun Raporlar’daki yazıları şunlardır:
Rapor 7: (Nisan 1980), Rapor 8: “Rapora Bakış” (Mayıs 1980), Rapor 9: “Gençliğin Birleştirilmesi” (Haziran 1980), Rapor 10: “Yeni Kadro” (Temmuz 1980), Rapor 11: “İhtilalci Teşkilat: Durum Çözümlemesi, Strateji ve Taktik Üzerine” (Ağustos 1980), Rapor 12: “Hedef–Vasıta İlişkisi” (Eylül 1980)...
Necip Fazıl, Rapor 10’a gönderilen yazıyı eline aldığında şu cümleyi kurar: “Bütün bir ömür boyu bir genç adam aradım. Elime bir geçti, pir geçti.” Başka bir vesileyle de şöyle der:
“Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini görsen iyi olurdu ama bir şey fark etmez; seni ben yetiştireceğim.”
Bu dönem, sadece yazıların basıldığı bir zaman dilimi değildir. Mütefekkirin, “fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek” anlayışıyla Üstad'ın yoluna nasıl sadakat gösterdiğinin bir belgesidir. Bu süreçte, Salih Mirzabeyoğlu hem fikri hem aksiyonu temsil eden orijinal bir yürüyüş başlatmış ve Büyük Doğu’yu zamanın şartlarına göre yeniden örgüleştirme işine girişmiştir.
Raporlar dönemi, Necip Fazıl’ın son nefesinde bile yanında görmek istediği yegâne şahsiyetin Salih Mirzabeyoğlu olduğunu ilan ettiği devirdir.
28 Şubat süreci
1990’ların ortasından itibaren, Batıcı–laik sistemin Müslüman Anadolu’ya karşı yürüttüğü baskı ve sindirme operasyonlarının nihai hedefi, yalnızca siyasi kadrolar değil, hakikati temsil eden fikir adamlarıydı. Bu süreçte, Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında örgüleştirilen İbda hareketi, doğrudan hedef tahtasına oturtuldu. Çünkü İbda, sadece muhalif bir söylem değil, hâkimiyet teklifiydi. Kemalist rejimin korkusu da buydu: Mahkûm, pasif ve sünepe bir duruş değil, sistem teklif eden ve bunu da gerçekleştirmek isteyen bir tatbik fikirle karşı karşıya oluşları...
28 Şubat 1997’de fiilen devreye sokulan “postmodern darbe”, Müslümanları kamusal alandan tasfiye etmeye yönelikti. Başörtüsü yasağından imam hatiplerin engellenmesine, İslâmî dernek ve vakıfların kapatılmasından medya linçlerine kadar geniş çaplı bir saldırı devreye sokuldu. Fakat bu saldırılara karşı sahada alenen direniş gösteren tek yapı, İbda cephesi oldu.
Salih Mirzabeyoğlu, bu dönemde hem fikir planında hem de aksiyon zeminde İslâmî direnişin mihveri hâline geldi. 1999’u “Ümmetin Kurtuluş Yılı” olarak ilan etmesi, sistemi daha da panikletti. Fikrin aksiyona dönüştüğü ve sokakta Müslüman iradesinin ses bulduğu bu çıkış, Batıcı rejimin kırmızı çizgisi olmuştu.
Mirzabeyoğlu, 29 Aralık 1998’de, sabah çocuklarını okula bırakırken gözaltına alındı. Medya bunu “hücre evinde yakalandı” şeklinde çarpıtarak servis etti. Gözaltıdan sonra, işkencelerle dolu bir süreç başladı. 28 Şubat’ın medya, emniyet, yargı ve istihbarat organları bu süreçte adeta tek vücut olarak hareket etti.
İşkence süreci ve FETÖ’nün rolü
Mirzabeyoğlu’na yapılan işkenceler, yalnızca fizikî şiddetle sınırlı kalmadı. Kendisi bu süreçte yaşadıklarını “İşkence” adlı eserinde belgelerle kayıt altına aldı. Gözleri bağlı şekilde sorgulama, elektrik verme, boğma, ters askı, dondurucu su ve sürekli tehdit gibi yöntemler kullanıldı. Bu işkenceleri yürütenlerin önemli kısmı, daha sonra FETÖ mensubu olarak deşifre olan yapılardı.
Mirzabeyoğlu, bu işkencelerin arkasında Fetullah Gülen’in bizzat bağlıları olduğunu eserlerinde açıkça ifade etti. “Hoca” lakaplı işkenceciler, kendilerini “Müslüman polis” olarak tanıtıp FETÖ’nün “dini meşruiyet” iddiasını işkencehanelere taşıdılar.
Zihin Kontrolü ve Telegram süreci
Asıl işkence ise, cezaevine sevk edildikten sonra başladı. 2000 yılından itibaren, Mirzabeyoğlu’na karşı sistematik olarak uygulanan “Telegram” adı verilen bir elektromanyetik zihin işkencesi başlatıldı. Bu yöntem, hem ruh hem de beden bütünlüğüne kasteden bir işkence biçimiydi. Mirzabeyoğlu, bu süreci Telegram adlı eserinde tüm detaylarıyla anlattı.
Telegram, klasik işkencelerden farklı olarak, dışarıdan müdahaleyle zihin ve beden üzerinde hâkimiyet kurmayı hedefliyordu. Bu işkenceler öyle bir noktaya ulaştı ki, Mirzabeyoğlu, “başıma bir şey gelirse Telegram’dandır” diyerek kendisine yönelen suikastın işaretini önceden vermiş oldu.
5 Aralık 1999’da, Metris Cezaevi’ne yapılan baskında İbdacı mahkûmlar, askerleri esir aldı. Bu eylem, sistemin sinir uçlarına dokundu. Hemen ardından 25 Ocak 2000’de “Noel Baba Operasyonu” adı verilen yeni bir saldırı düzenlendi. Bu saldırıda İbdacı gençlerden Sancar Kartal şehid düştü, Mirzabeyoğlu ise linç edilmek istendi.
Bu süreçteki en büyük kırılma noktası ise, 2 Nisan 2001’de verilen idam kararıydı. Delil yok, talimat yok, şahidi yok; ancak örgüt lideri olduğu “varsayıldığı” için idama hükmedildi. Bu kararın ardından Mütefekkir mahkeme çıkışında tarihe geçecek şu sözleri söyledi:
“Tiyatro bitti.”
Şehadeti
Salih Mirzabeyoğlu’nun ömrü hep çileyle geçti. Fikriyle İslâm’a muhâtab bir nizam teklif eden, aksiyonu ve duruşuyla zindanını bile gül bahçesine çeviren Kumandan, hayatının son yıllarında da Telegram işkencesiyle zihin ve beden üzerinden sürdürülen modern bir suikasta maruz bırakıldı. Bu işkence, cezaevi sürecinde ve tahliyesinden sonra da devam etti. 2000 yılında Kartal F Tipi Cezaevi’nde başlayan, daha sonra Bolu Cezaevi'nde sistematikleşen bu zihin işgali süreci, 2018 yılına gelindiğinde fiziki sonuca dönüştü.
7 Nisan 2018 tarihinde Mirzabeyoğlu, yol arkadaşı Abdullah Kiracı ile yaptığı telefon konuşmasında “Benim bir sağlık sorunum yok. Başıma bir şey gelirse Telegram’dandır” diyerek yaklaşmakta olan suikastın haberini verdi.
4 Mayıs 2018 Cuma günü, Telegramcıların yaptığı kan basıncı müdahalesi sonucu beyin kanaması geçirdi. Yalova Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Ardından 7 Mayıs 2018 tarihinde beyin ölümü gerçekleştiği açıklandı.
Bu süreç boyunca yakınları, dava arkadaşları ve sevenleri, Telegram işkencesinin sonuç verdiğine tanıklık etti. Mütefekkirin, kendisine uygulanan bu sistemli saldırıya dair tüm tespitleri, eserlerinde detaylıca kayıt altına alınmıştı.
16 Mayıs 2018 Çarşamba günü, Salih Mirzabeyoğlu, Telegram suikastı neticesinde şehadet şerbetini içti.
18 Mayıs 2018 Cuma günü, İstanbul Eyüp Sultan’da, Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Mezarlığı’na defnedildi. Vasiyeti gereği, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in mezarının ayak ucuna defnedildi.
Salih Mirzabeyoğlu’nun ardından
Salih Mirzabeyoğlu, ardında kapsamlı bir fikir sistemi, yüzlerce makale ve onlarca eser bırakarak gitti. Hayatı boyunca “İslâm’a Muhatap Anlayış” fikrinin temellerini atmış, bu anlayışı Bütün Fikrin Gerekliliği, İslâm’a Muhatap Anlayış, Başyücelik Devleti gibi temel eserleriyle sistemleştirmiştir.
Mirzabeyoğlu’nun ardından en dikkat çeken hususlardan biri, fikirlerinin tekil şahsiyet merkezli değil, sistem odaklı olmasıdır. Bu yönüyle bıraktığı miras, bireysel bağlılıktan çok, fikrî sorumluluk esasına dayanmaktadır. “Kurtarıcı şahıs” yerine “kurtarıcı fikir” vurgusu esas alınmıştır.
İbda fikriyatının taşıyıcı kadroları, Mirzabeyoğlu’nun vefatından sonra fikirlerin muhafazası, sistemleştirilmesi ve çeşitli alanlara uygulanması için çalışmaları sürdürmektedir. Özellikle Baran Dergisi ve bağlı yayın çevresi üzerinden bu fikrî miras kamusal alanda gündemde tutulmaktadır.
Vefatından sonra hem yurt içinde hem yurt dışında İslâmî çevrelerde Salih Mirzabeyoğlu’nun fikir sistemine olan alaka artmış, eserleri yeniden basılmış ve çeşitli düşünce kuruluşları tarafından incelenmeye başlanmıştır.
Mirzabeyoğlu'nun fikirleri, özellikle genç kuşaklar arasında, sistemli düşünce arayışları ve ideolojik çözüm teklifleri bağlamında referans alınmaktadır. Devlet, cemiyet, fert, sanat ve iktisat gibi alanlarda sunduğu çerçeve; parçacı yaklaşımların dışında, bütünlük arayan çevrelerde alaka görmeye devam etmektedir.
Aylık Baran Dergisi