YEVMİYE: Çocukluğumu düşündükçe burnuma keskin bir sirke kokusu gelir… Nasıl mı?.. Hastayım… Yanıbaşımda bir tabure ve üzerinde İLÂÇ şişeleri… Bir de sirke dolu bir tas… Alnımda bu tasta ıslatılan tülbentlerden sirkeli bir bez… Ateşi alsın diye… 6-7 yaşlarında başlayıp üstüste gelen ve 3-5 yıl birbirini kovalayan, bir çocuk için mümkün türlü hastalık turnikelerinden geçtim. Bu hastalıklardan bende kalan maddi ihsas, SİRKE KOKUSU, Hind yağı lezzeti, damlaların sesi ve SARI renk… Müthiş tiksindiğim HİND YAĞI’nı burnumu tıkayarak içmem için, her defa elime bir ALTUN lira tokuştururlardı!..

*

BİNÎ-İnsan ve denize çıkıntılı kara için kullanılır. Dağ tepesi. Zirve, uç nokta. Yayın ele alınan kesiminin ucu. Görürlük, görmeklik: 72: YABENDE-Bulunan, bulucu. Keşfeden, kâşif… HASTE-İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş: 1072: RADI’-Süt kardeş. Süt emen çocuk. (Almanca, Milsch-Süt: 151: Nuzar-Altun. Her nesnenin hâlisi ve iyisi… Altun: Alt-Un… Taht-Alt, kürsî: 400: Te harfi, Allah’ın “Kâabid-Kısıcı, sıkıcı” ismi, Esir mertebesi, Kamer menzillerinden “Kalb”… Heba-Un. İnce toz. Boş. Aciz akıl, aklın aczi. “Heba mertebesi, Allah’ın Ahir ismi ile ilgilidir”: 9: İbda’-İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numunesiz bir şey yapmak… Cevv-Gök boşluğu. Yer ile gök arası. Feza. Yerde akan su: 9: Deh-On sayısı. Köy, karye… Allah Sevgilisi’nin doğumu: 571: Aşr-On. “Sıfır, nokta, zirve, bit”… Rüyâda görülen sütün ilim sureti olması, Hadîsle sabit… Şekil-Suret; Hı harfi, Allah’ın “herşeyi yerli yerince eden” mânâsındaki Hakîm ismi ve Kamer menzillerinden “Nahye-Arz, belde, deniz, ilim, taraflar, cemaatler, kalb, bağırsaklar” ile ilgili)… Hollanda Lûgatı’nda, MELK-Süt. (Melik: Malik. Hakîm-i mutlak. Memleket sahibi. Hükümdar. Kadir. Bir kavmin başı. Mutasarrıf): 90: SAD harfinin ebcedi. (Allah “Mümit-Öldüren” ismi, Toprak mertebesi, Kamer menzillerinden “Belde-Mekân” ile ilgili)… Hollanda Lûgatı’nda,  YOLLE Melk-Tam yağlı süt. “Tam süt”. (Semar: Duru süt… Semar: Meyve, yemiş. Kıl. Harf. “Şiir”… Serme: Sakız ağacı. “Alak, sakız, kan, yapışan”… Semir: Meyve veren. Sinici su… Semir: Arkadaş. Gece anlatılan kıssa… Semire: Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ… Zalim: Kaymağı alınmadan içilen süt. Deve kuşunun erkeği, müessir nefs. Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak… Karanlık, gece, siyah: Zülûmat, zalimlik… Gece, siyah, karanlık: Ululuk, yücelik… Gece, hem “iyi, doğru ve güzel”in, hem “kötü, yanlış ve çirkin”in devşirilebildiği “gölge-batı”nın temsilcisi; kaymağı alınmadan içilen sütün     “zalimlik” misâli olması, ezbere bilgi ve değeri bilinmemiş Kur’ân ve Hadîs’ten başlayan Şeriat heyetine de uyar… Tefekkür,  şu, bu… Şiir, Üstadım’ın beyanı üzere, “düşünerek bulunan ve sezerek yapılan”; sezerek yapmak, yaşamak…  Hâni şu “İslâma muhatab anlayış” bahsi içinde sık sık vurguladığımız, bir idrak buudu olan “şiir idrakı” bahsi… Menie: Ölüm. Oku, hükümet. Takdir et… Meni: Döl suyu. Nutfe… Meni: Sarp, çetin. El erişmez. Zabtı zor… Mim harfi, Da’va Cetveli’nde Allah’ın Mâlik ismine işaret eder ve sayı değeri: 90: Melk-Hollanda Lûgatı’nda, süt… Mim harfi, Allah’ın Câmi ismi ve İnsanlar mertebesine işaret eder… Cim harfi ise, Alllah’ın “Ganiyy-Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan” ismi ve Atlas mertebesi ile ilgili… ATLAS tabakası, KÜRSÎ mertebesi altında ve sema tabakalarına hisselerini veren “boşluk-canlı”; İnsan’dan murad Allah Sevgilisi başta, bütün Semalar, bütün varlıklarıyla İnsan’da toplu… Topyekün Kâinat su ile çevrili ve Allah Arşı’nı su üstüne istiva etti; ve ilmi herşeyi kuşatan, “mümin kulunun kalbine sığması”ndan kasıd olan… Arş altı sema tabakası da Kürsî; Kamer menzillerinden kalbe işaret eden, Kef harfinin işaret ettiği Kürsî mertebesine âit Kamer menzilinde de “Nesre-Dağıtma, yaymaya” dâir olan… İngilizce, Milky way: Samanyolu. Gaz ve bulutsu ile sayısız yıldızdan oluşan kuyruk şeklinde parlak yol, kuşak. “Mecazen küheylan. Süt yolu”… Medha: Övmek. Medhetmek… Medhene: Yağhâne. “İnsan merkezli”… Yağ: İki şeyin birleşmesi… Simin: Gümüş. “Bâtın”… Simn: Semizlik, yağlılık, besililik… Ulase-Yağ: 606: Kurkur-Büyük gemi. “Nefs. Kan. Nefes”… Fransızca, Rate-Dalak: 606: Havv-Bal. Şehd. Kaan-Hakan. Kan, maden.  Bir keyfiyet bolluğu: 151: Mehdî Muhammed): 168: RAHMAN Suresi’nin Berzahla ilgili 19 ve 20. âyetlerinin ebcedi… ELULE-Semiz, besili koyun. (Fürfür-Semiz ve besili koç: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî): 72: MÜTEFEKKİR Mirzabeyoğlu.

*

EZEL Sırrı, “yaratılış” sırrı; doğru ve yanlış, vehm ve anlayış, zann ve hüküm çıkarma, herşey onun “sır” olmasından dolayı. Eğer böyle olmasaydı, “şu şudur” kesinliğinde geleceği bilirdik ki, iç yüz ve dış yüzde arazlardan yürüyen hayatımız olmazdı; insana –kula– hayat olmazdı. Geriye yürümeyen zaman ve tabii ki hayat ve irademiz, ileriye gidişte hep mazinin ilgisinde, doğru ve yanlışları ile istese de istemese de hep onu doğrulaması peşinde, bir “peşin fikir” eleştirisinde; buraya kadarı, ister imân kutbu ve hakikatinde, ister inkâr kutbu ve hakikat bildikleri ve çeşitleri içinde bulunanlar hakkında geçerli… Kısaca ve öz: Son tecridte, maddeciler de maddeciliğini, –düşünce metafiziktir!–, “ruhî çaba”  hakikati ile kuruyor… “Bir şeyin maddî neticeler doğurması, onun da madde olmasını gerektirmez!”; ruh ve ruhçuluğun hakikati de, Ezel ve Ebedi İNSAN’da bitiştiren Mutlak Fikir’de, İslâm’da… Herşey zıddıyla kâimdir; ruh ve yokluk, madde zıddı “objeleştirilemez” olandır, yâni varlığı zorunlu olan, keza zaman da… Varlık varlıktan çıkar; var-yok zıdlığında da,  yoku yok olarak var eden ruh’tur, Allah’tan, yâni her şeyin yönünün kendisine döndüğü… Ruh ve zamanı, tezahürlerinden ve “bedahet-delil ve ispata ihtiyacı olmayan bir peşin fikirle” idrak ediyoruz… Neticede, her şeyin “Lübbü-Özü, esası, yağı”, her şeyde ona mahsus bir can ile görünen –Bir–, Allah’ın melekutu ile… SÜMBÜLZÂDE Vehbi’den bir beyit: “Lub’u lehv ile çü dünya meşhun / İstemez âkîl olan gayrı oyun!”… Oyunu, gayrı meşru işle ahenk içinde dünya doldurulmuş; istemez aklı olana başka oyun… Yine SÜMBÜLÜZÂDE’den: “Lugat’ın tercümesi yanında / Yer eder ehl-i dilin cânında!”… Tecrübe, fayda ile birlikte ayrı bir ilimdir; buyuran, Hazret-i Ali… ŞAİR Eşref’ten bir beyit: “Lub’u satrancı kitabtan belleyenler mât olur / Olmayınca tecrübe zannetme tevfikat olur!”… Tevfikat: Başarı, başarılar… Yâni, hakkı yerine getirilememiş işde, olur olmaz “Tevfik Allah’tandır!” demekle olmuyor iş; ezbere değil, “aksiyon-fikrin eşya ve hâdise üzerinde pıhtılaştırılması”, şiir idrakı gerekli olan… HADÎS: “Din, nasihattır!”… Nasihat: İhtar, öğüt, tavsiye… Nasihat almanın, her noktadan “Her bakışta o mânâ” hesabı Allah ve Resûlü’nü bilmek, bunun için de “Hakîm-Her şeyi yerli yerince bilmek” üzere bir mânâsı, bu “Nesh” ile alâkasına dikkat… Kâinat’ın ortasındaki insanın içyüz ve dışyüz meseleleri, bana LÜAB-I ANKEBUT’u hatırlatıyor: Örümcek ağı… LÜAB: Salya. Tükürük. Hazmolmamış besinin ağza geri gelmesi. Kay, kusmuk. “Yer değiştiren”… LÜAB: LİAB… Liab: Li-Ab… Li: Lâm harfinin, esre ile okunuşu… LÂM harfi, Allah’ın “Kahir-Cebredici, her üstünlüğün üzerinde ezici, mahvedici,  kendisinde gark edici” ismine ve 3. Sema tabakası’na işaret eder… Bir şeyde boğulmak, o şey olmak demek değildir, silinmedir… LÜ: 100: ATLAS… MÜNA-Suya giden yol. Şeriat. Birinin yerine kaim-i makam olmak, hâlife insan. Arzular, zâhiri ve bâtinî hisler: 100: İHLÂS-Müflis olmak, mahv-ı vücud… AB: Su. Yağmur. Rahmet. Letâfet, güzellik. İtibar. Vakar. Keskinlik. “Nun, Da’va Cetvelinde Allah’ın Nur ismi. Kalem. Kılıç. İnsan. Haste, istenen”… ABB: Nur, ışık, ziyâ… LÜAB: “İki nurun birbirine kavuşması!”… KAHR: Yaşlı, ihtiyar, pîr kişi. Yaşlı at. Yaşlı deve… LÜB: Bir şeyin aslı ve maksadı olan özü, yağı, beyni, aklı, ruhu, madde ve mânâ tarafında aslı: 38= 1037: EZELL-Evveli bilinmeyen kadim zaman. (Ezel, zelil kökünden, Kurt ve Sırtlan’ın birleşmesinden meydana gelen yavru demektir… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Canlı: Kurt… Kıpçak Lûgatı’nda, Nafas: Nefes… Ve, Nefs: Can. Kendi… Sırtlan: Yüklenen. “Yokluk”… Ankebut: Örümcek… Ankebut: An-Kebut… Ân: Cem mertebesinde zaman… Kebt: Zelil etmek, hor etmek, harcamak, sarfetmek… Kebud: Mavi. Gök rengi… Kebuter: Güvercin. “Haber”… Kebed: Karaciğer… Kebed: Kederli… Leys: Adem. Yokluk. Yük çekici. Hükemalar arasında “eys” vücud anlamında kullanılır… Leys: Aslan, sırtlan. Sinek avlayan örümcek. Semiz ve şişman –yağlı– kişi. Birbirine girmiş ot. Arasında yeşil ot bitmiş kuru ot, serab, kurd… Leyse: “Olmadı” meâlinde… O yokluk ile bu yokluk arasındaki farka dikkat… Ankebut: Anke-But… Anke: Sağlam olan nesne. Akıl ermez. “Anka-Simurg”… But-Kalça. “Yay Burcu, unsuru Ateş, simya’da Yaratma safhası.”: 11: Onbir-On Pir… Us’us: Kuyruk sokumunda, “Fatiha-i hilkat” denen başlangıç kemiği… Bud-Varlık: 12: Erid-Besili, semiz… Hava: Dünyayı çeviren atmosfer. Hafif yel. Bir binanın üstüne kat çıkma hakkı. Bir yeri hâli ve sıhhat bakımından durumu. Müzikte ezgili ses, sedâ… VARLIK sevinci: Haber, “soru sorma, kabul etme, dua, inkâr etme, anlatma, öğretme” kısımlarına ayrılmıştır. Böylece diller farklılaşmış, sesler KÜRSÎ’de ortaya çıkmıştır. Böylece nağmelerin Arş’ta mücmel ve özet hâlindeki ayrıntıları –ayrılmaları–, ortaya çıkmıştır. Öyleyse o, Cisimler âleminde Sema’dan ortaya çıkan ilk neşelenme idi. Buradan da felekler, gökler, rükünler ve türeyenler âlemine yayılmıştır”; buyuruyor Muhyiddin-i Arabî Hazretleri!)… ABDÜLAZİZ MECDÎ EFENDÎ’den bir dörtlük: Pür Şa’şaa dilde şems-i Vahdet / Zıldır görünen bütün avalim / At kışrını lübbe eyle dikkat / Her şey bu Cihanda Hakk’la kaim… Pür şa’şaa dilde Vahdet Güneşi — Asla bağlı gölgedir bütün âlemler — At suretini Lübbe eyle, dikkat — Her şey bu Cihan’da Hak’la kaim!

*

İngilizce, MİLK: Süt. Bazı bitki ve meyvelerin beyaz renkli usaresi. “Zeytin’in yağı. Hind cevizinin yağı”… MİLKY: Süt, sütten ve süte benzer. Sütlü… KIŞM: İç yağı. Et. (İngilizce, Flash: Işık. Şimşek gibi çakmak. Çok hızlı hareket etmek. Çok hızla geçip gitmek. Birdenbire akla gelmek… Flesh: Et. Beden. Duyu zevkleri)… SULTAN-Hükümdar. Hükümdar ailesinden anne, eş, kızkardeş gibi kadınlardan her biri. Kahr ve galib gelme mânâsına.  Her şeyin yavuz, şiddet ve ezici kuvvetlisine denir. (Sultan kelimesinin aslı “Selit” kelimesinden gelir; zeytinyağı ismidir): 150: SEMN-Tereyağı. Semizlik, besililik… Sif-Deniz sahili. Hurma lifi. (Miltan: Yağ değirmeni. “İnsan”… Milt: Nesebi bilinmeyen. “Bulut”… Miltat: Dimağa ermiş baş yarığı. Deniz kenarı… Hollanda Lûgatı’nda, Kust: Deniz kenarı. Yalı. “At yelesi. Samanyolu”… Talak Suresi 4. âyet-Kust hakkındaki hadîsler bire bir ilgili: 9281: Naka-i Salih… Örümcek ağı benzetmesine eş, “İnsan, hayvan, bitki ve madde”ye kadar hepsini kapsayan genel bir “Yağ” keyfiyet ve maddesi olduğu anlaşıldı; tabiî ki süt ve ilim meselesi de… DALAK: Kan yenileyen, kan hücresi yenileyen. Kemik içindeki iliklere kadar, kandaki bilmem neye âit maddeyi üreten hususlar bir yana. “Vücutta incelemeye merkez alınan yerin her yerle ilişkisini, terkibin aleyhine işleyen tahlil şekline sokmak, bütünlüğün aleyhine işleyen ihtisaslaşma, tıb bahsi için de geçerli. Merkez her yerdedir hakikati, merkez vahîdin olmaması demek değildir. Bunu, dalak’tan bahsederken, genel bilgisizliğimi saklamak için mazeret olarak söylemediğim bilinsin diye de not ediyorum!”… Dalak: Dal-Ak… Ak: Beyaz. Akmak. Ağmak… Ağmak: Ağ-Mak… Ma’k: Derinlik… Mak: Göz pınarı. “Gözyaşı. Garb, batı”… Mak’: Emmek. Atmak… Dalak: Dal-Ağ… Dal harfi, Allah’ın “Mübin-Aşikâr kılan, dilediğine doğru yol gösteren” ismi, Ay’ın bulunduğu 7. Sema tabakası ve Kamer menzillerinden “İklil-Müzeyyen taç, süslü taç” menziline işaret eder… İklil, “sarık saran” mânâsında Allah Sevgilisi’nin bir ismidir;  yine Zebur’da geçen bir isimdir… İklil: 91= 1090: Milk-Birinin tasarrufu altında olan yer. Mülk. “İngilizce, süt”… Dal ağı böyle… Dalak: Talâk-Atın sıçraması ve kalkması. Caymak, terketmek, silmek, yer değiştirmek… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, topluca Cay: Yay. Yaymak. Sermek. Yaz… Mizaç: Hafakan, huzursuz… İngilizce Spleen, hem huysuz, hem dalak mânâsında… Özsıvı: Safra. İngilizce, Yellow bile, “sarı öd” mânâsında… Unsur: Ateş… Hâl: Gaz… Nitelik: Sıcak-Kuru… Yaş: Gençlik… İklim: Yaz… Rüzgâr-Rih: Doğu… Burçlar Kuşağı: Yengeç, Aslan, Başak-Tutan, Yokluk, Bağırsak): 150: MUAMMA-Bilmece. Gizlenmiş. Sırr… MUKAD-Ağır yüklü. “Sırtlan. Yok, gayb. Varlığı yüklenen”: 150: ALİM-Herşeyi bilen mânâsında, bu bakımdan O’na gayb yok, Allah’ın 99 güzel isminden biri.

*

BAGAL-Koltuk. Kürsî. (Abdülhakîm Koltuğu hatırda): 1032: LÜB-Öz, asıl. “Süt, yağ”… BEL-Ökçe. Ayağın arka kısmı, Ahiri: 32: LEB-Dudak. (Arş’ın ahiri Kürsî… Almanca, sıvı yağ, “ol” ile “öl” arası bir yazılışta… Hayat, suya işledi; her şey canlı ve “ilim ve irade” de hayat sıfatından… Allah Sevgilisi, Altun Taht’ın aslî sahibi ve Arş’tan gelen O’nun nefsinden serilen)… BEL-Bedenin ortası. Aklın öncüsü insiyak, basiret ve sezginin mahalli Kemer bölgesi. Geminin ortası, nefsin ortası, akıl ve ruh karmaşığı: 32: BAGAL-Katır. Doğurmaz ve doğurtmaz. (Şekil veren ve kendi o şekil olmayan… Hani, Resûlü’nün  yolundan, kendini bilen, Rabbini de bilir!)… BAKARA Suresi’nden: “Ancak Lüb sahibleri nasihat alır”… MUHYİDDİN-İ ARABÎ Hazretleri: Lüb, ceviz ve zeytindeki yağ gibidir; Akıl’dakir bir nurdur. Bu sır, aranan bilgi için kandile nisbetle ışık gibi iken, Bilgi kandil gibidir. (Bilgi’nin kandil olması, “bilinen ve sahibinde bulunan aranır” sırrıdır!)… Bu bilginin ürünü ise, sadece kendisini bilenlerde ortaya çıkabilir. Nitekim yağın HÜKMÜ de ancak fitilin bulunduğu lâmbada ortaya çıkar. (Fitil, yağın ateşe döndüğü; bilen, bilinen ve “hüküm, yâni ateş, ışık”… Bilen, bileni bildiren, ve bilinen Allah… Esir maddesinin temsilci unsuru Ateş, artık kendisine dönenin o olduğu unsurdur!)… Bu menzilin ihtiva ettiği hususlardan birisi de, tabiî cisimlerin yaratılması ve onların NUR’dan olduğunun bilgisidir. İnsan, bütün karanlık kesif cisimlerin nasıl duru hâle geldiğini öğrendiğinde, onları onlara mahsus asılları olan nuranîlik sebebiyle şeffaf olarak ortaya çıkarır. (Nur değil, Nur’dan olan; nuranî). Misâl olarak, kumun kirlerinden arınarak –tezkiyesi ile– şeffaflaşan camı verebiliriz. Cilâlı taşlar, billûr ve değerli madenler de mevzu ile ilgili örneklerdir. Bunun böyle olmasının sebebi, bütün var olanların Allah’ın Nur isminden meydana gelmiş olmasıdır; Nur Sûresi, ulvî şeyler, “Göklerin Nuru” ve “Yerin Nuru” âyetlerinde bunu teyid eder. (Dikkat: Bütün VAR OLANLAR, nurdan!)

*

DERİN duyuş… YEVMİYE: “Hastalık… Sineklerin havada ayak seslerini duyabilirsiniz. Ayak sesleri, bütün bir ifâde üslûbu ve ayrı bir lisân sahibi… Demek ki, bizim küt bir hassasiyet içinde gezip dolaştığımız bu dünya, hassasiyet tellerimiz gerilip de yeni bir akorda bağlanınca değişiveriyor!”… SİNEK: Sin-Ek… Kıpçak Lûgatı’nda, topluca SIN: Yazılı mezar taşı. Şahıs. “Şâhide… SİN: İnsan. Bulut. Bir harf. (Allah’ın “Muhyi. Hayatı ihya eden” ismi, Su mertebesi ile ilgili Kıpçak Lûgatı’nda, Su: Su… Su: Meni. Döl suyu. “Ölüm. Okumak,  takdir etmek. Alak, kan”… SUV: Su. Suf, yün… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, Caya: Yaya, yürüyen. Yün kabarma, suf kabartma âleti… Mi’ve: Meyve… Miv: Kıl. Şiar)… Ek: Kürtçe, “bir”. Zeyl, ilâve. Taşan. Tag. Kelb. Sezgi. İcad. Benzeri olmayan bir şey yapmak… SİNEK: Sine-K… Sine, göğüs, karın, batn; Yengeç Burcu, unsuru Su, Yıldızı Ay, cinsiyeti Dişi - “Hava”, simya’da Çözme safhası… Kef harfi, Allah’ın “Şekür-Hamîd” ismi ve Kürsî mertebesi… SİNEK: 141: MEN ENE?-“Ben kimim?”

*

SİRKE: 291: CEBEL-İ NUR-İlk vahy “Alak” ayetinin geldiği mağara… Portekiz Lûgatı’nda, VİNAGRA-Sirke. (Vinagra: Vin-Agra… Vin: Siyah üzüm. İrade… Agra: Çok sevimli, yakışıklı… Agora: Meydan… Portekiz Lûgatı’nda, Agora: Şimdi… Portekiz Lûgatı’nda, Agregar: Birleştirmek… Agregar: Agre-Gar… Gar: Mağara. İstasyon… Gar: “Yapıp etmek” mânâsında ek… Vinegra: Güzel irade… Vinegra-Gar: Sirke yapılan mağara… Hall: Sirke. Dostluk, sadakat. Sağlamlaştırmak. İhlâs, müflis, fakir… Hadîs: “Fakrım, fahrimdir!”… Hall: Çözme. Çözülme. Karışık bir meselenin içinden çıkma. Anlayıp karar verme. Neticelendirme. Ezmek. Açmak. Dühul etmek, girmek. Susam yağı… Hallâl: Sirkeci. Sirke yapan… Hallal: Halleden, çare bulan): 1272: İKİ KUTVANÎ ABA… RABİ’-Dördüncü: 273: HÜKÜMDAR… NAİKAN-İkizler Burcu, yani Cevza Burcu’ndan iki yıldız: 272: İHTİRA’-İbda’. Evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcâd etmek. Hiç kimse tarafından kullanılmamış tâbirler ve maznunlar –sanatlı ifâdeler– kullanma. Vücud vermek. (BD İdeolocyası merkez, onun derinlik ve genişliğini göstermek üzere “şekil veren ama kendisi o şekil olmayan” sırrı İBDA, şekil verdiklerinin olgununu BD çerçevesine dahil bilir; MALİK sırrı… Fikir Kahramanı: 706= 1705: He harfinin büyük ebcedi… Ba harfi, Allah’ın Lâtif ismi, “Cinler-Gizliler, gizlilikler” mertebesi ve Kamer menzillerinden “Öne alınmış delil-Takdim”e işaret eder!)… KKM: 240: KAN’SEL-Hollanda Lûgatı’nda, “Kürsî, minber” demek. (Kan-Hükümdar: 150: Dümuk-Dühul etmek, girmek. Hall, sirke… Sel: 90: Mâlik… Sel-Çocuğun ana karnında iken içinde bulunduğu ince deri: 91: Ramazan… Sel’-Baş yarmak: 600: Hı harfinin ebcedi… Allah’ın Hakîm ismi ve Şekil-Suret mertebesine işaret eder!)

*

BİR Not: Aynı havalandırmaya çıkan hücrede bulunan Cemil Şâhin’den, Yunanlı bir filozofun, bizde eskiden erbab-ı hâl ve zekâ sahiblerinin “Eflâtun-u İlâhî” diye andıkları “Platon-Eflatun”a, “Yunanca konuşan Musa” dediğini öğreniyorum… Ve Fransızlar’ın “Platon” yerine “Plato” dediklerini… Malûm, Eflâtun’un “idealar âlemi”; yâni, “Musa-Müzler, derin duyuş ve fikir suretleri” meselesi ile birleştirilince, pek yakışıklı bir vasıflandırma… Plato, Fransızca “geniş omuzlu” demekmiş; Eflâtun, beden olarak da –kendisi Olimpiyat şampiyonu bir güreşçi–, heykel gibi mevzun bir vücud sahibi ve omuzları da geniş… Neyse… PLATO: Omuz. Ova. (Itf: Omuz. Omuz başı… Itfa’: Sevindirmek. Söndürmek… Yangın söndürme teşkilatına “Itfaiye” denildiği, bilinen… Hamd-Hamid: Alevi sönen ateş. Ölü, ölmüş gibi. İdrakin aczini yaşayan, bilen. Yanmış, kül olmuş. “Te harfi ve Esir mertebesi ile Kalb menzili”… Teşekkür: Te-Şükür, kalbten şükür etmek!)… Uygur Lûgatı’nda, OVA: O… O: On. “Hakikat. Sağ. Sıfır. Zirve”… Yine OVA: Yükseltme. Tepe, zirve, doruk… OVA: Vâdi, dere… Karaçay-Malkar Lûgatı’nda, OV: Beden. Cesed. Ölü… Ve OV: Ecel… MESH: Ovmak. Bir şey üzerinde el yürütmek. (Allah’ın bilinmez Zâti sıfatlarından El sureti, “O’nun kudret sıfatı” diye nitelenemez, zirâ, bilinmez Zâti sıfatlarından; hâni “Allah’ın İnsanın bâtınını kendi sureti üzerine yarattı!”… Nefsimizin hakikati, bir sırdır!)… ECEL: EZEL… Ze, je harflerinin “Cim” olarak hesaplandığını hatırla… SİRK: Harikavî hünerlerin sergilendiği, “neş’e” yeri… Kuantum fiziğinin “ihtimâller dünyası”nda “olmazın olmadığı” bir hayal hakikatine yer verdiği için, “Alis’in harikalar dünyası” benzetmesini, Allah’ın “yapması-faaliyeti-yaratması-mekri, oyunu” neticesi Ezel sırrından, bu dünyanın gerçek âleme nisbetle onu hatırlatan ve tedaî eden hakikati içinde ona âit bir iz-cik olarak değerlendirmeli… Keduret dünyasının tek sevinci, “varlık, var olmak, varoluş” sevinci; çilesi, bunun hakikatine erilmesi için… Söz Üstadım’ın: “Çözdük her müşkülü derlerse dek ki / Sonunda varolma müşkülü kaldı!”… Bunu tefekkül eden NİZAM neyse, bu dünyayı yaşanmaya değer kılan da odur; sen ondan haber ver!


Baran Dergisi 395. Sayı