BEYİT: Pây-i key ber târik-i gerdûn nihâdî ez şeref / Ger ne-şod ber bendegiyyet hatm-i encâm-i Mesih. (Mevlânâ Halid-i Bağdâdî)… “Şah ayağını nasıl koyardı felek târikine şeref sahibi / Eğer istek bağı Mesih encamının mühür sahibinin aşk bendeliği olmasaydı!”

*

KEY, hem “şâh”, hem “nasıl, nice?” mânâsına gelen iki kelime; yazılışı aynı… TARÎK-Terkeden, vazgeçen. (Tarik: Karanlık… Tarîk: Yol. Tarz. Usul. Vasıta. Meslek. Bir maksada nail olmak için icrası lâzım gelen husus veya bu hususların heyet-i mecmuası… Ta’rik: Kovayı doldurmak. Şaraba su katmak, ruha şekil vermek, renk katmak. Terletmek, çalıştırmak, çalışmak, zararlıyı atmak, tezkiye etmek. Hastalık veya riyazet sebebiyle zayıflamak. “İstenen olmak, görünmek”… Ta’rik: Meshetmek, ovmak. Bir şey üzerinde el yürütmek, gidermek): 621: KUR’ÂN-I KERİM… MUKATTAAT-Kur’ân’da bazı sûrelerin başında bulunan kesik kesik harfler. Bu harfler, başta Allah Sevgilisi, sevenle sevilen arasındaki şifreler; Allah’la kul arasında: 620: KUREYŞÎ-Kureyşten, Kureyşe âit. (Allah Sevgilisi, Sahabîler, Tabiin ve bağlılar)… KÜŞÎŞ-Öldürme. Katletme. (Katla-Öldürülmüş kimseler: 540: Ma’lat-Derin ve yüksek fikir. Ululuk. Ölmeden ölenler, bâtın kahramanları): 620: HAYYAT-Terzi… TAYYARET-Uçak. Uçmak. (Derviş Muhammed-Mürşidi Allah olan Allah Sevgilisi başta: 612= 1611: TAYYAR-Deniz dalgası… İlim ve simurg teşbihi hatırda!)… HUBBAZÎ-Ebegümeci. Hatmî. Mülukiyye. (Hubazî: Ekmek… Üstadım: Türkçe’nin en güzel tâbirlerinden biri, katık. Katmaktan geliyor; aslolan, has ekmek!): 620: KARİNE-İntikal eden. Bir yerden bir yere göç etmiş. Hicret. Karine ile sözün gelişinden anlaşılan, ipucundan anlaşılan. (Mukadder yazılı olmayıp da –söylenmeyip de– sözün gelişinden anlaşılan. Meselâ, Kur’ân’da her sûre başında besmele olması, her işe besmele ile başlamamız gerektiğine dair bir karinedir, mukadderdir. Beğenilmiş. İstihsan, gizli kıyas. Kıymeti biçilmiş. Tâyin ve takdir olunmuş olan. Kader: 344: İmâm-ı Rabbanî-Sahabîlerden sonra ümmetin en büyük ferdi ve Hadîslerden sonra “Mektubat” isimli eseri ümmetin en büyük kitabı. “Tılaî 10 Farisi-Mehdi’nin kendilerinde gizlendiği mânâsının hamili 10 süvari”nin başı… Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ni biliyorsunuz: “Manzur-u nazar-ı piran-ı kiram: Keremli pirlerin nazar ettiği güzel, bedî”… HAKÎM-Varlığın hakikatini muttasıf ve herşeyi yerli yerince eden. “Allah, Allah Sevgilisi ve Efendi Hazretleri’nin ismi”: 78: İBDA’-Mübdi. Benzer eser yapan. İcâd eden)

*

BENDE KIYAT-Rızık verene bende, Rabbe bağlı. (Se harfi, Allah’ın Rezzak ismi, Bitkiler mertebesi, Kamer menzillerinden “Sa’du’l-bul’a” işaret eder; değirmen taşının tane dökülecek yerine… Ye harfi, Allah’ın Rabb ismine, Birinci semâ tabakasına, Kamer menzillerinden “Kivân-Baca delikleri”ne işaret eder; yerde zuhur edenlerin Berzahı’na, Sidret-ül Münteha’ya ki, hayat ağacına teşbih edilen “varlık, duş, mevcut, sıfat”ın son sınırıdır. Bundan sonrası, sözkonusu berzahların-Berzah’ın Dehr’e icra olduğu yer… Sidret-ül mûnteha’nın ötesine geçmek, –aşkla–, sadece Allah’ın Zâtî yakınlığına eren Allah Sevgilisi’ne mahsus bir keyfiyettir; Miraç’ta… MESİH encamının tamamının mührü O’nda: O’nun şeriatı’nda… İSA Aleyhisselâm, MESİH olarak ahir zamanda, O’nun şeriatiyle hükmedecek!): 576: TASAVVUF-Bâtın yolu, Şeriat’ın içyüzü… ŞİR’A-Şeriat. Bir ırmak veya su kenarından su içmek için girilen yol: 575: SÜKNE-Kuş sürüsü. (Ebabil kuşlarının Ebrehe ordusunu perişan edişi hatırda… Mehdî Muhammed: 612= 1611: Tayyar-Deniz dalgası. Uçan, uçucu, havada gaib olan. Kuş sürüsü)… AŞERE-On sayısı. (Hepsi Kıpçak Lûgatı’ndan… On: 10 sayısı… On: Murakabe etmek, gözetmek… On: Sağ taraf… On: Mustakim, doğru… On: Sararıp solmak… On: Selâmet… On: İtaat etmek. Hürmet etmek): 575: İSTİCNAS-Cinsine benzetmek.

*

NEŞD-Taleb etmek, istemek. Yüksek yerde düz yer olmak. Kaybolan şeyi aramak. Bir şeyi gereği gibi bilmek: 354: AŞNAB-Yüzen, yüzücü. (Sabihat: Yüzenler, yüzücüler. Gemiler. İmânlıların ruhları… İkizler Burcu –Lâtince Gemini– Arabça Cevza: Unsuru hava, Tabiatı sıcak ve nemli,  Türü birleşik, Yıldızı Utarid, vücutta tesir yeri kollar ve akciğer, Cinsiyeti erkek-müessir, Simya safhasında sabitleme)… NACİŞ-Avı, avcının tarafına süren: 354: MIKTARE-Kuş ayağına yapılan köstek. Kelebçe. “Firaset”… MUŞTA-Saç tarağı. “Bulutları toplayan. Sır toplayan”: 354: MAHZUMOĞULLARI-(Mahzum-Her delinmiş nesne. Burnun halkasıyla tutulan sığır ve deve… Sin harfi,  Allah’ın Muhyî ismi, SU mertebesi, Kamer menzillerinden “Naâim-Deve kuşları”a işaret eder; Bekr, genç deve’ye… Hepsi Kıpçak Lûgatı’ndan… Sin: Cin-Gizli, gizlilenme… Sin: Sinmek. Sokulmak. Gizlenmek için bir yere yatmak… Sin: Mezar. Mezar taşı. Şâhide… Sin: Hazm olunmak… Sin: Şahıs zamiri olan “sen”… Taşş: Yağmur çisintisi, “nurdan, rahmetten, ruhtan”… Silâm: Su. Tas. Hamd… Kâinat, Allah’ın nefesi eseri; ve O, zuhurunun şiddetinden gaib… Unsurlar yoğunluğu taş, buna şâhid; gaybe işaret!)

*

ENCAM-Son. Nihayet. Netice. (Hatm: Nihayete erdiren, bitirmek. Mühürleme. Mühürlenme… Hatm: İnsan veya hayvan burnu. Kuş gagası… Hatmî: Ebegümeci. Kendi cinsinden bitkilere cins ismi. İlâç yapılır): 95= 1094: ENCÜM-Yıldızlar. Necmler… EMENE-Emn, emniyet, eminlik. Allah Sevgilisi’nin Kureyşte  Peygamberlikten önce de bir namı: 96= 1095: MAZMAZ-Allah Sevgilisi’nin Tevrat ve Suhuf-u İbrahim’deki ismi… ALTUN-Sabir. (Hacereyn: İki taş. Altun ve Gümüş… Hacer: Taş. Kaya. İsmail Aleyhisselâm’ın annesinin ismi… Altun ile aynı ebcedte, Allah Sevgilisi’nin annesinin ismi: Amine… Anada, rahmet sırrı… Peygamberlik Altun, Velâyet Gümüş; “bir Peygamber’in Peygamberliği, velâyetinden üstündür!”… Muhammedî Velâyet’in tamamlayıcısı, İmam-ı Rabbanî Hazretleri; onun misâliyle, “nasıl ki Hükümdar, izcisinden üstündür ve onun kudretine tâbi olarak onun için işlemektedir!”… Hatm-ı Velâyet: İsâ Aleyhisselâm’da ve ahir zamanda Allah Resûlü’nün getirdiği Şeriatle hükmedecek!): 96: BEDÎÎ-Bedi’ ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlâhî ve güzel eserlere müteallik bulunan. (Allah’ın “Bedi’-Yaratıcı” ismi, “İlk Akıl-Küllî Ruh-Kalem” mertebesine ve Kamer menzillerinden “Seretan-Haste-İstenen”e işaret eden; Hemze-elif!)

*

BİRİNCİ Mısraın ebcedi: 1804: DAD-Doldurmak. (Dad harfi, Allah’ın “Alim” ismine, 2. Sema-Yahya ve İsâ Aleyhisselâm-tabakasına, Kamer menzillerinden sarfeye işaret eder… Ra’b: Doldurmak. Sihir yapanlar, efsun için okur… Rabb: Sahib. Mâlik. Seyyid. Allah’ın 99 güzel isminden biri… “Ra’b” ile aynı yazılışta, Ru’b: Korku. Korkudan dolay iş ve hareketten kesilen. Korkutmak. Kesmek. Sihir, büyü, efsun… Rub: Süpürge. Süpüren… Hatırda, Üstadım: “Şâir, Peygamber kapısının eşiğini süpürendir!”… Rub’: Dörtte bir… Hollanda Lûgatı’nda, Kwart-Çeyrek: 706: Fikir Kahramanı… Zel-Bir harf; Allah’ın “Müzill-Zelil kılan” ismine, “Hayvanlar-Diriler” mertebesine ve Kamer menzillerinden “Derece almak, mübarek, mübarek yıldızlar”a işaret eder. Muhyyidin-i Arabî Hazretleri’ne göre sayı değeri: 707: Varis-Allah’ın “Herşeyin kendisine rücu ettiği, döndüğü” mânâsındaki ismi)… ZEL: 731: ABDÜLHAKÎM Koltuğu. (Taş ve mermerden!)… KAŞKAŞE-Bir şeyin kabuğunu soymak. Necb. Hasta iyi olmak. Halâs etmek. Uyandırmak. İntibaha sebeb olmak: 805: KAZZE-Pire. Ok yeleği. “Zirve. Sıfır. Şeriat. Tasavvuf”… İHTİDAB-Boyamak. Şekil vermek: 805: İHRAC-İstifâde için meydana koymak. Dışarı yollamak.

*

İKİNCİ mısraın ebcedi: 2520: DADİSTAN-Bir işde ortak olma. Bir işe razı olma. Piregen, beraber. (Dadistan: Dad-İstan… Dad: Doldurmak… İstan: Yer, mekân… İlim mekânı, büyü yapılan mekân, büyülü mekân)… DERVİŞ: 520: SİTTİN-Altmış sayısı. (Sin: “İki kişi”. Ebcedi, 60)… ŞAST-Altmış sayısı: 790: ŞAST-Balık oltası. Okçuların parmak uçlarına taktıkları yüksük… NA’T-Medih ve sena ederek, vasıflarını göstererek anlatan: 520: ŞÜKR-Allah’a teşekkür. Hamdetmek. (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin “Şakir” isimli nedimi ve yakını hatırda; onun vefatından sonra, ortalıkta ismi hiç dolaşmayan!)… HADÎS-Allah Sevgilisi’nin sözleri. (Hazret-i İsâ’nın gökten yere ineceği ve Allah Sevgilisi’nin şeriatına tâbi olacağı hakkındaki, Hadîs: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Meryem oğlu İsâ’nın, aranıza bir hakem olarak inmesi pek yakındır. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak; mal öyle çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecek. O zaman yapılacak tek secde, tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır!”… Hadîs: İsâ bin Meryem aranıza indiği ve reisiniz kendinizden olduğu hâlde durumunuz acaba ne olur?): 522: KELİME-İ Tehvid.

*

TOPLAM Ebced: 4324: AKCİĞER-(İkizler Burcu, unsuru hava, vücutta tesir yeri Akciğer ve kollar… Hava’: Boş olmak. Düşmek. Mesele halletmek… Terazî ve Kova Burçları’nın unsuru da hava… Zikir hecesi ve Allah’ın varlık sıfatı “hüviyet”in kısaltılması “Hu” ile “Hava”nın yazılışı aynı!)… KEŞF-Soymak. Keşfetmek. Yüzden perdeyi kaldırmak: 329= 1328: BAŞYÜCE. (Mehdî ile İsâ Aleyhisselâm arasındaki yol Devleti’nin bir usûl işi ve süs olarak söylenmediğini anla!)
 

EBABİL
(BABA BİL-VAHY ÖNCESİ)

 
ÜSTADIM’dan: Meşhur FİL tarihi hâdisesinin tertipçisi Yemen Padişâhı KÂBE’yi yıkmak niyetiyle MEKKE’ye gelince, Kureyşliler arasında “kutlu” bilinen Hazret-i ABDÜLMUTTALİB oymağına şöyle hitab etti: “Ey Kureyşliler! Boşuna telâşlanmayın! Yemen Padişâhı Kâbe’yi yıkamaz. Onun sahibi vardır, evini korur!”… EBREHE, Kureyş’in deve ve koyunlarını önüne katıp sürdü. Bu arada Abdülmuttalib’in de dörtyüz devesini aldı. Abdülmuttalib, Kureyşlilerle dağa çıktı ve yüzünü Mekke’ye çevirdi. Alnındaki nur, Mekke’yi aydınlatıyordu. Abdülmuttalib tecelliyi görünce yanındakilere hitab etti: “Dönün, Mekke’ye gidelim, zafer bizimdir! Bu nur benim alnımda durdukça yenilmemize imkân yoktur!”… Dönüp Mekke’ye geldiler. Ebrehe, emrindekilerin birini Kumandan seçti. Mekke içindekileri sürüp çıkarmaları ve şehri zaptetmeleri için, bir takım kuvvetlerle ileriye gönderdi… Kumandan Mekke’de Abdülmuttalib’i görünce dili tutuldu ve aklı kamaştı: O kadar ki, yere düştü ve boğazlanmış sığır gibi tepindi. Biraz kendine gelip kalkınca da Abdülmuttalib’e secde etti ve dedi: “Ben şehadet ederim ki, sen Kureyş’in Efendisisin!”… ABDÜLMUTTALİB’i Ebrehe’nin karşısına çıkardılar. Bir ak fil vardı ki, öbür filler EBREHE’ye doğru secde edercesine çöktükleri hâlde o çökmezdi. Bu ak fili Abdülmuttalib’in karşısına getirdiler, hemen çöktü. Ebrehe Mekke’ye girip Kâbe’yi yıkmak üzere harekete geçerken, o fil yol boyu çöktü ve bir daha kalkmadı. Dürttüler, dövdüler, sarstılar; fili yerinden kaldıramadılar. Nihayet filin başını Yemen istikâmetine çevirdiler ve hemen kalktığını gördüler. Fil, Mekke ve Kâbe istikâmetinde yürümeyi kabul etmemişti… Nihayet derya tarafından gelen EBABİL kuşları… Her kuşta, mercimek tânesi kadar üç taş; biri gagasında, diğerleri pençelerinde… Kuşlar bu esrarlı taşları EBREHE askerlerinin tepesine salıverdiler. Taşlar kime dokunduysa helâk etti. Büyük panik… Ebrehe askerleri geldikleri yönden kaçışmaya başladıkları yollarda kırılıp döküldüler. Ebrehe de iğrenç bir illete uğradı, parmaklarının uçları çürüyüp düştü. Kan ve irin içinde kaldı. Nihayet yüreği çatlayıp geberdi. Ku’ân’daki FİL Sûresi, bu hâdisenin hüccetidir.

*

ÜSTADIM, İmâm-ı Rabbanî Hazretlerinden hülâsa ederek: “Ruh mekâna indi ve mekân ruhlaştı!”… KÂBE budur… İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, Kâbe’nin nurunun, kalb nuru ile aynı nurdan olduğunu söyler… Kâbe, Allah’ın evi, önce Adem Aleyhisselâm tarafından belirtilen yerde “işaret taşı” gibi çevrildi; sonra İbrahim Aleyhisselâm ve İsmail Aleyhisselâm devrinde ihyâ edildi ve son olarak Allah Sevgilisi devrinde kıble edinildi. İbrahim Aleyhisselâm devrinde kıble, “Mescid-ül Aksa: Beyt-ü Makdis” iken, Miraçtan sonra Müslümanların kıblesi “Beyt-ül Atik” de denen KÂBE; ve maddesiyle de yeryüzünün merkezi olan!

*

Madde izafe edilen mekân’ın ruhlaşması; Mevlâna Hâlidî Bağdadî Hazretleri’nin Beyti üzerinde dururken, mesele maddenin katılaşmasının şekli TAŞ’ın bir “gaib örtüsü” oluşunda göründü… GAİB, içi saklayan olarak, dışın kendi, şekil ve surettedir; ona nüfuz, soğan zarlarının içiçe belirmesi gibi, durulduğu yerde tekrar karşımıza çıkan gaibe-şekle çatar… “Hakikat değişiyor, daha bitmeden cümle!”; vakit yok teşbih ve şekil etmeye, sadece bir kendinden geçmişlik zevkinin idrakı, tenzih idrakı var – “Ben kimim, saki olan kimdir, mey-i sahba ne?” diyor ya Fuzûli… Allah’ın tecellisi her insanda farklı ve Allah’ın tecellisinin hiçbir tekrarı olmadığına göre, “Eşyanın hakikatinde - Eser’de müessiri görmek” de, her fertte farklı; aynı kelime klişelerinde farklı nasibler… Bâtın kahramanlarının hâline dair bu iz üzerinde, biz tefekküre dair ve faydacı bir niyetle, KÂBE’nin anlamını malûm taş’tan takib edelim… HACER-Taş. Kaya. “Sahir, büyü yapan”. Hazret-i İsmail’in anası ve İbrahim Aleyhisselâm’ın eşi: 211: MUSALLİF-Yol arkadaşı. Biriyle birlikte seyreden. Bir işde beraber olan… Allah’ın “Mü’min-Mü’min kulunu seven” ismi dairesinde Allah ve Kulu, Kâbe nuru ve Kalb nurunun aynı nurdan olması malûm… SİN: İnsan… Sin: Mezar taşı. Şahide… Sin: Gizlenmek… İnsanın bâtınının, Allah’ın bilinmez zâti sıfatlarından sureti üzere olması, insanî hakikatin O’nda gizlenmiş bir sır olması, Kıpçak Lûgatında Taş’ın pek güzel mânâları düşünülünce, “Sin-İnsan”ın onda zuhuru da anlaşılıyor ki, Taş “Kayıp, gayb, taşmak” demek; bir taşan… “Allah’ın zuhrunun şiddetinden gaib olması”na dair bir form, şekil; Allah’ın Kâinat’ı “Berzah-Kalb” hakikatine girmeyen “Kün” emri dışında kendi üflesinden yarattığı hususundaki âyet dikkate alınırsa, Nefes’in “nefs” diye yorumlanmasına nisbet, “vücudumsu” gibi bir mânâ… Hakka erenlerin gözünde Halk, bilinen ve görülen, gayrı içinse akılda var olan… Uygur Lûgatı’nda TAŞ: Dış taraf. Harici. Zâhir… Kıpçak Lûgatı’nda TAS: Kayıp, yok olmuş. Mahiyeti yokluk… Tas: Su kabı. Kova. Tabut… BİR ARA: Tabut-üs Sekine bahsinde, Sekine’nin “sükûn” lâfzından geldiği nazara alınırsa, bir donmuşluk olan Taş ile ilgisi meydandadır. İsrailoğulları’nın, bir tabutta kendiyi andıran “Zümrüt ve Yakut” sihirli taşlarının, düşman üzerine tabut önde yürüdüğünde kedi sesine benzer bir ses çıkardığı ve onlar sustuğunda ordunun durduğu. Hazret-i Ali, sekinenin İnsan yüzüne benzer bir “yel” olduğunu buyurmuş. Rih: Yel, ruhtan… Hollanda Lûgatı’nda, STEEN: Tuğla. Taş. “Allah Sevgilisi’ne Peygamberlik, bir zaman duvar şeklinde görünüyor; bir tuğla eksik, o da O!”… Kıpçak Lûgatı’nda, SİN: Şahıs zamiri, “sen”… Steen’in okunuşu, Stenen: İstenen… Hemze, Allah’ın “Bedi-Yaratıcı” ismi ve Kamer menzillerinden “Seretan” ile ilgili… Ser etan , “hem hayat, hem su, hem evveli bilinmeyen, hem hayvan, hem Lisân, hem “haste-istenen”, hem taş” mânâsına gelen; ser de, bunların başı… İspanyolca, BEFA: Taş. İstihza. Mekr. Hudî, oyun yapan. “Bilmece”… Yine, İNDİRECTA: Taş. Sezdirir gibi. İmâ. Kinâye. Dolanbaçlı söyleme. “Maddenin dili”… Ve, PİDRA: Taş. Kaya. Dolu tanesi… Ayrıca, Socarroneria ve Calculo: Taş. Hesab. Tahmin. Zar. Değer biçme… Portekiz Lûgatı’nda, PEDRA: Taş. Buz parçası… Pedir: İstemek, taleb etmek… GEMA: Yumurta sarısı. “Kâbe-Yumurta” sarısı. Değerli taş… Gemeo: İkizler Burcu, Lâtince “Gemini” Burcu… Yine, Peça: Parça. Piyes… KÂBE: Yumurta… BEYZA: Beyaz ateş, soğuk ateş. Demir başlık. Ak-taş; İbrahim Peygamber’e “Cennet-Gizli yer”den delil olarak gelen “Hacer-ül Esved”, ilk geldiğinde ak bir taştı… HAYA: Husye. Taş-ak. Yumurta. Hayat. Hicab. “Ahlâk”… Müessir ruh ve kabul edici mekân; neticede, doğan kabul edici ruh, KÂBE… ESTETİK: Bedîiyat… ÜSTADIM’dan: “Umulur ki, 15. İslâm asrının yenileyicisi, İslâmda estetik plânı başa alsın. Zira güzellik, hesab ve kitab sordurmadan, yakalayıcı, zabt ve fethedicidir!”… ESTETİK: EST-ETİK… EST-Ayakları uzun olan. “Balık Burcu, unsuru su, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri ayaklar, simya’da Yansıtma safhası”: 461: TEHNÎE-Tebrik etme… ETİK-Ahlâk. Töre bilim: 431: FURKAN-Kur’ân. Hak ile bâtılı birbirinden ayıran… Eşya ve hâdiseler karşısında ruhun “nasıl?” tavrına karşı, akıl “niçin?”lerle yaklaşır ve fikir meydana gelir; fikrin içine işlemiş “müessir” işlemiş işletici sıfat ahlâk ki, kendisinden doğduğu fikri ileriye doğru zuhur ettirir… Uygurca, ETİK: Kililli, kapalı. Gizli… Haya ile Etik-ahlâkın birliği; var anlatılanlara nisbet et… “Kalbini Kâbe’nin bulunduğu Mekke gibi yaptığında, İlâhî isimlerin ve varlıklarının hakikatlerinin meyveleri ona gelir!” buyuruyor Veli.

*

TARÎK, “akşamın gelişi, sükûn ve ferahlık, bileyi taşı, bir şeyin başka bir şey üzerine konulması”dır; yol ve gidilendir, yolcu ve gidendir… Akşamın gelişi, yürümenin ayak ve onun ileri giden mânâsıyla bitişik “yol alan”, yıldızın gece doğuşu ve gelişi; turuk, yıldız ve karanlık demek olan tarık ve nihayet tarîk, aynı kökten… Tarık, Zühre yıldızına da denir… SALT-“Vurmak” kelimesinin masdarı, kökü. İşlemek, hakketmek. Geniş alın, “alın teri ve alın akı” tâbiriyle birlikte: 520: DERVİŞ… Yıldız mânâsında ve Allah Sevgilisi’ni imâ ile Kur’ân’da TARIK, “Kayan Yıldız” olarak: “Tarık’ın ne olduğunu bildin mi? Kayan yıldızdır o” ve sonra, “O, nuru ile karanlığı delip geçen yıldız”… Ve: “hiçbir can yoktur ki, kesinlikle üzerinde bir bekçi-melek olmasın”… TARÎK, yol ve yolcusuyla, “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma!” davası… KÂBE: Allah’ın evi, kalb, ak taş, doğrudan sahibinin eseri yumurta, haya, hayat, taşş-rahmet çisintisi, gizlinin en gizlisinden bir sır örtüsü… HAYAT Ağacı’na kinaye, yürüyüş için “Ayak”, Portekiz Lûgatı’nda, PES: Ayak. Ağaççık!

*

İBRAHİM: İbranice, “Baba” demek. “Eb-Eba-Baba” ve “Reham-Cumhur” kelimelerinin birleşmesiyle, “Cumhur’un Babası-Cumhur’un Reisi”… Piregen: Pir-Eğen. “Kuşatan Pir”… Kuşatan; içiçe soğan zarları gibi, çevreyi kendinden kılan merkez… Piregen: Pir-again… Again, İngilizce “tekrar” demek… Piregen: “birlikte, beraber”… PİREGEN: OR-HAN: MİRZA… Başyüce: Cumhur Babası-Bir bilyenin yatağına oturması gibi, halk ve reisi… Allah Sevgilisi, hem Peygamberlik, hem neseb itibariyle, İBRAHİM Aleyhisselâm’ın varisi; kendisine rücu olunan, çocukta babanın gömülü oluşu, Allah Sevgilisi’de. Yâni, “Allah Dostu” İbrahim Aleyhisselâm, varlığın Babası; ve Allah Sevgilisi, varlığın sebebi… İBRAHİM Aleyhisselâm’ın “Allah Dostluğu”,  topyekün varlığın İnsan’da oluşu ve İnsan’ın da ne olması gerektiğinin hakikatidir: Başyüce ve halk hakkında onlara düşenlerin ne olduğunu söylememiz de buna dair. Haya ve hicab heykeli, hakkında Kur’ân âyeti ve Allah Sevgilisi’nin “Benim ahirette de dostumdur!” dediği Sahabî Hazret-i Osman, aynı zamanda en tabiî topluluk çekirdeği AİLE düşkünlüğü ile remzimiz. Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ali arasında, Devlet reisi remzimiz Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman bir kıvam; Hazret-i Ebubekir’i Hazret-i Ali’ye bağlayan bir kirar-tekrar… YEVMİYE: İlk defa Babamı soruyor ­­–“Baban nasıl? Nedir bu babaların evlâtlarından çektiği!”… Sonra neşeyle: “Benim babama, deli Fazıl derlerdi; taşkınlığından, kabına sığmayışından!”

*

EBREHE’nin KÂBE’ye yıkmaya gelişinde EBABİL Kuşları’nın onun ordusunu hezimete uğratmasında, “Ebabil: Baba bil!” ifâdesindeki HAZRET-İ İbrahim’i hatırlatıcı atıf herhâlde anlaşıldı. Kureyş ulusu HAZRET-İ Abdülmuttalib’in, Allah Sevgilisi’nin geleceğinden ve kendi evlâdından olduğunu bilip de, Suhuf-u İbrahim’deki 10 kaideyi ve ilk “Müslüman” tâbirini kullananın İBRAHİM Aleyhisselâm olduğunu bilmemesi imkânsız… BİR NOT: Arab geleneğinde, ilk defa saç ve sakal boyama (şekil verme) geleneği, Hazret-i Abdülmuttalib ile başladı. Saç ve sakalı bembayaz… Beyaz: Mücerred’in rengi… Netice olarak, Allah Sevgilisi’nin doğumu öncesi, menfi şartlar kadar, müsbet veya müsbete bakan şartlarıyla da O’nu bekleyen; ve Vahy öncesi Hira Dağı’ndaki inzivasında, Allah Sevgilisi İbadet ve duasını Hazret-i İbrahim dini üzere yaparken, derin fikir tecridinde. O’nun bu hâlini, Ahmed er-Rufaî Hazretleri, “Tefekkür, Efendimiz’in ilk amelidir; nitekim bütün farzlardan önce O’nun ibadeti, Allah’ın mahlûkatını ve nimetlerini düşünmekten ibaretti. Bu durum, şer’i emir ve ibadetler nazil olana kadar devam etmiştir!” diye belirtiyor… Vahy, Allah Sevgilisi’nin nefsinde olanı koparan, O’nun nasibini ifşâ eden Allah beyanıdır!

*

İBRAHİM ismi, Süryanice ve “Şefkatli baba” mânâsında; “güçlü bakış” diyenler de var… İbrahim Aleyhisselâm, çocukluk ve yetişme dönemleri boyunca “salt hakikate-öze, ruha” ulaşma çabasında; bu çerçevede önce “hasselere-duyulara” gelen şeyler ve hasselerin tecridi ile meşgul… Bu hususta O’nun, “geçici şeyler İlâh olamaz!” şeklindeki akıl yürütmeleri ölçü ve başvurulan; geçici, izafî, izafe edilen şeyler, “Yaratıcı” olamaz… Âyet meâli: “Üzerine gece kaplayınca bir yıldız gördü ve Rabbim buymuş, dedi. Batıverince, ben böyle batan şeyleri sevmem dedi”… Yaratıcı’dan gayrına tenezzülsüz… Âyet meâli: “Kitab’ta İbrahim’i de zikret, o sıddık ve nebiydi!”… Yine: “Ben seni insanlara imâm yapacağım”… Ve: “Allah, İbrahim’i dost edinmiştir!”… Ve: “İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyandı, o hanif bir Müslümandı ve müşriklerden değildi”… Ve: “Babanız İbrahim’in dini, O sizi ilk defa Müslümanlar diye anmıştır”… Bir şeyin diğerine sirayeti, sirayet eden şeyin, sirayet eden şey ile perdelenmesidir. Bu çerçevede: İbrahim Aleyhisselâm’a “Hâlil” denmesi, İlâhî Zât’ın bütün sıfatlarının O’na sirayeti dolayısiyledir, Allah’ın rengiyle boyanmasındandır. Bâtında bütün yolların kendisinden geçmesi, “Hâlil-Bereket”in anlamındadır. Hakk’ın zuhuru, Hak üzere “Halk-mahlûk”ta gizlenme olduğuna göre, Hakk halkta gizlidir. Hani Hakk’ın, mihrak İnsan, Hak’ta “onun gözü, eli, ayağı ve bütün kuvvet ve melekeleri” hâline gelmesi; göreni gördüren, yapanı yaptıran, yürüyeni yürüten vesaire… Bir not: Halifelik, kâmil insan, “Peygamber, velâyet, elçilik, imâmlık, emirlik” ve bunun gibi kavramları ihtiva eder.

*

İBRAHİM: 259: URGAN-İp. Halat. “Akl. Mert, ölüm”. (Ur: Burç. Kalb gözü. Şehir, zâhir olma, su. “Hayat suya işledi”… Or: Ar. Haya. Şeref… Or: Çukur. Hendek. Bel, kavis. İki zirve arasındaki derinlik, kendine bağlayan… Gani: Zengin. Kimseye muhtaç olmayan. “Allah’ın 99 güzel isminden biri”… Kâfi: İhtiyaçsız, yeter olan… Kaf harfi, Arş mertebesidir… Kafî, Kef: Arş altı bir sema tabakası, Allah’ın “Hakîm” ismi, “şekil-suret” mertebesi ve Kamer menzillerinden “Nesre-Yayıp saçılan, kuş gagası, didikleyen, yazı” ile ilgili… Abdülhakîm Koltuğu ve yan mermerlerini hatırla: Mer-Mer, iki deniz, iki ilim… Mer-Mar: İlim ve hayat, dirilik)… GARS-Ağaç fidanı dikmek. Dikilmiş fidan: 260: NEYYİR-Cisim hâlindeki nur. Şems. Yıldız. “Allah nur’dur denemez, nur Allah’ındır!”… DERUN-İç. Kalb: 260: KULKUL-Büyük ve derin deniz. Hızlı giden at, hayâl melekesi, fikir özü. Şen, çevik, atik. Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses, taş. “Silâm, su, taş, hamd”. (Kulakıl: İhlâs ve muavvezeteyn sûreleri)

*

ABDÜLMUTTALİB-Herşeyi görüp bilenin kulu, haberli kul: 559: KAPTAN Kusto Müslüman… ERZANİŞ-Hayır ve iyilikler: 559: ITFET-Şefkat. Merhamet. Boncuk. (Parlak bir cam boncuk: Nakışlı bir zeminde, bulunduğu her noktada zemini kendinde toplayan, zeminin aksettiği!)… OSMAN-Asuman. Usman. Us: Sâkin. Sükunlu. Akıl. (Kıpçak Lûgatı’nda, Man: Ev bark, yuva… Man: İçine daldırmak. “Sükûnu, huzuru”… Man: Ezan. Bildirme, duyurma): 661: HİLÂL-Sıdk ile dostluk etme. Safi ve hâlis. Ara. Aralık. Zaman ve vakit. İki şey arasına sokulmuş olan. Buluttan yağmurun çıktığı yer… HASS-Marul. Yeşillik. Hudara, Allah için. Kemer bölgesi. Bel. İsim. Âdetler, ritler. İçgüdü. Basiret. (Mehded: Mehdî… El-Ma’ruze-Akrandan akrana yayılabilecek şey: 1152: Abdülhakîm-Keremli Pirlerin Nazarı, üstünde. “Noktasız harfler ebcedi”… Ma’ruz: Takdim edilmiş. Arzolunmuş, arzolunan. Bir şeyin karşısında tesir altında olan. Serilmiş, yayılmış. Taha. Söylenmiş, anlatılmış, denilmiş: 121: Elf-“Fil, file, ağ, şebeke, hüviyet”… Kaptan-“Noktalı harflerle”: 152: Hükümdar): 661: LAZLAZ-Yol gösterici, kılavuz. “Lazlaz, yılanın dil çıkarıp deprenmesi”… İNTİHAR-Kendini öldürmek. (İdam: Katık. Ekmeğin yanında yenilen… İdam: Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun ve münasib yapmak… İdame: Devam ettirmek. Daim ve bâki kılmak… İ’dam: Vücudu ortadan kaldırmak, yok etmek. Öldürmek… İ’dam-ı Nefs: 306: Müsevver-İhata olunmuş. Kolun bilezik takacak yeri. Kaplamak. Etrafı sur ile çevrilmiş yer. Kale, “dedi, o söyledi”… Re harfi, Allah’ın “Musavvir-Resmeden” ismine, 5. sema tabakası mertebesine, Kamer menzillerinden “Gafr-Örtü, Allah’ın affediciliği”ne işaret eder… 5. sema, “Zühre, tarık” yıldızı ve Yusuf Aleyhisselâm seması… Bu sema’da Musa Aleyhisselâm da belirtiliyor… Re-Ebcedi: 200: Ebu Süleyman-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin “Horoz” namı… İdam-ı nefs-Nefse katık ve nefsi ıslah: 136: Lehak-Çok beyaz olan… Aynı ebcedlerle… Kızıl: Kırmızı, kızıl renk. Aşırı, müfrit, ifrat. Kıldan yapılmış ip… Mus: Bıçak. “Müz”… Mename: Yatak, döşek, mehd… Asile: Bir şeyin tamamı. Akşamüstü. Mevt, ölüm… İdfan: Gömme. Defnetme… Oruç: Takdim yazımı arayışım sırasında, 30’ar gün, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne, Üstadım’a, hacet için başvurulan Seyyidet-ün Nefise Hazretlerine sevabının misli bağışlanmak üzere ettiğim adak borcum… Meymun: Denize atılma. “Kartal’daki, kaybetmek üzere adaya götürülme bahanesiyle denize atılma tehdidi ve görüntüleriyle işlenen bir mevzu. Kış günü olduğuna göre, herhâlde 2000 Mart ayı idi”… Vasil: Birinden asla ayrılmaz kimse… Yankı: Aksi seda… Yevmiye: Yankı kelimesini severim. Bazı uydurma kelimeler yutulabilir… İntihar: İntiha-R… İntiha: Encam. Son, netice, uc. Zirve… İntiha’: Eğilme. Dayanma, yaslanma. Bel, iki zirve arasında; Esseyid Abdülhakîm Arvasî, Necib Fazıl Kısakürek!): 661: KERAMAT-Hâlden anlayan anlar… Aynı ebcedle, HANİFE Erdiş: HANİFE Nakşîbendî.


Baran Dergisi 382. Sayı