PKK, geçtiğimiz hafta düzenlediği kongrede kendini feshettiğini ve silah bıraktığını duyurdu. Reuters'ın aktardığına göre sonuç bildirgesinde, Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden dizayn edilmesi gerektiği vurgulandı. Bu açıklama, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan ve “Terörsüz Türkiye” başlığı altında yürütülen yeni sürecin bir sonucu olarak değerlendiriliyor.
Süreç, İmralı’dan gelen bir çağrıyla şekillenmiş; ardından PKK, iki farklı bölgede gerçekleştirdiği kongreyle silahlı mücadeleye son verdiğini duyurmuştu. Bu gelişmenin ardından Ankara, örgütün tüm unsurlarıyla feshini ve silah teslimini beklediğini ilan etti. Süreçte üst düzey teröristlerin üçüncü ülkelere gönderilmesi, infaz ve yasal düzenlemeler gibi başlıklar da gündeme gelmiş durumda.
SİLAHLAR SUSUNCA NE OLACAK?
PKK’nın silah bırakması, ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi görünse de, asıl iş, jeopolitik dengelerin, planların güncellenmiş gereği. Kuruluşundan itibaren Batı’nın Ortadoğu politikalarına hizmet eden bu yapı, bağımsız bir halk hareketi olmaktan ziyade, küresel güçlerin bölgesel çıkarlarına uygun şekilde dizayn edilmiş bir aparat görevi gördü. Bugün silah değil, masa hedeflenmekte; “çözüm” adı altında sunulan ise bir statü pazarlığından öteye geçmemekte. Silahların susması, meselenin sona erdiği anlamına mı geliyor? Çünkü PKK sadece bir semptomdur, fakat onu doğuran rejim ve fikrî bataklık hâlâ yerinde.
Bu milletin birliği, ne etnik kimliklerde ne de seküler vatandaşlık tariflerinde aranmalıdır; asıl bağ, iman kardeşliğidir. Bugün Kürt’ün yaşadığı kimlik bunalımı da, Türk’ün uğradığı istikamet kaybı da, aynı inkârın neticesidir: İslâm’ın hayattan dışlanması. O hâlde çözüm, Türk ve Kürt’ün aynı fikirde, aynı ruhta buluştuğu o hakikî ortaklık zeminine, yani İslâm’a dönüşle mümkündür. Mesele sadece PKK'ya silah bıraktırmak değil, silahlar sustuğunda, beraberliği sağlayıcı ortamı hazırlamaktır.