Polat Aygün kimdir?
1952 Trabzon doğumlu olan Polat Aygün, 1974’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne girdi, 1978’de mezun oldu. Boykot döneminde talebe derneğinde yönetim kurulu üyesi idi. Boykotlardan dolayı bir yıl ceza aldı, Danıştay’ın kararı bozmasınınardından okula geri döndüMezun olduktan sonra 38 yıl öğretmenlik yaptıbunun 21 yılı idarecilikle geçti. 15 yıl boyunca Trabzon Yavuz Selim Vakfı Araklı Şube Başkanlığı’nı sürdürdü. 1969 yılından beri Millî Görüş çizgisinde hayatını devam ettiriyor. 1981 yılında ismini Ahmet Polat Hacıhasanoğlu olarak değiştirdi. Polat Aygün evli ve üç çocuk babasıdır.
 
Polat Aygün, sizinle boykot dönemleri hakkında konuşmak istiyoruz. Soyadınız Hacıhasanoğlu oldu sonrasında değil mi? 
İsmimin başına da Ahmet ekledim... Ahmet Polat Hacı-hasanoğlu, ismim aynen böyle

Yüksek İslâm Enstitüsü döneminde yaşanan boykot hâdiselerinden (1977) bahseder misiniz? Öncesi ve sonrasında hatırınızda kalan şeyleri bizimle paylaşır mısınız?
Boykotlar öncesinde dernek olarak birtakım toplantılar yapmıştık.Okulun geleceğiyle alâkalı toplantılar yaptık; akademi olmak istiyorduk. Defalarca Ankara’ya gidildi, Süleyman Demirel’den sözler alındı... Neticede sözlerin ehemmiyetinin olmadığı, oyalama olduğu anlaşıldı. Birçok Yüksek İslâm Enstitüsü, sadece İstanbul’da değil federasyonla yapılan toplantıda boykota gidilmesi kararlaştırıldı. Tabiî gizli bu toplantılar, kayıt dışı. Biz de İstanbul temsilcileri olarak, bu karara öncülük ettik ve uygulamaya başladık. Epey uzun süre boykotumuz devam etti. Akademi olamadık; fakat iyi bir hâtıra oldu bizim için! En azından bir dava uğruna mücadele etmenin ehemmiyetini anladık; onun mutluluğunu yaşadık, bedel ödemek zevkti. Gerçi ceza aldık, dava uğruna ceza bize sıkıntı vermez. Tabiî zaman zaman boykotun kırılmasına yönelik hâdiseler yaşandı. Bizim dışımızdan başka bir grup arkadaş içeri girmeye çalıştı. 

“Bir davamız vardı, bu dava için bedel ödemek de bir zevkti!” dediniz. Gençlerin bu sözü daha da içselleştirmesi bakımından, uyarmak adına biraz açar mısınız? Hatırıma geldi, Gölge Dergisi’yle birlikte verilen bir kartpostalda Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz/Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.” mısraları yazıyordu. Yani ruhu ve heyecanı olmayan insanla, davası olan insan arasındaki fark... Öyle ki, bâtıl da olsa dava, insanı ayakta tutar
Kesinlikle katılıyorum.

Bir de hak davası varsa, ne mutlu o insana.
Aynen... İslâm, Türkiye’de tatbik edilsin, sonrasında tüm dünyaya buradan yayılsın; idealimiz buydu... Bir siyasî partinin fikirlerini destekliyorduk, çünkü onlar da bizim fikirlerimize mutabık hareket ediyordu. Gençtik, bedenimiz ruhumuza dar geliyordu! İçimiz içimize sığmıyordu. Dışarıya taşmak istiyorduk. Ezilmişlik, davaya vurdumduymazlık gibi bir demde olmadık. İçimize sığmayan heyecanı dışa vurmak adına boykotlar bizim için vesile oldu. Yüksek İslâm Enstitüsü’nü akademi yapmak onlar için o kadar zor değildi; fakat bizim için bunu başarmak zordu. Akademi olmak demek, Ankara’ya bağlı olmaktan kurtulmak demekti; onlar istiyordu ki, ipimiz ellerinde olsun... Boykotun başlangıcında ümitsiz değildik. Akademi olmadı, akademi yerine fakülte yaptılar. Akademili olsaydık programların yapımında faydamız olur diye düşünüyorduk. Üniversite olunca azınlık grup oluyorsun, akademi olsun istemiştik... Allah’ın takdiri öyleymiş

Talebelerin bu güzel taleplerine kim, niye karşı geliyordu hocam? 
Aslında Akıncı ve Millî Görüş dışındaki herkes karşımızdaydı... Millî görüş düşüncesini benimseyenler işin içerisindeydi, ki biz de Akıncılar ve Millî Görüşçülerdendik. Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) vardı o zamanlar. Onlara Akıncılar destek verdiler... Öteki grupların ismini vermeyeyim, onlar karşı gelenler, işin dışında kalanlardı! Allah’a hamdolsun, memnun olduğum bir nokta var; MTTB’li olmayanlardan bir kısım da boykotun kırılması için yüklenme yapmadı. Sessiz kalmaları bizim için iyi bir şey, destek oldu. 

FETÖ’cü küçük bir grup mikropluk yaptı anlaşılan. 
Aynen öyle, küçük bir grup içeri girdiler, o zamanlar ben de üçüncü sınıfta idim. Onlar derse girince, boykot bir anlığına kırıldı tabiî. Hocalardan bir tanesi de derse girdi. İşin garibi bizim sınıfta mevzubahis dersi yapıyordular. Sanırım ders normalde Arapça idi; fakat o saatte derse başkası girdi. Ben de derse girdim, oturdum. Tabiî dersi dinleme gibi bir fikrim yok... Maksat onları engellemek. Hoca konuşmaya yeltenirken, “Hocam bir bakar mısınız, bu ders normalde kimin?” dedim... Hocaya da saygıda kusur etmek istemiyorum. Hocanın dikkatini çektim, bana baktı, şu sözleri ilave ettim, “Dersin Arapça olması lâzım, sizin dersiniz Arapça değil, sizinki falan zaman!” dedim. Hoca da “Tamam ama ne fark eder? Farz edelim ki programı değiştirdik.” dedi. Ben de “Öyle olmaz!” dedim itiraz ettim. Hoca çekti gitti, kaldık FETÖ’cülerle. Kendi kendime, “Galiba beni linç edecekler!” dedim. Boykottan arkadaşlar girdi içeri, okulu tahliye ettiler. Bu da böyle bir hâtıram yâni... Şiddete başvurmadılar yani. Belki başvursalardı, orada belki yerdim; ama sonra hesabını görmesi uzun sürmezdi değil mi? (Ahmet Polat bu sözlerin ardından neş’eli bir şekilde gülüyor.)

Zaten sonra o grup takip edildi, Mecidiyeköy’e gittiği tesbit edildi. Orada bir meydan kavgası olmuş. Onlar otuz-kırk kişilik bir gruptu, bizimkiler dört-beş kişi. Bizimkiler bunlara Allah ne verdiyse girmiş! Vurdun, vuruldun! Kavga böyledir... 
(Ahmet Polat gülmeye devam ederek) Evet bunun hesabı yapılmamıştı. Okuldan üstü kapalı bir arabayla bunları aldılar, Emniyet de işi takib ediyor tabiî. Kavga vukû bulduğunda ben okuldaydım, Mecidiyeköy’e kadar takib etmişler. Boykot sırasında genellikle okulun bahçesinde görevliydim.

Gölge Dergisi boykotlara destek veriyordu. 
Evet.

Gölge Dergisi’nden Kaya Balaban Mecidiyeköy’deki kavgada, bizim boykotçu arkadaşların başındaydı. Allah rahmet etsin... 
Amin, Kaya Balaban bizim okulun öğrencisi değildi ama öğrencisi kadar aktif idi. Allah rahmet eylesin. Eskisi gibi hâdiseleri pek hatırlayamıyorum... Aradan yirmi sene geçmesine rağmen talebelerimin numaralarını hatırlardım. Şimdi hatıralar eskisi gibi tazeliğini koruyamıyor hafızamda. 

Peki, boykota karşı olan idarecilerden Tayyar Altıkulaç ve ekibinin tavrından bahsedelim. Bunlar neden boykota karşıydı? Boykot karşıtlarının Nesil Vakfı vardı. Bunlar ne istiyordu, siz ne istiyordunuz, anlatır mısıvnız?
O zaman Yeni Nesil Vakfı idi. Şimdi Nesil Vakfı oldu. Neden karşı olduklarının mantıkî ve insanî bir izahı yok, ancak saygın bilinen hocalarımızın çoğu boykota karşıydı. Allah rahmetini eksik etmesin Nedim Urhan Hoca bize destek vermişti.

Ömer Çam da destek verenler arasında idi.
Evet. Halit Zevalsiz de öyle. Bu hocalar bize destek vermişti. Hocaların çoğunluğu karşı taraftaydı. Bunun sebebi ideolojiktir belki. Akıncılar'ın ve Millî Görüşçü bir grubun eylemi olduğu için mi karşı oldular, yoksa başka bir şey mi var? Şayet akademi olsaydı, karşı gelen hocalar da bundan yararlanırdı. Herhalde düzen karşıtı bir çizgide olan Akıncı gençliğin eyleminden yana olmak istemediler. Ne de olsa kendileri Kemalist düzen tarafından yüksek makamlara getiriliyordu. Hatta içten içe çocukları da doldurur gibilerdi. Zaman zaman yemekhanede karşıt gruplarla yumruk yumruğa gelirdik. Biz disipline gönderilecekken, bir hoca meselenin derinleşmemesi için çaba sarf etmiş. “Mesele uzamasın.” deyip hâdisenin büyümemesini sağlamıştı.

Yemekhânedeki hâdise kimlerle gerçekleşti?
Nurculardan bazılarıydı herhalde. İsmi Cemal Uşak mıydı neydi?

Cemal Uşak öğrenci miydi o zaman?
Son sınıftaydı. Onun yönlendirmesiyle yaşanmıştı bunlar. Nurcuların bazıları açıkça karşıydı boykota.

İzmir’de de böyle bir şeye teşebbüs etmişlerdi. Mikropluklarını o zamanlarda da gösteriyorlardı.
Tatlı bir anı olarak kaldı işte bunlar bize. Yüksek İslâm’da Kâzım Albayrak ve Hüsnü Kılıç’ın tahsilini ömür boyu sonlandırdılar. Recep Garip, Eyüp Ali Uyar ve bana da birer sene uzaklaştırma verdiler, toplam beş kişiydik. Allah diğer arkadaşlardan razı olsun, biz beş kişi ceza aldık diye boykotu bırakmadılar... Arkadaşlar, “Ceza alanlar bizim için ceza aldılar. Onlar dönmeden, biz de dönmeyiz!” deyip sınav döneminde bir yıllarına mâl olacak boykota tereddütsüzce girdiler.

İkinci dönem boykotlar devam etti
Evet ve sonunda mecliste çıkan af ile cezalar kalktı, bu arada Danıştay da yürütmeyi durdurmuş idi. Derslere birlik içinde tekrar başladık.

Evet. 
Ara dönemi saymazsak bir-bir buçuk sene süren boykotlardan sonra derse girdik. Benim numaram 339 idi. Boykot karşıtı Tayyar Altıkulaç ekibinden olan -bunlar aynı zamanda modernist bir çizgiyi temsil ediyorlar- bir hoca, “339 Polat Aygün burada mı?” diyeceğine sadece numaramı söyledi. Tam bir sene ismimi telaffuz etmedi. Numaramı okuyup geçti öylece. 

Kinleri hiç geçmedi. 
Ben esasında Yüksek İslâm’da öğretim görevlisi olarak devam etmek istiyordum, baktım ki devam edecek şansım yok, eleyeceklerdi bizi... Teşebbüs etmedim.

Biraz evvel dediniz ya hani, “Akıncılar ve Millî Görüş’e yakındık” diye. 
Yakın değil, içindeydik yâni. Biz partici değildik, ancak niye Akıncı, Millî Görüşçü idik? İdareciler ve Ankara'dakiler niye karşımızdaydı? Kemalist düzenin yedeği değil de İslâmî düzen için çabaladığımızdan ötürü... Kendi şahsımızda aksiyonu, teşkilâtı parlattığımız için... Onlar ise mevcut düzenden nemalanan, iktidar koltuklarından besleniyorlardı, işte bu yüzden de Kemalist düzenin yedekliğini yapmaktan geri kalmadılar. Bir tarafta düzenbazlık, diğer tarafta İslâmî bir aksiyon söz konusu idi ve Allah’a şükür bizim saflarımız haktan yana idi. 

Akıncıların isim ve mânâ babası olan Salih Mirzabeyoğlu’nun o döneme damgasını vuran ve sonraki dönemlere de sirayet eden GÖLGE ve Akıncı Güç dergi ve faaliyetleri ile ilginiz var mıydı?
Salih Mirzabeyoğlu’nun aksiyoner çizgisi hoşuma giderdi. O dönem hiçbir hesap yapmadan atılırdık. Şu an derginizin (BARAN) yayın kurulu üyesi olan arkadaşımız Kâzım Albayrak, o zamanlar boykotların liderliğini yaptığı gibi daha sonra İstanbul İl Akıncılar yönetiminde Yakup Kaldırım döneminde çalıştı. GÖLGE kadrosundan Kâzım’dan başka yine boykot liderlerinden Hüsnü Kılıç vardı, keza Kaya Balaban vardı. Kâzım bizi çağırırdı, Akıncıların ve Akıncı Güç’ün eylemlerine katılırdıkŞehid Metin Yüksel de okulumuza boykotlara gelirdi.

Eylemlere-boykotlara girerken neler düşünüyordunuz?
Gençtik ve hesap yapmazdık. Boykot eylemleri akılla yapılacak şeyler değil. Sonumuzu düşünmeden atılırdık. Aslında boykotlar Kemalist düzenin ve bu düzenden yana olan hocaların-idarecilerin baskısına karşı “Ben de varım!” demek için yapıldı. O dönemde ensesi kalın yöneticiler bizi adam yerine koymak istemiyorlardı.  

Boykot sürecine dair başka neler ilave etmek istersiniz?
Bir de içeriye gelen evrakları göndermeme gibi bir suçu da işlemiştik. Evrakları önce inceledik. Hani askerde mektubu kontrol ederlerdi, sonra verirlerdi ya, işte öyle. Gelen evraklar kimden, kime gidiyor önce bakardık sonra içeri gönderirdik. Bunun suç olduğunu ne bilelim o zaman, boykota dair şeylere bakıyorduk.

Boykotçular bütün giriş çıkışlara hâkimdi diyorsunuz yani.
Evet, önce bize uğrardı postacı, sonra içeri girerdi.

Kuş uçurtmuyorlardı yani? 
Öyleydi, kırıcı dökücü şeyler olmadı Allah’a şükür.

Polisle çatışmalar nasıl oldu?
Birçok polisin okulun etrafını sardığını, sivil polislerin olduğunu biliyorduk. Kolaçan ediyorduk okulun bahçesini sürekli zaten. Dışarıda polisle öğrenciler arasında tatsız olaylar yaşandı.
İkinci boykot döneminden bahsediyorum, müdürün de darp edildiği vesair hadiseler... Dışarıda polisle çatışmalar olmuş. Fatih Akıncıları’ndan Metin Yüksel, polis aracına alınmış, darp edilmişti. 
Allah rahmet eylesin şehide. Biz de Üsküdar’dayken polisler bizi alıp bir gece emniyette geçirtmişti. Niye almışlardı yanımda kim vardı hatırlamıyorum; ama bizi ayrı ayrı yerlere aldılar, dayak da atmadılar. Mahkemeye bile çıkartmadılar. Bir gün kaldık, ertesi gün çıkarttılar.

Son olarak, boykotları topluca değerlendirebilir misiniz?
Boykotlarla ilgili olarak bizim mücadelemizi destekleyen bize yakın siyasetçilerden Allah razı olsun. Burada, siyaset olarak bizim gibi düşünmemesine rağmen, özellikle verilen cezaların kaldırılmasında, Danıştay aşamasında çok uğraşan Sakarya Milletvekili Hasan Fehmi Güneş Bey’i minnetle anıyorum. Çok sağ olsun. Federasyon olarak düzenlediğimiz Necip Fazıl Bey’in konuşmacı olarak katıldığı Mukaddesatçı Gençlik Gecesi’nin çok muhteşem bir etkinlik olduğu hafızamda kalmış. Hem öncesindeki endişelerimizi hem de sonrasındaki mutluluğumuzu unutamam. Bir de ikinci boykotta arkadaşlarımızın akademi talebine ek olarak, “ceza alan arkadaşlar okula dönünceye kadar okula devam etmeyiz” diyerek boykotu devam ettirmeleri de büyük bir vefa örneğidir. Arkadaşlarımıza binlerce teşekkürler. Akademi olmadı ancak hiç olmazsa cezalar kalktı.

Bir rahatsızlığınız vardı herhalde, onun için de Allah şifa versin... Fazla uzatmayayım. Tez zamanda sıhhatinize kavuşursunuz inşallah.
Teşekkür ederim, sizin de Allah gayretinizi artırsın.

Baran Dergisi 671. Sayı