Alımlar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 400 yükseldi. Yatırımcılar altın alımı için 58 milyar lira harcadı. Raporda yaklaşan seçimlerin ve yüksek enflasyonun altının güvenli liman olarak cazibesini artırdığı değerlendirilmesi yer aldı.

Altın Trendleri Raporu yayınlandı… Buna göre küresel altın talebi yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1 yükselerek 1.174 tona ulaştı.

Merkez Bankaları ilk çeyrekte resmi altın rezervlerini 28 ton artırdı. Altın külçe ve para alımları yıllık yüzde 5 artarak 302 tona ulaştı. Altın takı alımları ise 478 ton oldu.

Merkez Bankası (TCMB) ilk çeyrekte net 30 tonluk altın alımı yaptı. Böylece dünyada söz konusu dönemde altın rezervini en çok artıran 3. merkez bankası oldu. İlk çeyrekte en çok altın alımı yapan merkez bankası 69 tonla Singapur olurken, bunu 58 tonluk alımla Çin Merkez Bankası takip etti.

Dünya Altın Konseyi konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede "Türkiye'de altın külçe ve para alımları ilk kez 50 tonu aşarak olağanüstü seviyelere ulaştı. Değer olarak eşi görülmemiş bir şekilde altına 58 milyar liralık (3 milyar dolar) yatırım yapıldı. Türk yatırımcılar enflasyondan kaçarak altının güvenliğine sığındı. Resmi veriler enflasyonu yüzde 50'de gösteriyor, gayri resmi olarak enflasyonun bu oranın iki katı olabileceği tahmin ediliyor. Negatif reel faizlerin yanında mayıs ortasındaki seçimler altının güvenli liman cazibesini artırıyor" ifadelerini kullandı.

Gram altın bugün itibarıyla 1.279 liradan işlem görürken 2023 genelinde yüzde 16.7 değer kazandı. Uluslararası piyasalarda altının ons fiyatı ise yüzde 12.4 artarak 2.040 dolara çıktı.

Bizim teklifimiz: Altına endeksli lira/Türk Altın Lirası

Ülkemizde artık kronik hâle gelmiş iktisadî krizleri yalnız tek bir sebebe irca etmek elbette söz konusu değil. Yalnız bir krize çözüm getirilmek istendiğinde de bir yerden başlamak gerek ve bize kalırsa ülkemizdeki tüm iktisadî faaliyetlerin merkezinde yer alan Türk Lirası’nı ele alarak işe başlamak gerekiyor.

Para, en umumî tabire göre mübadele, değiş tokuş vasıtası. Paradan yerine getirmesi beklenen fonksiyonlar ise mübadele vasıtası olması, standart kıymet ölçüsü olması ve tasarruf vasıtası olması.

Türkiye’de bugün market alışverişi dışında Türk Lirası üzerinden yapılan pek bir alışveriş kalmamış vaziyette. Bunun dışında kalan diğer alışverişin fiyatlandırması da yine döviz üzerinden anlık olarak gerçekleştirildiği için Türk Lirası bir mübadele vasıtası olmaktan ziyade elde edilen kazancın dövize aktarılması noktasında ancak bir ara bir mübadele vasıtası muamelesi görüyor.

Türk Lirası, bir paradan beklenen en önemli fonksiyonlardan biri olan standart değer ölçüsü vasfını da yerine getiremiyor, yâni satın alma gücünde bir istikrar arz etmiyor. Çünkü Türk Lirası kendi başına zaten bir değer arz etmiyor! Sürekli olarak dışarıdan gelecek olan yatırımlara bağlı olarak değer kazanan yahut kaybeden, memleket içindeki üretimin bile dövize destek, Türk Lirasına köstek olduğu bir ülkenin para biriminin dış faktörlerden bağımsız olarak bir değer arz etmesi mümkün olabilir mi? Olabilir tabiî; fakat bu hâliyle değil, ileride değineceğiz.

Tasarruf vasıtası olma vasfına gelecek olursak, e bu kadar kaypak bir para birimini kim, niçin tasarruf vasıtası olarak kullansın ki? Faizin %21’lere kadar yükseldiği bir noktada bile hâlen insanlar paralarını döviz cinsinden mevduatlarda tutuyorlarsa, bu paranın artık işi çoktan bitmiş, vasfını tamamen yitirmiş demektir. Zaten memleketimizdeki ana tasarruf enstrümanlarına baktığımızda altın, döviz, emlâk ve hattâ belki dünyanın hiçbir yerinde emsâli olmayan otomobilin geldiğini görüyoruz, Türk Lirası’nın bu alanda esamisi bile okunmuyor.

Sıçrama Tahtası

Cerrah hastasını ameliyat etmeden evvel onun kan değerlerine bakıp vücudun yapılacak operasyonu kaldırıp kaldıramayacağına karar veriyor. Bu sebebledir ki, Türkiye ekonomisine esaslı bir şekilde el atılacaksa, cumhuriyetin kuruluşundan beri sulandırıla sulandırıla milyonlarca kere değersizleşen, bir müddet sonra da değersizliği içinde değer dengesine oturan Türk Lirasına el atmak ve onu hakiki bir kıymet vahidine bağlayarak, kaybetmiş olduğu değeri, itibarı kendisine iade etmek gerekiyor. 

Türkiye’nin iktisadî manzarası bölümünde ifâde ettiğimiz üzere Türk Lirası’nın Türkiye ekonomisinin işleyişinden beri bir kıymet bulması mümkün değil. Bu sebeble Türk Lirası’nın hakiki bir kıymet vahidi olan altına endekslenmesinden başka bir çare kalmıyor.

Resmî rakamlara göre bugün tedavüldeki para hacmi 170 ila 200 milyar TL arasında değişmektedir. Tedavüldeki basılı paranın dışında, bankalara tanınan haklar dolayısıyla artık iyiden iyiye dijitalleşmiş olan paranın toplamı ise, altın ve döviz mevduatları ile beraber 3 trilyon TL civarında bulunmaktadır.

türk altın lirası

Buna karşılık olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kasasında 800 tondan fazla altın var. Bugün Merkez Bankası, emisyondaki parayı, Türk Lirasını bugünkü satın alma gücünü sabit tutmak kaydıyla rahatlıkla altına endeksleyebilir. Para devlet bankasına götürüldüğünde, Merkez Bankası’nın para üzerindeki meselâ %10’luk hakkı düşülerek, altın olarak paranın karşılığını alabilir.

Bu arada, Dünya Altın Konseyi Başkanı’nın açıklamasına göre, Türkiye’de yastık altındakiler dâhil olmak üzere, dünya altın rezervinin %8’ine tekabül eden 5-6 bin tonluk bir altın varlığından söz edildiğini de unutmamak gerek. Bu altınlar da Türk Altın Lirası üzerinden pekâlâ ekonomiye kazandırılabilir. Böylelikle hakiki bir üretim hamlesi neticesinde emisyonda olması gereken genişleme Türkiye için uzun yıllar boyunca bu kaynağı açığa çıkartmak suretiyle pekâlâ sağlanabilir. 

Ruhî nisbetin kurulması ve Türk Lirası’nın itibar kazanması için altına endekslenmesinden sonra ismine “altın” ilâve edilmesi ve Türk Altın Lirası olması hem içeride ve hem de dışarıda meydana getireceği müsbet psikolojik tesir dolayısıyla yerinde olacaktır.

Bu değişimin Türk Lirasında direkt ve onunla beraber ekonomide meydana getireceği iyileşmelere bakacak olursak:

Bir kere en başta Türk Lirası’nın bir paranın haiz olması gereken asgarî fonksiyonlardan olan mübadele vasıtası, standart kıymet ölçüsü ve tasarruf aracı vasıflarını yeniden kazanması bu sayede gerçekleştirilebilir.

Bu hamleden sonra fiyatların belirlenmesinde standart değer ölçüsü olarak Türk Altın Lirası kullanılacağı için kurdaki hareketlilik dolayısıyla fiyatlarda bu çapta bir oynaklık ve enflasyon olmaz, insanların kazancı değerini korumuş olur. Hâl böyle olunca da Türk Altın Lirası tabiî olarak tercih edilen bir mübadele vasıtası hâlini alır. Ayrıca baştan sona ruhî amillere bağlı iktisadî düzen üzerinde böylesi bir realizasyonun bakış açılarında meydana getireceği pozitif değişimin ise paha biçilemez tesirler meydana getirmesi kaçınılmazdır.

Bir diğer husus ise Türk Altın Lirası’nın, endekslendiği altın dolayısıyla direkt olarak bir yatırım enstrümanı hâlini alacak olmasıdır. Günümüzde dünya çapında neredeyse bütün para birimleri altın karşısında erir, uzun vadede ise yine bütün para birimleri altın karşısında değer kaybederken, insanımız tasarruflarını değerlendirmek için o zaman dövize niçin yönelsin ki.

Yine yerli imkânlarla gerçekleştirilen üretimin fiyatlandırılması Türk Altın Lirası üzerinden değil de yine bugün olduğu gibi döviz üzerinden yapılsa bile, Türk Altın Lirasına dayanan ekonomi kur dengesizliği yaşamayacağı için ihracat avantajını elinden kaçırmayacak, bu fiyatlandırmadan dolayı iç piyasada yüksek enflasyon söz konusu olmayacaktır.

Bugünkü mânâda bir enflasyon olmayacağı için, vatandaş, Türk Altın Lirası üzerinden elde ettiği kazancın cebinden çalınmayacağının psikolojik rahatlığı içinde olacak, paraya güveni artacaktır.

İşin operasyon tarafına da gelelim. Bugün dünya ekonomisinin ancak %1’i eden Türkiye ekonomisi üzerinde operasyon yapabilmek için, bu sefer dünya çapındaki altın fiyatlarının manipüle edilmesi gerekecektir ki, bu takdirde zaten bütün dünya para birimleri böylesi bir manipülasyondan dolaylı yollardan etkileneceği için, bu yolla Türkiye siyasetini dizayn etmek imkânı ortadan kaldırılmış olacaktır.

Altına endeksli liraya doğru

Altına endeksli liraya geçilmesinden sonra paranın değeriyle bugünkü gibi oynanamayacağı, yüksek enflasyon, yüksek kur, yüksek faiz gibi bahisler Türkiye’nin gündeminden çıkacağından, para üzerinden para kazanma imkânı daralacak, servet ve tasarruf sahipleri daha fazla gelir elde etmek için üretime yönelmek zorunda kalacaktır. Bu da tabiî olarak durağanlaşan ekonomiye dinamizm getirecek ve para sirkülasyonun hızlanmasına, servetin tabana doğru yayılmasına ve dolayısıyla hakiki bir iktisadî büyümeye sebeb teşkil edecektir.

Türk Altın Lirası’nın yabancı paralar karşısında satın alma gücünü muhafaza ediyor olması dolayısıyla memleket içindeki, adına sunî kazanç diyebileceğimiz birçok rant kapısı da bu vesileyle kapanmış olacaktır.

Amerikan doları başta olmak üzere diğer paraların altın karşısında sürekli olarak değer kaybediyor oluşları uzun vadede Türk Altın Lirası’nın aşırı değerlenmesine, bu da ithalat hacminin artmasına, ihracatta Türkiye’nin elinin zayıflamasına, üretimin daralmasına buradan da zincirleme bir şekilde işsizliğe kadar pek çok menfîliğe vesile teşkil edebilir diye düşünülebilir. Oysa ki böylesi bir değişim Türkiye’de sadece emeğin maliyetini arttıracaktır; üretimde kullanılan emtia milletlerarası borsalarda fiyatlanmaya devam edeceği için nisbî mânâda üretilen malın fiyatlanması noktasında bunun dışında bir fark olmayacaktır. Cari açık noktasından hadiseye yanaşacak olursak, bugün zaten Çin’den gelen ithâl mallarının fiyatı Türkiye’de üretimi yapılan aynı ürünün maliyetinin bile altında fiyatlanmaktadır. Bugün nasıl ki gümrük vergileri ve kısıtlamaları üzerinden bu vaziyete karşı tedbir alınıyorsa, yarın da aynı şekilde cari açığın dengelenmesi bu yol ile sağlanabilir. 

Türk Lirası’nın altına endekslenmesi ve bunun neticesinde hem paranın fonksiyonlarını geri kazanması ve hem de stabilizasyonun sağlanması ise iktidara, Türkiye ekonomisindeki diğer meseleler üzerinde cerrahî operasyon yapma imkânını bile sağlayacaktır.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı kronikleşmiş ekonomik krizlerin çözümü yolunda, yâni hem sorunların bazılarını direkt olarak çözüme kavuşturacak, hem de geri kalan sorunlara neşter vurulabilmesinin yolunu açacak çözümü böylelikle ifâde etmiş oluyoruz. Samimi olarak Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmek isteyenler için yol budur.

Görüldüğü üzere bugün Türkiye ekonomisine kaşıkla verip kepçeyle almak için bile kimselerin yanaşmadığı şu konjonktürde, dünya çapında bir değişim ve dönüşüme de ön ayak olması muhtemel, ihtilâl çapındaki bu adımı atmaktan başka bir çare kalmamıştır.

Yok, bunun yerine “Bugün faizi arttır, yarın döviz de artsın, sonra bir daha faizi arttır, yok böyle olmadı bu sefer Merkez Bankası başkanını değiştir, faizi düşür döviz artsın, sonra yine faizi arttır, sonra başkanı bir daha değiştir.” şeklinde ekonomi siyaseti sürdürülmek isteniyorsa, bunun bedelini yalnız vatandaşın değil, iktidardaki siyasîlerin de ödeyeceği geçmiş seçimlere bakılarak pekâlâ anlaşılabilir.

***

Türk Lirası’ndan altına endeksli Türk Lirası'na geçilmesi elbette ki tek başına kocakarı ilacı hesabı Türkiye ekonomisinin bütün dertlerine deva olacak değil; fakat Türkiye ekonomisinin sorunlarının çözümü noktasında mükemmel bir başlangıç noktası olacaktır.

Türk Altın Lirası’ndan Sonraki Adım: Büyük Doğu Ticaret Birliği

Türk Lirası’nın altına endekslenmesinden bahsetmiştik. Türk Lirası’nın altına endekslenmesi bir sonuç olduğu gibi elbette ki aynı zamanda yeni bir başlangıcın da davetçisi konumunda bulunuyor. Türkiye’nin bugünkü vaziyetine ve var olduğu zannedilen çıkış yollarının aslında nasıl da sıkı sıkıya kapalı olduğuna bir bakalım ve o var olmadığı zannedilen çıkış yoluna doğru adım adım ilerleyelim…

Türkiye’yi Ayakta Tutan Dış Kaynaklı Cereyan Kesildi

Dünya düzeninin iki kutubdan müteşekkil olduğu Soğuk Savaş döneminde, dünyanın merkez noktasındaki Türkiye’nin her iki cebheden birden aldığı rüzgârın tesiriyle ayakta kalması ve nebatî cinsten de olsa hayatını sürdürmesi mümkündü. Ne var ki, Üstad Necib Fazıl’ın seneler evvel ikaz ettiği gün nihayet geldi çattı. İki cebheden esen karşılıklı rüzgâr kesildi ve Türkiye’nin, dünün zihniyetiyle bugünün dünyasında, yâni dünün azılı düşmanlarının birçok konuda ittifak içine girdiği bir dünyada, bunlar arasındaki anlaşmazlıklara dayanarak ayakta kalması git gide imkânsız bir hâl aldı. Batı’nın başarısız olmaya mahkûm olan dünya hâkimiyetini bir nebze dahi olsa sürdürebilmesi için her şeyi ve herkesi kendi düzenine entegre etme girişiminin İslâm âlemini ne hâle getirdiğini, Arab Baharı ile beraber Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Gezi Olayları, 17-25 Aralık, Hendek Olayları ve 15 Temmuz ile devam eden süreçte ise bizzat Anadolu’da tecrübe ettik. Şimdilerde ise bu planın bir sonraki safhasını idrak ediyoruz; Yahudi nihayet o lanetli başını gizlediği çukurdan çıkardı ve çevresindeki, milleti Müslüman, iktidarları ise şaibeli memleketler ile yeni münasebetler tesis ederek kendi siyasetinin tesir alanını açıktan genişletmeye başladı. Bazıları Yahudi ile beraber hareket etmek için can atarken, Sudan gibi kimi memleketlerin de iktisadî gerekçeler dolayısıyla bu küfür kervanına dâhil olmak zorunda kaldığını ibretle izliyoruz.

Batı’nın Değişen Türkiye Stratejisi

Bundan daha evvel de ifâde etmiştik, Kemalist zihniyetin her türlü teşebbüse rağmen bir türlü hâkim olamadığı, ona karşı yükselen İslâmî mücadelenin bastırılması ve bu topraklardan silinmesi için kurgulanan Ilımlı İslâm projesinin de çapına nisbetle çok büyük bir başarısızlıkla neticelendiği Anadolu topraklarında, Batılılar artık kendilerine müttefik aramıyorlar. Batılar, Anadolu politikasında strateji değişikliğine gittiler; bu toprakların bölünmesi, parçalanması ve böylelikle bir güç unsuru olarak doğrulamayacak şekilde belinin kırılmasını kendilerine hedef edindiler. Anadolu’nun parçalanması ve bertaraf edilmesi, iktidarlarının tasmalarını ellerinde tutsalar bile Müslüman milletlerin Anadolu ile olan gönül ittihadını da dağıtmak, onların umutlarını yıkmak ve topyekûn bütün bir İslâm âlemini teslim almak anlamına geleceği için, Türkiye’nin düşürülmesinin önceliği her geçen gün arttı ve artmaya devam ediyor. 15 Temmuz’a kadar yaşananlar bir yana, 15 Temmuz’dan sonra bu strateji değişikliğinin izlerini memleketimizi hedef alan askerî, siyasî ve iktisadî hamleler üzerinden daha açık bir şekilde gördük.

Zamanın ruhunu elinden kaçırmış bazı tiplerin ikide bir çıkıp çıkıp, “Ben iktidara gelirsem Batı bana itimat eder, para yine oluk oluk akar.” şeklindeki Arab Baharı ve 15 Temmuz öncesinden kalma fikirlerinin ne çapta çöp olduğunu da yukarıdaki manzaraya bakarak adam akıllı idrak etmek gerektir. 

Bağımsızlık Harbinin İktisat Cephesi Kan Revan İçinde

Her ne kadar siyasî planda Cumhurbaşkanı Erdoğan dirayetli bir tutum sergilemiş, askerî planda ordu millet vasfımız gereği yüzümüzü bugüne dek kara çıkartmamışsa da, en zayıf karnımız olan iktisad planında cereyan eden muharebelerin bedelini bugüne kadar çok ağır ödedik ve ödemeye de devam ediyoruz.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin kendisini demokrasyalar safında konumlandırmasından beri, bütün şahsiyetini ve değerini yurt dışından gelen paradan bulan Türk Lirası, Batı’nın Türkiye projeksiyonu değiştiği günden beridir kan kaybediyor ve artık gelinen nokta itibariyle paradan beklenen temel fonksiyonlardan hiçbirini yerine getiremiyor. Para kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getiremediği için de, burada yapılan yerli üretimin fiyatlandırması, alışverişin ödemesi ve tasarrufların biriktirilmesi için Türk Lirası dışında kalan döviz enstrümanlarına başvuruluyor. Türk Lirası dışında Amerikan Doları ve Euro üzerinden yapılan alışverişler ise, millî bir kazanç doğurmaktan ziyade, kumarhanede yalnız oynatanın kazanması hesabı, global iktisadî sistemi elinde tutan Batıyı ayakta tutmaya, onların paralarına değer katmaya yarıyor. Hâl böyle olunca da, kur avantajı gibi durumlar ilk planda sanki burasını yatırım için cazip bir noktaymış gibi gösterse bile, aslında memleket içinden yapılan üretim ve alışverişin döviz kurları üzerinden gerçekleşiyor olması ile Türkiye’nin enerji ve hammadde noktasında dışı bağımlı olması dolayısıyla bu teori pratik ile bir türlü örtüşmüyor. O zaman da iş bir paradoksa dönüyor.

Türk Lirası’na Altın Endeksi

Aynı şeyleri yapmak suretiyle farklı neticeler beklemek ahmaklıktır. Türkiye ekonomisinin başından beri dış finansmana dayanarak kurgulandığı ve bu vaziyetin bizim ekonomimizi Batılıların elinde esir ettiği açık. Öyleyse evvelâ bize ait olmayan mevcut iktisadî düzeni ortadan kaldırmamış ve bunun için de düzeni doğuran iktisadî görüşü terk ederek onun yerine yerli ve millî bir iktisadî görüşe sarılmamız gerekiyor.

Geçtiğimiz haftalarda ele aldığımız üzere, Türkiye’nin iktisat planındaki en ehemmiyetli meselesi, Türk Lirasına paranın fonksiyonlarını iade etmesidir. Bunun için de ufukta izlenebilecek tek yol vardır, o da Türk Lirasına altın endeksi getirilmesidir. Türk Lirasına altın endeksi getirilmesi, Türkiye’yi maruz kaldığı kur manipülasyonlarından koruyacak, vatandaşların tasarruflarının Türk Lirası cinsinden saklanmasına olanak tanıyacak ve yerli üretimden elde edilen katma değer ile alışverişin üzerinden yapıldığı dövizin sahibi ülkeyi değil, bizim memleketimizi fonlaması sağlanacak. Türk Lirası değerinin diğer para birimleri karşısındaki tutarlığının sağlanması, girişimcilerin, önünü görebilmenin rahatlığıyla, güvenle hizmet ve üretim alanlarına yatırım yapabilmesinin önünü açacak. Geçtiğimiz haftalarda bu bahsi uzun uzadıya işlediğimiz için fazla uzatmayalım ve Türkiye’nin Türk Lirası’na altın endeksi getirmesinden sonraki adıma gelelim.

İktisadî Düzen

Bugünkü dünya düzenini, birkaç Batılı ülkenin, dünyanın geri kalan diğer milletlerini ekonomik bakımdan sömürmesi şeklinde rahatlıkla tanımlayabiliriz. Başta İslâm âlemi olmak üzere, onunla beraber üçüncü dünya ülkesi şeklinde tanımlanan ülkelerin neredeyse tamamının yeraltı kaynakları, zenginlikleri ve emeği Batı tarafından sömürülmekte ve bunun karşılığında kimi milletlere karnı doyuracak kadar kazanç sağlamaları bile çok görülmektedir. Hâl böyle iken, mevcut dünya düzeni yalnız bizim değil, bugünkü düzende muktedir konumda bulunmayan herkesin meselesidir yahut meselesi olmalıdır.

Bilindiği üzere bugün hâkim olan iktisadî görüşün kaynağında üretim/emek değil, finans var. Finans sistemine dayanan iktisadî görüş, dünya çapında geçer akçe olan rezerv paraya da hâkim olması dolayısıyla geri kalan bütün ülkelerin ekonomileri üzerine hegemonya kurmuş vaziyette. Finans, ihtiyaç duyulan kaynakların uygun şartlarda sağlanması ve etkin bir şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyetler şeklinde tanımlanıyor. Öyleyse finans ekonomisi için de, para kaynaklarını ellerinde tutanların, emek ve üretim gibi hakiki iktisadî faaliyetlerde bulunanların ihtiyaçlarının karşılanmasına ve bu kaynakların kendi çıkarlarına göre kullanılmasına olanak sağlayan iktisadî düzen diyebiliriz. Yâni ziraî ve sınaî iktisadî faaliyetleri emeğimizle biz gerçekleştireceğiz; fakat bunun çerçevesini ve kurallarını, bu faaliyetlerin gerçekleşmesi için finanse eden Batılılar belirleyecek ve finansmanı ellerinde tuttukları için de hem bu konumlarını muhafaza edecek ve hem de bizim gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin tamamından nemalanacaklar. Ayrıca eğer ki onların belirlediği çerçevenin dışına çıkacak olunursa da, bugün Türkiye’nin muhatab olduğu şekilde, cezalandırma yetkisini ellerinde bulunduracaklar. 

Soğuk Savaş sona ermeden evvel, her iki taraftan da güvenlik endişesi duyan birçok memleket bu anlayışa ram olmuş olabilir; fakat artık böyle bir dünya olmadığına göre, kim, ne sebeble bu düzene boyun eğsin ki? Evet, bugün hâlen statükodan nemalanan pek çok kişi, aile, şirket ve hatta rejim mensubu var dünyada. Onlar bu iktisadî kölelik düzeni sayesinde servetlerine servet katıyorlar ve olası her değişimin önünde durabilmek için ellerindeki birikimi kullanmaktan da çekinmiyorlar, doğru; fakat bir devlet, milletin geri kalanının bayrağı çektiği yerde kaç gün ayakta durabilir ki? Düzenden nemalananlar, ellerinin altında ordu gücü bile olsa, millete rağmen ayakta kalamazlar. 

Hâsılı kelâm, statüko bugün her ne kadar bilhassa bizim üzerimize çullanmış bulunsa da, bu yalnız bizim değil, bugünün muktedirleri dışında geri kalan herkesin meselesidir.

Altına Endeksli Lira ve Büyük Doğu Ticaret Birliği

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dış ticaretin millî para birimleri üzerinden yapılması” konusundaki çıkışları malûm. Rusya, İran ve Çin gibi belli başlı ülkelerin bu noktada Erdoğan ile hem fikir olduklarını yapmış oldukları açıklamalar dolayısıyla biliyoruz. Ne var ki, bu ülkeler şimdiye kadar kendilerini Amerikan Doları ile ticaretten alıkoyabilmiş değiller. Çünkü ne istediklerini biliyorlar; fakat bu değişimin nasıl gerçekleşebileceği noktasında hiçbirinin aslında bir fikri yok.

İşte, bizim Büyük Doğu Ticaret Birliği fikrimiz, saydığımız memleketler arasında olmasa bile mevcut iktisadî düzene bir alternatif olarak ortaya çıkıyor. İlerleyen günlerde daha da detaylandırmak şartıyla, ön plana çıkan belli başlı noktaları belirtecek olursak:

- Öncelikle bu ticaret birliğine vermiş olduğumuz isimden başlayalım. Birincisi bizim fikrimizin bağlı olduğu mihrak olması, ikincisi ise dünya çapında yapılan ayrımda bizim fikrimizin coğrafyasını işaret ediyor olması hasebiyle tesis edilmesini beklediğimiz ticari birliğin adı için en uygun isim Büyük Doğu’dur.

- Türkiye’nin, Türk Lirasını altına endekslemesinin hemen akabinde atması gereken adım, Büyük Doğu Ticaret Birliği’ni kurmaya soyunmak ve mevcut olanın yerine numunelik çapta bile olsa alternatif bir iktisadî düzeni, bu ticaret birliği üzerinden tesis etmek yoluna gitmektir.

- Büyük Doğu Ticaret Birliği’nin üye ülkeden beklediği asgarî katılım şartı, para birimini, elinde bulunan altın yahut diğer bir yahut birkaç menkûl değere endekslemesidir. Böylelikle ülkeler arasında yapılacak ticaretin mahallî paraların kazanmış olduğu gerçeklik ve denklik dolayısıyla millî para birimleri üzerinden yapılmasının önü açılacaktır. Euro bölgesinde olduğu gibi Büyük Doğu Ticaret Birliği’ne katılan ülkelerin Merkez Bankaları arasında bir ortaklık tesis edilecek hem denetim ve hem de müşterek para politikaları geliştirilmesi bu yolla sağlanabilecektir. 

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasındaki karşılıklı ticaret, tarafların para birimlerinin menkul değere endeskli olması dolayısıyla döviz baskısından korunacaktır. Yâni birlik üyesi bir ülkedeki tüccar eline Türk Lirasını aldığında bunun altın karşılığını bileceği ve bu para her yerde aynı değeri muhafaza edeceği için bu sayede alışverişlerde tercih edilebilir bir takas vasıtası olacaktır. Çin, Rusya, İran ve Türkiye devlet başkanlarının geçtiğimiz yıllarda sıkça üzerinde durdukları, döviz baskısından kurtulmak için karşılıklı ticaretin mahallî para birimleri üzerinden gerçekleşmesi fikirleri ancak böylesi bir şekilde hayata geçirilebilir.  

- Büyük Doğu Ticaret Birliği’ne üye ülkelerin para emisyonu hacimleri menkul değer varlığına endeksli olacağı için, bu ekonomiler hızlı bir şekilde finans balonu ekonomilerden ayrışacak ve gerçek, reel ekonomiler olarak yoluna devam edecektir. Amerika ve Avrupa ekonomileri, finans ekonomisinin zatî keyfiyeti dolayısıyla git gide kendi içinde bile kriz üzerine kriz üretirken, birlik üyeleri reel ekonomileri sayesinde bu gibi kriz süreçlerinden de kendilerine korumuş olacaklardır. 2008 senesinde yaşanan Mortgage ve hâli hazırda yaşanmakta olan, maliyeti henüz tüm taraflar açısından meçhul salgın hastalıktan kaynaklanan kriz gibi dönemlerden, (Batılı ekonomik sistemden kaynaklanan krizlerin kısa, orta ve uzun vadede tekrarlanması ve her seferinden bir öncekinden daha yıkıcı krizler doğurması bekleniyor) ekonomisi gerçek bir değere endeksli bulunan üye ülkeler en düşük seviyede etkilenecektir. 

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin Merkez Bankaları arasındaki ortaklığın gözetiminde yatırım bankaları kurularak, senelerdir Batılı finans kuruluşlarının tekelinde olan finansman meselesine de Büyük Doğu Ticaret Birliği çerçevesi içinde kalmak suretiyle cevab verilecektir.

- Senelerdir elini taşın altına koymadığı hâlde bu ülkelerde gerçekleşen her girişimden finansör konumu dolayısıyla gelir elde eden Batılıların kazançları kesilecek ve bu gelir kalemi birlik üyesi ülkelerin tasarrufunda kalacaktır.

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında, üye ülkelerin hammadde ve coğrafî imkânlarına göre bir görev dağılımına gidilerek, bir taraftan herkesin kendi içinde ve diğer taraftan topyekûn birliğin kalkınması ve Batılı ekonomiler karşısında kendi başına bir değer arz eder hâle gelmesi sağlanabilir. 

-   Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında gümrük anlaşmaları imzalanarak, mütekabiliyet esasına göre, yâni birinin diğerini sömürmesine de izin vermeden ticaret kapıları sonuna kadar açılacaktır.

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin ticaret hukuklarında, birlik üyesi ülkelerin tüccar ve girişimcilerinin anlaşmalarını teminat altına alacak maddeler eklenecektir. 

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında, bugün dünya çapında faaliyet gösteren Alibaba, Amazon gibi bir pazar yeri kurulacak ve oradan yapılacak olan alışverişlere gümrüklerde imtiyaz tanınacağı gibi, yalnız pazar yerinden yapılan alışverişler için değil, karşılıklı tüm ticaretin sevkiyatının kolaylaşması için birlik üyesi ülkeler arasında lojistik alt yapısı tesis edilecek.

- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin, birlik dışından yapılması zorunlu olan kalemlerin ithâlatı noktasında müşterek hareket etmeleri hâlinde, ticaretin büyüyecek hacmine nisbetle pazarlıktaki elleri de kuvvetlenecek ve muhtemeldir ki bugün olduğundan çok daha ucuz bir şekilde ithâl mallara erişimin önü açılacaktır.

- Büyük Doğu Ticaret Birliği, ilk planda, birkaç üye ülke arasında, pilot uygulama çapında olsa bile mutlaka tesis edilmelidir. Mevcut dünya düzeni yerine yeni bir dünya düzeni, iktisadî düzen yerine de yeni bir iktisadî düzen teklif ediliyorsa, bunun pratik hayata aktarılmış bir örneği olmalıdır ki, geri kalanlar için numune teşkil edebilsin. 1971’den beri sahtelikler üzerine kurulu iktisadî düzenin bugüne kadar hayatta kalmasının sırrı belki de kimsenin mevcut olanın yerine alternatif bir iktisadî düzeni amelî plana dökememiş olmasındadır.

***

Girişten itibaren belki biraz lâfı uzattık; fakat görüldüğü üzere Türk Altın Lirası da, Büyük Doğu Ticaret Birliği de ve hatta bu fikirlerin bünyesinden doğduğu Büyük Doğu dünya görüşü de, Türkiye’nin bundan sonra tarih sahnesinde varolması ve bu varoluşu da taçlandırabilmesi adına tesis edeceği yeni dünya düzeninin temelini teşkil ediyor olması bakımından hayatî önemi haiz. İktisadî birliğin tesis edilmesinin hemen ardından siyasî ve askerî birliklerin gelmesi kaçınılmaz. Yine ticarî birliklerin taraflar arasında anlayış ve kültür birliğinin tesis edilmesi noktasındaki rolü de yadsınamaz. 

Bu ve bunun gibi adımlar, statükodan nemalananların telkinleriyle geciktirildiği sürece bunun bedelini yalnız biz değil, alternatifsizlik içinde kıvranan bütün bir insanlık ödüyor. Bunun şuurunda olunmalı ve artık sıva işlerini bir kenara bırakıp, birbiri ardına atılacak inkılab çapında adımlarla iktisadî, siyasî, askerî ittihadlar tesis edilmeli ve bizim dünya düzeni senfonimiz, yarım kaldığı yerden yeniden ve daha güçlü bir şekilde çalmaya devam etmeli.

Bu meseleyle alâkalı dikkat çekici makalemizin tamamını okumak için TIKLAYINIZ!