Askeri darbenin akamete uğratılması sonrası Tayyip Erdoğan yeni müttefiki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile devlet içerisinde temizlik operasyonuna başladı.

Bürokrasi, devlet organizasyonunun işleyişini sağlayan, tabandan tavana hiyerarşik bir düzen içerisinde görev alan insan kaynağının bütünüdür. Biz daha çok, ıstılahi manasıyla üst düzey devlet görevlilerini kast ederek meseleyi ele alacağız.

Herkesin dar mânâda iş bölümüne gittiği avcı-toplayıcı dönemden göçebe topluluklara oradan da insanların yerleşik hayata geçmesiyle oluşan toplum düzenine geçilirken bir gereksinim olarak bürokrasi ortaya çıkmıştır. Belli bir dönemdeki Roma büx”rokrasisi ile Çin meritokrasi anlayışını saymazsak haberdar olduğumuz toplumlar ve devletlerde işleyiş daha çok patrimonyal anlayış hakimdi. Bu durum sanayi inkılabı ve modern devletlerin ortaya çıkışına dek sürmüştür. Bir bakıma bürokrasi daha çok güçlü bireyler, aileler ve sınıflarca şekillenmiştir. Sanayi inkılabıyla birlikte branşlaşma-uzmanlaşma ihtiyacı doğmuştur. Yine sanayileşme ile şehirlere doğru yoğun göç olmuştur. Bu göçler neticesinde idari anlamda bir bürokratik hiyerarşi ortaya çıkmıştır. Biz, sanayi eksenli (uzmanlaşma ile oluşan iş bölümünden) bürokrasiden ziyade idari olarak ortaya çıkan devlet bürokrasisini inceleyeceğiz.

Devlet bürokrasisi yasama, yürütme ve yargı erkleri üzerine kuruludur. İdari bürokrasi için insan kaynağı yetiştirme işi daha çok yönetim mekanizmasına yakın gerçekleşmekteydi. (Osmanlı’da Enderun ve Birun gibi.) 1813’te kurulan Fransız Yönetim Okulu modern devlet bürokrasisi için bir dönüm noktası olmuştur. Bu okul devlet bürokrasisine insan yetiştirme maksadıyla kurulmuş ve başka ülkelerce model kabul edilmiştir. Hukuk dersleri ağırlıklı bir müfredat takip eden okul, modern ulus devletlerinin hukuka dayanması gerektiği tezine örnek teşkil etmiştir.

19. yy sonları ve 20. yy başları “hukuki-rasyonel” bürokrasi anlayışına geçiş dönemi olmuştur. Özellikle Max Weber, Taylor ve Fayol üretim-bürokrasi-yönetim teorileri modern işletmecilikte ve devlet bürokrasisinde uygulanmaya başlamıştır. I. Dünya Savaşı sonrası Anglo-Sakson merkezinin Amerika’ya kaymasıyla yönetimde Amerikan Yönetişim Bilimi’nin ağırlığı hissedilmeye başlanmıştır. II. Dünya Savaşı galibiyetiyle ise Amerikan Yönetişim Bilimi sömürge mantığıyla ihraç edilmeye başlamıştır. (Bunun bir örneği olarak Türkiye Orta Doğu Amme Enstitüsü’nden bahsedeceğiz.) Günümüze dek gelen süreçte Liberal devlet uygulamalarının kökleşmesiyle bürokraside “rasyonel-üretken” anlayışa geçilmektedir.

Osmanlı’da Bürokrasi

Osmanlı’da bürokrasi Kalemiye, İlmiye ve Seyfiye sınıflarına ayrılmaktaydı. Bürokrasiye insan kaynağı Enderun ve Birun mekteplerinden sağlanmaktaydı.  Devlete nitelikli yönetici yetiştirmek için saray içerisinde kurulan Enderun Mektebi daha çok yönetici kadroları yetiştirirken saray dışında kurulan Birun Mektebi’nde idari, askeri ve dini ilimler okutulmaktaydı. Yeniçeri, tıbbiyeliler ve diğer saray hizmetlerine bakan kadrolar bu mektepte eğitim görmekteydi. 16. yy ortalarından itibaren ithal kanunlar ve uygulamalarla Osmanlı bürokrasisi dayandığı değerleri ve sütunları kaybetmeye başladı. Öyle ki unvanlar, makamlar hatta iltizam rüşvetle dağıtılır olmuştu. 18. yy sonlarına doğru bozulma iyice artmış; Avrupa ve büyük düşman Rusya’daki stratejik, teknik ve idari gelişmelerin gerisinde kalınmıştı. II. Mahmut döneminde özellikle askeri bürokraside köklü değişiklikler yapılmıştı. 1827 yılına gelindiğinde Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın tavsiyesiyle ilk defa Avrupa’ya talebe gönderilmeye başlanmıştı. Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye Mekteplerinin temelleri atılmış ve Avrupa’dan dönen talebeler bu alanlarda istihdam edilmişti. Avrupa’dan dönen kadrolar, Osmanlı yönetim kültürleri ve şekliyle, eğitim süreçleri boyunca öğrendiklerini harmanlamak yerine kolaya kaçıp adeta kopyala yapıştır ile bürokrasiyi şekillendirmeye başladılar. Öyle ki Osmanlı idari teşkilatlanması bir süre sonra Fransa idari yapısının kopyası haline gelmeye başladı. 1868 tarihli Vilayetler Nizamnamesi tamamen Fransız idari yapısının tercümesi durumundaydı. Bu şekilde idari yapı il, kaza, bucak ve köylere ayrılmış oldu.

Cumhuriyet Dönemi Bürokrasisi

Birinci Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı Devleti, kendi askeri bürokrasisi içerisinden çıkan cunta hareketinin askeri darbesiyle yıkıldı. Askeri cunta, paralel meclis kurup, Batılı müttefikleriyle anlaşma yoluyla, Osmanlı’nın varlığına son verip diktatörlük rejimine geçti. Cunta’nın başında bulunan CHP Eski Genel Başkanı M. Kemal, Osmanlı bürokrasisinden kalma Müslüman kadroları saf dışı etmiş, İslami kurumları lağvetmişti. Boşalan kadrolara, Batıcı Kemalist dikta rejimine biat etmiş kadroları getirdi. Devlet kurumları da yeni rejimin gerekliliklerine göre dizayn edildi. Tek Parti diktatörlüğü 1950’de son bulmuşsa da rejimi ve düzenini ayakta tutan kurumlar ve kadrolar varlığını sürdürdü. Demokratik seçimlerle iktidarı kaybeden Kemalist parti, bürokraside kurduğu vesayetle -özellikle askeri ve yargı bürokrasisinde- devlette etkinliğine devam etti. Devletteki vesayete müdahale etme girişiminde bulunan iktidarlara karşı askeri darbe yoluna başvurdu. Elbette bir partinin aklını aşan bu girişimlerin arkasında Batılı müttefiklerinin desteği söz konusuydu. Tam da bu noktada örnek olarak Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden bahsetmek yerinde olacaktır.

Türkiye’de 1952 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde Türkiye Orta Doğu Amme Enstitüsü kurulmuştur. Ertesi yıl faaliyetlerine başlayan enstitü 1958 yılında "Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Teşkilat Kanunu" ile tüzel kişilik kazanmış ve bilimsel, yönetsel ve mali özerkliğe sahip olmuştur. Bu enstitüde batıcı bir müfredat uygulanmış ve Amerikalı-Amerikancı hocalar tarafından dersler verilmiştir. Türk Dış İşleri personelinin ve Mülkiye Müfettişlerinin çoğu bu enstitüde eğitim görmüştür. Özellikle Türk dış politikası bu monşer kafalı adamlar ve Amerikancı zihniyet etrafında yürütülmüştür. Söz konusu sömürge enstitüsü 2018 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kanun hükmünde kararname ile kapatıldı.

Ak Parti İktidarı Döneminde Bürokrasi

28 Şubat sürecinde Kemalist cunta ve bürokratik vesayet darbe yapıp Türkiye’de bürokrasi ve sivil toplumda bir güncelleme teşebbüsünde bulundu. Zira geçen süre zarfında alt kademelerde de olsa kendisine yer bulmaya başlayan Müslümanlar vardı ve bunlar rejimin kodlarına uygun bir biçimde askerî ve sivil bürokrasiden tekrar tasfiye edildi. Müslüman şahsiyetlerin yanında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hapse mahkûm edildi. İslami eğitim veren kurumlar kapatıldı, imam hatip talebelerinin önüne ağır engeller konuldu. Yine kamuda Müslümanların alanını daraltmak için başörtüsü yasağı şiddetli bir şekilde uygulanmaya başlandı.

3 Kasım 2002 genel seçimlerinde yaşanan bu sürece Müslüman halkın sert tepkisi neticesinde Ak Parti tek başına iktidar olduysa da siyasi yasaklı olan Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçilemedi. Tekrarlanan Siirt seçimlerinde aday olan Erdoğan milletvekili seçilerek Başbakan oldu.

Tayyip Erdoğan başta Avrupa Birliği uyum yasalarının açtığı alanı kullanarak devlet içerisinde yapısal bazı değişikliklerle iktidarını pekiştirdi. Mafya ve çetelerin üzerine gidip illegal alanı daralttı. Sonrasında devlet içerisinde çöreklenen FETÖ’yü kullanarak soğuk savaş dönemi kalıntısı derin yapıları ve Kemalist vesayet odaklarını dağıttı. Girdiği her seçimden zaferle çıkan Tayyip Erdoğan, arada referandumlarla hem halkın desteğini perçinledi hem de istediği değişiklikleri yaptı. Şüphesiz bu kendisi için bir meşruiyet kaynağı ve güç gösterisiydi. (2010 yılındaki referandum ile yargıdaki Kemalist vesayeti ortadan kaldırması örneğinde olduğu gibi.)

Bu dönemde devlet içerisinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de desteğiyle, alanını genişleten FETÖ’cü vesayet, artık Tayyip Erdoğan’ın atama kararlarına etki etmeye ve çeşitli platformlarla devlet politikalarını belirmeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan iktidarı ile Batı ajanı FETÖ arasında başlayan sıkıntılar 7 Şubat 2011 MİT kriziyle gün yüzüne çıktı. 17-25 Aralık (2013) hukuk darbesi girişimi ile zirveye çıkan sorunlar sonrası Tayyip Erdoğan FETÖ’nün insan kaynağının önünü kesmek için çalışmalara başladı. Üst düzey bürokraside görevden almalar, emniyet ve yargıda yer değiştirmeler, dershanelerin kapatılması vd. FETÖ iktidara karşı müşterek paydada buluştuğu Kemalistlerle bir konsorsiyum oluşturarak devlet içerisindeki son ve en güçlü kozunu kullandı ve 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri darbe girişiminde bulundu.

Askeri darbenin akamete uğratılması sonrası Tayyip Erdoğan yeni müttefiki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile devlet içerisinde temizlik operasyonuna başladı. Sivil ve askeri bürokrasiden yüz binlerce FETÖ mensubu tasfiye edildi. Özellikle emniyet, yargı ve askeri bürokrasiyi ele geçiren FETÖ’ye karşı tüm kurumlardan temizleme operasyonu yapıldı. Halihazırda bu operasyonlar devam etmektedir.

Burada askeri bürokrasiye özel olarak değinmek yerinde olacaktır. Kara Harp Okulu’nun kapatılması ve Milli Savunma Üniversitesi’nin açılmasıyla karacılarda öğrenci alımları vazifesi Tayyip Erdoğan’ın güvendiği emekli askerlere tevdi edildi. Tayin ve terfilerle askeri bürokrasi büyük oranda değiştirildi. Havacılarda çalışma şartları ve özlük hakları noktasında sıkıntılar yaşayan pilotların özel sektöre geçişlerinin önü açıldı. Bu personelden boşalan yerlere yeni alımlar yapıldı. Elbette yeni alımlarda kriterler artık başkaydı. Denizcilerde ise zamana yayılmış bir dönüşüm yaşanmaktadır.

Gediğimiz Nokta

Türkiye bürokrasisi tamamıyla (atama, tayin, terfi, görevden alma) Cumhur İttifakı’nın inisiyatifinde bulunmaktadır. Yani seçilen cumhurbaşkanı ve hükümet ortağının tercihleriyle şekillenmektedir. Vakıa Türkiye bürokrasisi içerisinde Batılı müttefiklerin “ortaklık” kurabileceği herhangi bir yapı-klik kalmamıştır. Bundan dolayı Tayyip Erdoğan’ı seçimle devirmekten başka seçenekleri yoktur. Millet İttifakı’nın bir proje olduğu ve ittifak ortağı partilerin Batılılara biat ettikleri bilinen bir şey artık. (Söz konusu ittifak ortağı parti temsilcilerinin sürekli batılı diplomatlarla basılmaları tesadüf değil.) Son dönemde ana muhalefet liderinin bürokrasi eksenli tehditleri de devlet içerisinden ortak arayışından başka bir şey değil.

Evet, tüm bu anlatılanlar çerçevesinde Türkiye’de bürokratik bir dönüşümün-devrimin yapıldığı sonucuna ulaşmak mümkün. Tüm bu değişim ve dönüşüm beraberinde bir rejim değişikliğini zorunlu kılmaktadır. Yoksa demokratik rejimde, Cumhurbaşkanının geniş yetkilerle donatıldığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde 20 yıllık kazanımların bir seçim sonucuyla kaybedilmesi işten bile değil. Olağanüstü gayretler ve risklerle elde edilen bu başarıların seçimle kaybedilmesine elbette göz yumulamaz. Onca yıldır halk Tayyip Erdoğan’a Kemalist vesayeti kaldırması, öze dönüş ve kendi değerlerimize dayanan bir yönetime geçiş için destek çıktı. Bu eşikten ötesi İslam İhtilâli, dönüşü ise bütün emeklerin boşa çıkması demektir. Halkımız bu uğurda nice bedeller ödedi; 15 Temmuz gecesi şehidler verdi, gaziler edindi. Hem iç hem dış şartlar müsait ve hazırken; tarihin Türkiye’yi zorladığı misyonu yüklenmemiz gerekmez mi?

Aylık Baran Dergisi 1. Sayı Mart 2022