Toplumun en geniş siyasî örgütlenmesi olan devlet; içtimaî değişim ve dönüşümlere göre yeniden şekillenme ihtiyacı duyar. Bu durum bazen yeniden inşa bazen de revizyonla sağlanır. Güç bakımından baskın olan kişi, klik, grup veya örgüt; rejimi, sistemi ve anlayışı belirlemede söz hakkına sahip olur.

Devleti husule getiren unsurların (toprak, egemenlik ve halk) her biri devlet anlayışının inşacı-ihyacı iradesini etkiler. Temelde ise toplumun inanç, düşünce, karakter gibi yönleri esas alınır ya da alınmalıdır. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti gibi kendi halkının inancından, düşünce sisteminden, tarihinden ve karakterinden kopuk absürd bir devlet ortaya çıkmış olur.

Anadolu’da beyliklerden imparatorluğa geçişte inanca, düşünceye ve ideallere dayalı stratejik bir akıl vardı. 250 yıllık genişleme bu strateji üzerine oldu. Her yükselenin düşeceği vakıadır. İmparatorluk dayandığı temel motivasyonu ve idari disiplini yitirmeye başlayınca duraklama dönemine girdi. Bunun öncülü olarak “stratejik açmaza düşüş” de yazılabilir. Nihayet stratejik açmaz sonrası Osmanlı İmparatorluğu aksiyon yönünü kaybetmiş ve gerilemeye başlamıştır.

Avrupa Aydınlanma Dönemi, İngiliz Sanayi Devrimi ve 1789 Fransız İhtilali Avrupa’da devlet anlayışını kökten değiştirdi. Tüm bunlar “liberal” anlayışın taşıyıcı kolonları olurken karşı bir ses olarak “komünist ideoloji” ortaya çıktı. Her ikisi de Avrupa menşeili düşünceyken “komünist ideoloji” doğu (Rusya ve Çin) halklarında makes buldu.

Fransız İhtilali mahsulü olan milliyetçilik akımı “ulus inşacı” mantığa bürünüp Avrupa dışına da ihraç edilmeye başlandı. Bu durum özellikle çok uluslu devletlerin ırk-ulus temelli bölünmesine yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu -sömürgeci olmadığı halde- bu akımlardan en çok etkilenen devlet oldu. I. Cihan Harbi mağlubiyetiyle kalan “uluslar” da kopmuş oldu.

İmparatorluğun yıkılışıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti batı mukallidi bir “ulus inşası” rezilliğine girişti. Laiklik ve ulusu Arap Kültüründen arındırma teranesi üzerinden İslama yönelik ağır yasaklar uygulandı, Müslümanlara korkunç zulümler yapıldı. Dünyanın farklı coğrafyalarında benzer süreçler yaşanmış olsa da Türk diktatörleri benzeri görülmemiş katliamlara ve cürümlere imza attı. Ayyaş takımının devlet anlayışı; batıcı, dinsiz, gerici, ilimden ve bilimden uzak, put tapıcısı endoktrinasyona dayanıyordu. İçerde “ulus inşası” meşguliyeti sebebiyle Türkiye, dış dünyadan nerdeyse tamamen tecrit olunmuş, dış politikada pasif bir pozisyona çekilmişti. İdari anlamda yaklaşık 30 yıllık diktatörlük sonrası parlamenter demokratik rejime geçildi. Osmanlı’dan kalma idari teşkilatlanma genişletilerek uygulanmaya devam edildi.

Aradan 100 yıl geçmiş olmasına rağmen kurucu diktatörün partisi Türkiye’de varlığını sürdürmekte ve hâlâ ilkelerini halka dayatmakta; ona karşıt olmak suretiyle iktidara gelen partilerin dahi boyun eğerek karşı olduklarının boyunduruğuna girdiği düzen sürgit devam etmekte.

İmparatorluk kültürüne sahip bir ülkenin ayaklarına gerici kemalist pranga vurulmasına izin verilemez. Yeni çağ; yeni bir anlayış, yeni bir düzen gerektirmekte. Bu ancak “zaman eskidikçe gençleşen” İslâm’a muhatap bir anlayış ile olur. Bizim tarih köklerimizde “ulusçuluk” anlayışı hiç olmadı, bizler hep millet olduk; İslam milleti. Türkiye yeniden İslam milletinin bir parçası, bir noktada lideri konumuna gelmek istiyorsa temelinde dinden arındırılmış ırkçı bir düşünce olan ulus devlet anlayışından vazgeçmeli. İdari yapısını vilayet değil yeniden eyalet sistemine göre dizayn etmeli.

Geldiğimiz dönem itibariyle bilim, teknik, teknoloji, iletişim, ulaşım, askeri vd. alanlarda bambaşka bir dünyadayız. Öyle görünüyor ki son yüz yıllık hızlı değişimden çok daha hızlı bir şekilde yepyeni bir dünyaya geçeceğiz. Uluslararası hatta ulussuz şirketler artık devletlerden daha etkin, daha güçlü. Sanal gerçeklik ve menşei olmayan kripto paralar hayatımızın bir parçası, yakın zamanda belki hayatımızın kendisi olacak. Karşılaştığımız -keşke ürettiğimiz diyebilseydik- bu “yeni dünya”nın etraflıca ele alınması ve işin “bizce”sinin hazırlıklarının yapılması gerekmekte. Batının materyalist kafası topyekûn insanlığı helake götürmeden Müslümanlar inisiyatif almalı.

Yeni Dünya’da Türkiye, belirleyici aktör olabilmek için gerici kemalist rejimden, onun oluşturduğu anlayış ve düzenden vazgeçilmelidir. İmparatorluk bakiyesi bir ülkenin tarih sahnesine çıkması için kendi değerlerine referansla; orijinal, kendi bünyesinden zuhur etmiş bir anlayışla devlet kurgusunu yeniden ele almalıdır. Bu hem düşüncede hem idari teşkilatlanmada olmalıdır. Sözgelimi eğitim müfredatı tamamen bize ait, tükettiğimiz gıdaların tohumları bu toprakların mahsulü olmalı…

Şüphesiz demokratik seçimlerle iktidarın belirlendiği bir rejimde, kemalist eğitim sistemiyle yetişmiş insanların onayına bağlı kalarak doğru anlayış hamlesi gerçekleşmez. Öncelikle demokratik rejimden vazgeçilip Şura’ya bağlı bir rejime geçilebilir. Türkiye 16 Nisan 2017 referandumuyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmişti; bu, Türkiye için en gerçekçi ve en verimli hükümet sistemi olmasına rağmen işletilememesinden ve parlamenter sistemin hastalıklarından arındırılamamasından dolayı problemlerle karşılaşıldı. Rejim değişikliği için karar mekanizması ve yetki açısından, Cumhurbaşkanının uygun şartları sağladığı görülse de, yeni rejimi taşıyıcı kolonlar ve müesseseler hâlâ icraata geçirilememiş, buna namzet olanlar ise atıl vaziyette bırakılmıştır.

Rejim değişikliği sonrası kurgulanacak devlet anlayışı ve idari yapı için Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu Başyücelik modelini ortaya koydu ve bu hususta bir çok yazı kaleme alındı. Biz ise bu yazıda sadece şartların uygunluğunu ve değişimin zaruretini dile getirmekle iktifa ettik.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü eserini başucu kitabı olarak tasnif eden bir Cumhurbaşkanı elbette İdeolocya Örgüsü’nün somut tarifi olan BAŞYÜCELİK DEVLETİ eserinden haberdardır. Kimseye şunu alıp uygulayın deme hakkına sahip değiliz, uygulama tercihinde bulunanlara fikri ve insan kaynağı yönünden destek olmaya hazırız inşallah.

Son olarak bu alanda, Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASSAM) çalışmalarını dikkatle takip ediyor ve takip edilmeye değer görüyoruz. Ortaya konan Konfederasyon modeli İslam Ümmeti’nin siyasi birliğine geçişte başarılı bir süreç tavsiyesi olarak görülebilir.

İslam ümmetinin Ramazan-ı Şerifini tebrik eder, taatlerimizin kabulünü dileriz.

Görüş: Abdullah Said

Aylık Baran Dergisi 2. Sayı

Nisan 2022