Rakamlarla servet transferinin anatomisi
BDDK'nın Nisan 2025 verilerine göre, bir avuç zenginin servet birikimi şu şekilde:
Milyoner Sayısı: Bir yıl içinde 785 bin kişi artarak 2 milyon 377 bin kişiye ulaştı.
Toplam Mevduat: Milyonerlerin elindeki para, 11,8 trilyon TL'den 16,99 trilyon TL'ye fırladı.
Ortalama Servet: Yurt içindeki bir milyonerin banka hesabında ortalama 7 milyon 230 bin TL bulunuyor.
Bu servetin 10 trilyon TL'si yerel para, 4,47 trilyon TL'si döviz ve 1,21 trilyon TL'si kıymetli maden hesaplarında tutularak, sistemin bütün imkânlarından faydalandıkları görülüyor.
Madalyonun diğer yüzü: Ezilen milyonlar
Tablonun bir tarafında bu baş döndürücü zenginleşme yaşanırken, diğer tarafında ise halkın giderek fakirleştiği gerçeği yatıyor:
Servet yoğunlaşması: Türkiye’deki toplam banka mevduatlarının %78'i gibi ezici bir çoğunluğu, nüfusun çok küçük bir kısmını oluşturan 2,1 milyon kişiye ait.
Halkın birikimi: Buna karşılık, içinde 10 bin TL’nin altında para bulunan banka hesabı sayısı 163 milyonu geçiyor. Bu, milyonlarca insanın ya hiçbir tasarrufu olmadığını ya da birkaç bin liralık cüzî birikimlerle ayakta kalma mücadelesi verdiğini ispatlıyor.
Beş yılda eriyen pay
Bu adaletsiz dağılım, son beş yılda daha da vahim bir hâl aldı. 2020 yılında milyonerlere ait mevduatların toplam içindeki payı %55,37 iken, 10 bin TL'nin altında birikimi olanların payı %2,69 idi. Bugün ise milyonerlerin payı %78'e tırmanırken, küçük tasarruf sahibinin payı %0,7'ye kadar gerileyerek adeta buharlaştı.
Bu rakamlar, son yıllarda uygulanan ekonomi politikalarının bir "zenginleşme" değil, servetin sistemli bir şekilde tabandan tavana, yani halktan bir avuç imtiyazlıya doğru aktarıldığı bir "servet transferi" operasyonu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Mevcut ekonomik düzen, bir avuç zengini daha zengin ederken, halkın birikimlerini enflasyon ve faiz kıskacında eritiyor. Bu bir refah artışı hikâyesi değil, sistemin imkânlarıyla yürütülen organize bir servet gaspı operasyonudur.
Yamalı bohça değil, kökten yeni bir nizam
Ortaya konan bu tablo, mevcut sistemin arızî bir hatası değil, bizatihi kendisidir. Faizci-kapitalist nizamın tabiatı, serveti daima halktan alıp bir avuç imtiyazlıya aktarmaktır. Dolayısıyla çözüm, bu çürümüş yapıya vergi ayarı, faiz indirimi/bindirimi gibi pansumanlar yapmak değil, onu kökünden söküp atmaktır.
Çözüm, ruh köklerimize ve adalet anlayışımıza dayanan yeni bir iktisat nizamını inşa etmekten geçer. Bunun temel adımlarından bazıları şunlardır:
Faiz sistemine son verilmesi: Bütün bu sömürü ve servet transferi çarkının ana motoru olan faiz müessesesi, bankacılık ve finans sisteminden tamamen kazınmalıdır. Üretim ve paylaşım, faizsiz esaslara göre yeniden düzenlenmelidir.
Mülkiyetin "emanet" bilinciyle tanzimi: Mülkiyet, "sınırsız bir hak" değil, "toplum adına taşınan bir emanet" olarak görülmelidir. Devlet, ihtikârın (stokçuluk), israfın ve servetin tek elde toplanmasının önüne geçecek mutlak yetkiye sahip olmalıdır.
Zekât'ın devlet eliyle tesisi: Zekât, ferdî bir hayır işi olmaktan çıkarılıp, servetin tabana yayılmasını sağlayan ve sosyal adaleti tesis eden temel bir iktisadî kurum olarak devlet tarafından toplanıp dağıtılmalıdır. Bu, en büyük servet dengeleme mekanizmasıdır.
Adaleti esas alan devlet müdahalesi: Piyasa, "görünmez el" masallarına değil, adaleti "görünür kılacak" devletin hakemliğine ve düzenleyiciliğine teslim edilmelidir.