Tercüme

Ukrayna’daki savaş tarafların zayıflığını gösterdi; Batı bu yüzyılı kaybedebilir

Aşağıdaki makale, Dr. Ali Askerov’un kaleme aldığı “Batı’nın Rolü – Ukrayna’nın Kaybolan Geleceği” başlıklı yazının Türkçe çevirisidir. Askerov, Rusya-Ukrayna savaşındaki tarafların sanıldığı kadar güçlü olmadığını, hem Rus lider Putin hem de karşısındaki NATO blokunun stratejilerinde başarısız olduğunu belirtiyor

Abone Ol

Üç buçuk yıl süren Rusya savaşı içinde Moskova kazanmayı başaramadı; ancak Batı da sağlam bir strateji geliştiremedi. Moskova ilk hedeflerini (yani tüm Ukrayna’yı hızlı işgal, çabuk bir zafer ve Kiev’de rejim değişikliği) elde edemedi. Ancak Batı’nın Rusya’yı kesin bir şekilde yenme stratejisinin de başarısız olduğunu görmek mühimdir. Savaş acı verici bir çıkmaza girdi ve her iki taraf da hedeflerinde başarısız oldu. Bu savaş hem Rusya’nın yanlış hesaplarını ve kötü stratejisini hem de Batı’nın zayıflıklarını ortaya koydu. Batı kanadı yönetmeyi bilmediği sorunlarla boğuşuyor.

Rusya bu çatışmaya büyük bir özgüvenle girdi. Bu güven boş değildi; Moskova’nın önceki başarılarına ve dünyadan gelen sessiz tepkilere dayanıyordu. 2008’de Gürcistan’ın işgali ve 2014’te Kırım’ın ilhakı Moskova için çok az maliyet doğurdu. Benzer şekilde, Rusya’nın Moldova, Gürcistan ve diğer eski Sovyet ülkelerinde çatışmaları provoke etmesi cezasız hareket edebileceği inancını pekiştirdi.

Rusya, 1990’ların ortasında ve peşinden 2000’lerin başında Çeçenistan’daki acımasız aksiyonları yüzünden bazı kınamalara muhatap oldu fakat gerçek bir bedel ödemedi. Batılı hükümetler sert söylemler kullandı; etkili yaptırımlar gelmedi ve Moskova eski Sovyet coğrafyasında etkisini sürdürmeye devam etti. Rus saldırganlığına verilen bu zayıf tepkiler, Vladimir Putin’in güvenini artırdı. Moskova, Batı’nın tehditlerinin nadiren eyleme dönüştüğünü fark etti. Ayrıca, Rusya’nın küresel sistemdeki yeri belirsizdi. Rusya, 1990’lardaki BorisYeltsin’in yakınlaşma çabalarına rağmen Batı kurumlarının içine tam olarak entegre edilmemiş, bütünüyle dışlanmamıştı da. Bu “arada kalmışlık” hâli Moskova’ya manevra alanı sağladı. Putin 2022 Şubat’ında Ukrayna’yı işgal etmeye karar verdiğinde, Batı’nın Rusya ile doğrudan askeri temasa girmekte tereddüt edeceğini düşünmek için haklı sebepleri vardı. Özellikle de Avrupa’nın Rus petrol ve doğalgazına olan derin bağımlılığı göz önüne alındığında. Hesapları doğru çıkmış olsun ya da olmasın, Putin savaşa girerken Batı ülkelerinin Rusya’yı sertçe karşılamaya veya kendi ekonomik çıkarlarını riske atmaya istekli olmadıklarına inanıyordu.

Batı’nın tepkisi, Rusya’nın beklediğinden daha güçlü olsa da, ne hızlı ne de birleşik oldu. Avrupa’nın enerji bağımlılığı çatlaklar yarattı. Bazı ülkeler güçlü önlemleri desteklemekte başta isteksizdi. Örneğin Almanya; Rus doğalgazından vazgeçmekte tereddüt etti, Macaristan ise Rusya’ya karşı yapılan birçok yaptırım paketine açıkça direndi. Bu farklılıklar, kritik erken aşamalarda karar alma süreçlerini yavaşlattı. ABD ve Avrupa Birliği geniş yaptırımlar uyguladı; Ukrayna’ya silah, mühimmat, eğitim ve mali destek sağladı. Ancak bu tepki, Rusya’yı felç etmeye yetecek kararlılıktan uzaktı. Bunun yerine çatışma bir yıpratma savaşına dönüştü. Yaptırımlar Rus ekonomisine zarar verdi fakat stratejik bir geri çekilmeye zorlamadı. Rusya petrol ve gaz ticaretini Çin ve Hindistan’a yönlendirdi; bu ülkeler Batı’nın bıraktığı boşluğu iştahla doldurdu. Hem ekonomik kazanç hem de Batı ile stratejik rekabet motivasyonlarıyla, bu devletler Moskova’ya alternatif hayat alanları sundu ve kısıtlamaların etkisini azalttı. Batı, güçlü yaptırımlar uygulayamadı ve savaşın başında Ukrayna’ya ileri teknoloji silah vermekte tereddüt etti. Bu da Kiev’in Rusya’nın ilk zayıflıklarından yararlanmasını engelledi. Batı’nın desteği Ukrayna’nın ayakta kalmasını sağladı ama kesin bir zafer kazanmasına ya da güç dengesini kalıcı biçimde değiştirmesine yetmedi.

Ukrayna’nın kendi politikaları da zayıflıklarını artırırken aynı zamanda ülkenin dikkate değer gücünü de gösterdi. Başkan Volodimir Zelenskiy, savaştan üç yıl önce seçilmişti; bu sürede orduyu güçlendirme ve büyük bir Rus saldırısına hazırlanma fırsatı vardı. Ukrayna 2014’ten sonra NATO’dan yardım aldı, fakat savunma sektörünü güçlendirme ve yolsuzlukla mücadele çabaları yavaş ve tutarsız ilerledi. Zelenskiy, Rusya’nın ne kadar ileri gideceğini ve Batı desteğinin ne kadar güvenilir olacağını da yanlış değerlendirdi.

“Ukrayna’nın kaderi Batı desteğine bağlandı”

Ukrayna ve Rusya heyetleri İstanbul’da buluştu ve ateşkes çerçevelerini görüştü. Bu fırsatı sürdürmek yerine, Zelenskiy Boris Johnson ve Joe Biden gibi Batılı liderlerin cesaretlendirmesiyle direnişi sürdürdü. Bu karar Ukrayna’nın kaderini Batı desteğine bağladı. Bu destek karışık sonuçlar verdi. Ukrayna milyarlarca dolarlık yardım aldı, ancak bu bağımlılık onu dışarıdaki siyasi değişimlere karşı savunmasız bıraktı. 2024 seçimlerinden sonra ABD politikasındaki kayma – savaşın finansmanına isteğin azalması – Kiev’i korumasız bıraktı. Bu durum Ukrayna’nın paradoksunu ortaya koyuyor; dayanıklılık, uyum sağlama ve cesaret sergiliyor ancak uzun bir savaşı sürdürme kabiliyeti dış destekçilere bağımlılık nedeniyle sınırlı kalıyor.

Putin, Ukrayna’da ana hedeflerine ulaşamamış olsa da Batı’nın Moskova’yı cezalandırma gücünü sınırlayan müttefikler kazandı. 2025 Eylül’ündeki Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesi, Moskova’nın Çin, Hindistan ve Kuzey Kore gibi ortaklardan büyük destek gördüğünü ortaya koydu. Bu ittifak sorunlardan muaf değil fakat yine de Rusya’ya yaptırımlara dayanacak ve savaş çabasını sürdürecek kadar destek veriyor. Çin’in rolü özellikle önemlidir. Yükselen bir küresel güç olarak Pekin, Rusya’ya kritik pazarlar, teknoloji ve diplomatik destek sağladı. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte dâhil Batılı liderler, Çin’in hızlı askeri modernizasyonundan ve küresel düzeni tehdit etme ihtimalinden endişe duyduklarını dile getirdi. Moskova için Çin’in ortaklığı, izolasyonu dengelemek açısından hayati önemdedir. Diğer ülkeler de daha sessiz yollarla Rusya’yı destekliyor. Hindistan büyük miktarlarda ucuz Rus petrolü satın alarak Moskova’ya düzenli gelir sağlıyor. İran ve Kuzey Kore, insansız hava araçları, mühimmat ve başka askeri yardımlar göndererek Rusya’nın savaşmasına imkân tanıyor. Birlikte bu bağlar, Batı’nın Rusya’yı izole etmesini ve saldırgan politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorlamasını zorlaştırıyor.

Ukrayna’daki savaş Batı’nın yalnızca taktiksel hatalarını değil, aynı zamanda güvenlik mimarisindeki derin sistemsel sorunları da gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan kurumlar, iki kutuplu ya da tek kutuplu bir uluslararası düzen için tasarlanmıştı, bugünün küresel sistem gerçekleri için değil. Rusya’yı caydırma yetersizliği, Batı’nın güvenlik stratejilerinde büyük reformlara ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Bugün yapılan küresel sistem analizleri tutarsız. Vaziyet, dünya savaşları arasındaki döneme benziyor. 1930’larda Japonya Mançurya’yı işgal etti, İtalya Etiyopya’yı aldı ve Batı çoğunlukla kararsız kaldı; bu da daha fazla saldırganlığı cesaretlendirdi. Batı ancak Hitler’in Avrupa’yı ele geçirme planı karşısında güçlü bir şekilde harekete geçti. Rusya örneğinde de, Batılı liderler Moskova’nın hedeflerini küçümsedi.

Zayıf kurumlar bu başarısızlığı daha da kötüleştirdi. NATO ülkeleri kağıt üzerinde birleşik olsalar da uzun vadeli strateji üzerinde uzlaşmakta zorlanıyor. AB enerji bağımsızlığını sağlamada yavaş kaldı ve savunma harcamaları konusunda hâlâ bölünmüş durumda. İttifakın ana gücü olan ABD, kuralları zorlayan ülkelerle başa çıkmak için uzun vadeli bir plan sunamadı. Gümrük tarifeleri ve küçük yaptırımlar kapsamlı ve sağlam bir stratejinin yerine geçemiyor. Batı savaşı kaybetmiyor fakat uyum sağlayamazsa geleceğini kaybetme riski taşıyor. Transatlantik bölgesinde ilişkiler giderek daha fazla geriliyor. Avrupa ve ABD, NATO’daki yük paylaşımını ayarlayamıyor. Bu bölünmeler hem müttefiklere hem de düşmanlara karışık sinyaller gönderiyor. Bu arada Küresel Güney giderek Çin’in yörüngesine çekiliyor. Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi” Asya, Afrika ve Latin Amerika’da derin ekonomik bağlar oluşturdu, ticaret ve yatırım akışlarını yeniden şekillendirdi. Bu genişleme temel soruları gündeme getiriyor: Dünya çok merkezli bir döneme mi giriyor, yoksa ABD-Çin rekabetinin tanımladığı yeni bir iki kutupluluk mu doğuyor? BRICS gibi gruplar şimdiden ABD dolarının hâkimiyetine meydan okuyor, alternatif finansal yapıları işaret ediyor.

ABD bu yeni rekabet çağında ikna edici bir strateji sunmakta zorlanıyor. Washington genellikle hâdiselere tepki veriyor, gündemi belirlemiyor. Ukrayna’ya askeri yardım hayati önem taşıdı, Çin’e yönelik ek gümrük vergileri rakiplerle yüzleşme isteğini gösteriyor fakat bu önlemler uzun vadeli bir vizyondan yoksun. Bu tür politikalar kalıcı bir stratejiyi destekleyemez. Bu belirsizlik müttefikleri huzursuz ediyor ve rakipleri cesaretlendiriyor. Net ya da görünür bir ABD yol haritası olmadan, Batı proaktif değil, tepkisel kalıyor; bu da Çin’e Asya ötesinde nüfuzunu genişletme fırsatı veriyor. Rusya ve diğer güçler de bu durumdan uzun vadede fayda sağlıyor ya da sağlayacak gibi görünüyor. Batı hızlıca uyum sağlamazsa, gelecekteki krizlerle baş edemez hâle gelir.

Ukrayna’daki savaş hem Rusya’nın hem Batı’nın eşzamanlı başarısızlıklarını açığa çıkarıyor. Rusya hızlı bir zafer elde etme plânını yanlış hesapladı fakat yine de savaşı sürdürdü; yaptırımlar altında çökmedi ve önemli ortakların desteğini sağladı. Batı ise Rusya’yı yenmek veya uluslararası düzeni yeniden şekillendirmek için kararlı, birleşik ve sürdürülebilir bir strateji sunamadı. Çatışma, Batı’nın güvenlik mimarisindeki, transatlantik uyumundaki ve stratejik vizyonundaki daha derin sistemsel zayıflıkları yansıtıyor. Bu böyle giderse revizyonist güçler bölünmeleri istismar edecek. Bu savaşın sonucu, 21. yüzyılın güç dengesini şekillendirecek. Batı, Ukrayna’da savaşı kaybetmeyebilir fakat birliği sağlayamazsa yüzyılı kaybetme riski taşıyor.

Tercüme: barandergisi.net

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }