Gazze’de iki yıldır süren soykırım, Batı’nın “bir daha asla”(1) yeminini ne kadar boş bir söz haline getirdiğini gösterdi. Hükümetler, İsrail’in suçlarına göz yumarken Filistin ile dayanışma gösterenleri bastırdı.
Geçtiğimiz ay BM’nin yayımladığı rapor, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediği sonucuna vardı. Bu rapor, önceki benzer tespitlerden çok daha ciddiye alındı ve artık inkâr edilmesi güç hale geldi.
Ateşkes ilan edilse de bu dönemin kutlanacak bir “barış” zamanı olarak hatırlanması mümkün değil. İki yıl boyunca süren korkunç katliamlar dünyayı değiştirdi, saflar netleşti. Başlangıçtaki olaylar unutturulmaya çalışılsa da her şey daha ilk günden belliydi.
2023 Ekim’inde, Brüksel’deki bazı AB diplomatları İsrail’in eylemlerinin “yakında savaş suçu olarak niteleneceği” endişesini dile getirmişti. Hatta bir diplomat açıkça “büyük bir etnik temizlik görebiliriz” demişti. Aynı günlerde Batılı yetkililer, Mısır’dan İsrail’in Gazzelileri Sina’ya sürme planına izin vermesini istiyordu. Mısır ise “İsrail bir kez Gazzelileri çıkarırsa, bir daha geri dönmelerine izin vermez” diyerek bu planı reddetti.
Avrupalı liberallerin ahlâkî tutarlılığı uzun süredir sorgulanabilir ancak Nazi Almanyası’ndan bu yana “soykırım her zaman yanlıştır” ilkesi Batı’nın temel ahlâkî dersi sayılmıştı.
Avrupa’da çocuklara öğretilen bu “bir daha asla” öğretisi, adeta seküler bir inanç haline gelmişti. Şimdi aynı toplumlar, açıkça bir halkı yok etmeye çalışan İsrail’e destek verirken büyük bir ahlâkî çelişki yaşıyor.
Eğer İsrail bu saldırıları hızlıca ve sessizce tamamlayabilseydi, belki bu kriz Batı içinde böylesine derin bir iç çatışma yaratmayacaktı. Fakat iki yıl geçti; Filistinlilerin direnişi ve uluslararası tepki, İsrail’in Gazze’den kalıcı bir sürgün yaratma hedefini boşa çıkardı.
Yine de İsrail’in bu kadar uzun süre böylesi bir vahşeti sürdürebilmesi ve hâlâ “parya” statüsüne düşmemesi, son derece sarsıcı. Savaşın bu kadar uzun sürmesine izin verilmesi akıl almaz. Üstelik katliam ancak ABD hükümeti “dur” demeyi seçtiğinde sona erdi.
Yine de son dönemde bir dönüm noktasına ulaşıldığı hissediliyor.
BM’nin raporu, artık Batı kamuoyunda “İsrail soykırım yapıyor” ifadesini ana akım bir görüş haline getirdi. BM’ye güven, Batı liberalizminin temel sütunlarından biridir; bu nedenle onu “antisemitik” ilan etmek kolay değildir.
Bu değişim, Avrupa’da artan Filistin dayanışmasıyla da destekleniyor. Birleşik Krallık’ta, hükümet “Palestine Action” adlı hareketi yasakladı ve yüzlerce kişiyi protesto ettikleri için tutukladı. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty, bu tutuklamaları kınayarak “terörle mücadele yasaları barışçıl toplanma hakkını sınırlayamaz” dedi.
Baskılar, paradoksal biçimde dayanışma hareketine güç kazandırdı. Binlerce eylemciyi “terörist” olarak yargılamaya çalışan İngiliz sistemi artık kendi içinde bir absürtlük örneği sergiliyor.
İspanya’daki Vuelta bisiklet yarışı sonrası yaşananlar da aynı derecede trajikomikti:
İsrailli takımı protesto eden eylemcileri engelleyemeyen polis, öfkesini yoldan geçen İngiliz turistlere yöneltti. Bunun ardından İspanya Başbakanı Sanchez “İsrail’in uluslararası yarışmalara katılımı etik mi?” diyerek eylemcileri övdü. Bir Avrupa liderinin doğrudan eylemleri desteklemesi oldukça nadir bir durumdu.
İtalya’da ise sendikalar Küresel Sumud Filosuna destek için genel greve gitti. Ülke çapında milyonlarca kişinin katıldığı gösteriler, aşırı sağ hükümeti sarsıyor.
İsrail’in diplomatik yalnızlığı büyüyor. Gelecek ay Avrupa Yayın Birliği, İsrail’in Eurovision’a katılımını yasaklamayı oylayacak. İspanya, Hollanda, Slovenya, İrlanda ve İzlanda, İsrail yarışmaya alınırsa boykot edeceklerini açıkladı. UEFA da benzer şekilde İsrail kulüplerini Avrupa futbolundan men etmeyi tartışıyor.
Her iki kurum da 2022’de Rusya’yı Ukrayna işgali nedeniyle yasaklamıştı; bu yüzden “tarafsızız” bahanesi geçersiz. İsrail’in böylesi bir dışlanma olasılığı bile diplomatik çöküşün boyutlarını gösteriyor.
Bu noktaya gelinmesi elbette çok geç oldu. Ancak Batı hükümetlerinin Gazze soykırımındaki suça ortaklığı, artık kendi toplumlarında büyüyen huzursuzluğa yol açıyor.
Bu da ironik biçimde, hükümetlerin iki yıldır bastırmaya çalıştığı Filistin dayanışmasının daha da güçlenmesine neden oldu. Buradan geri dönüş yok.
Tercümanın notu:
1-Daniel Lindley’nin “bir daha asla” (never again) ifadesiyle kastettiği şey, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı dünyasının, “Holokost”un tekrarlanmaması için verdiği söz.





