Özel Haber

Vize çıkmazı: Türk vatandaşına vize, İsrailliye muafiyet!

Türk kamuoyunun uzun süredir tartıştığı bir çelişki, son aylarda daha da belirgin bir hal aldı. Terörist İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarına yönelik 'ağır eleştirilere' rağmen, Türk vatandaşlarının İsrail'e seyahat ederken vizeye tabi tutulması, buna karşılık İsrail vatandaşlarının Türkiye'ye vizesiz girebilmesi durumu, dış politikadaki söylem ile eylem arasındaki derin bir uçurumu ortaya çıkarıyor

Abone Ol

Mesele, basit bir vize protokolünün ötesinde, “ulusal çıkar” ve “ahlaki duruş” arasında sıkışıp kalmış bir dış politikanın da somut bir yansıması olarak öne çıkıyor.

Mütekabiliyet ilkesi çöpe mi atıldı?

Bilindiği gibi uluslararası ilişkilerin temel ilkelerinden biri olan mütekabiliyet (karşılıklılık), bir devletin diğer bir devlete uyguladığı muameleye aynı şekilde karşılık vermesini esas alır. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerinde bu ilkenin işlememesi, politik eleştirilerin sadece retorik düzeyde kaldığı yönündeki yaygın algıyı güçlendiriyor. İsrail, Türk pasaportu sahiplerinden vize talep ederken, kendi vatandaşları için Türkiye'ye 90 güne kadar vizesiz giriş imkanı tanınması, bu çifte standardın en çarpıcı göstergesi olarak ön plana çıkıyor. Resmi makamlarca hususi, hizmet ve diplomatik pasaport sahiplerinin vizeden muaf olduğu belirtilse de, asıl kitlesel seyahatleri gerçekleştiren umuma mahsus pasaport sahipleri için durum değişmediği görülüyor.

Bu asimetrik politika, iktidarın "ekonomik pragmatizm" adı altında savunduğu, ancak mütekabiliyet ilkesini hiçe sayan bir tavrın sonucudur. Uzmanlara göre, turizm sektörü, Türkiye'nin dış ticaret açığının yarısından fazlasını kapatacak kadar hayati bir döviz kaynağıdır ve bu gelirden vazgeçilememektedir. 1992'de imzalanan Turizm İşbirliği Anlaşması'ndan bu yana, her yıl on binlerce İsrailli turist Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Türkiye'nin bu vize muafiyetini sürdürmesinin temel nedeninin, bu turizm akışını “kaybetmeme kaygısı” olduğu açıktır. Ancak, son dönemde yaşanan gerilimler bu pragmatik yaklaşımın da sorgulanmasına neden olmaktadır. 2023'ün ilk aylarında Türkiye'ye gelen 271,2 bin İsrailli turistin sayısı, 2024'ün aynı döneminde 4,351 kişiye kadar düşmüştür. Bu keskin düşüş, ekonomik çıkar denkleminin de artık geçerliliğini yitirmeye başladığını göstermektedir.

Güvenlik duruşu mu, teferruat mı?

İsrail'in vize politikasının arkasında, güvenlik kaygıları olduğu belirtilmektedir. İsrail, Türk pasaport sahiplerinden kapsamlı banka dökümleri, mesleki durum belgeleri ve mülkiyet bilgileri gibi detaylı evraklar talep ederek, ülkeye girişleri sıkı bir kontrole tabi tutmaktadır. Hatta seyahat edecek vatandaşlara, havalimanında İsrailli güvenlik görevlilerinin olası sorularına hazırlıklı olmaları tavsiye edilmektedir. Bu tutum, İsrail'in kendi ulusal güvenliğini önceliklendirdiğinin bir göstergesi olsa da, Türkiye'nin kendi vatandaşlarının bu uygulamalara tabi tutulmasına sessiz kalması, politik bir zaafiyet olarak yorumlanabilir.

Öte yandan, en ironik durum, 7 Ekim olaylarının ardından yaşanmıştır. İsrail, güvenlik gerekçesiyle Türkiye'deki temsilciliklerini "geçici olarak" kapatmış ve Türk vatandaşlarının vize başvurularını fiilen durdurmuştur. Bu gelişme, Türkiye'nin "vizeyi kaldırmadığı" yönündeki resmi duruşun, sahada bir karşılığı olmadığını açıkça göstermektedir. Türkiye, vize muafiyetini siyasi olarak kaldırmamış olsa da, İsrail'in diplomatik kanalları kapatmasıyla Türk vatandaşlarının seyahat imkanı zaten ortadan kalkmıştır.

Ne için ‘direniş’, ne için taviz?

Sonuç olarak, Türkiye'nin İsrail'e yönelik vize politikası, diplomatik ilkelerden çok ekonomik kaygılarla şekillenmektedir. Bu durum, kamuoyunda "Türk vatandaşları vize alırken, soykırım uygulayan ülkenin vatandaşları vizesiz geziyor" gibi haklı eleştirilere yol açmaktadır. Vize muafiyetinin devam etmesi, sadece ekonomik bir tercih değil, aynı zamanda siyasi bir pasiflik ve ilkesel bir tutarsızlık göstergesidir. Siyasi söylem ve somut eylemler arasındaki bu uçurum, Türkiye'nin dış politikasının inandırıcılığını zedelemektedir. Görünen o ki, "stratejik pasiflik" olarak nitelendirilen bu tutum, mütekabiliyet ilkesinin ve ulusal onurun turizm geliri uğruna feda edildiği bir durumu ortaya koymaktadır. Bu durumun, İsrailli turist sayısındaki dramatik düşüşle birlikte, artık ekonomik bir gerekçesi de kalmamıştır!

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }