Ahmet Ağaoğlu'nun kızı Süreyya Ağaoğlu:

“O zaman çok yankı yapan şu olayın geçtiğini anlattılar. Hanımların başları yeni açılmıştı. Davete Celal Bayar'ın eşi Reşide Hanım başı türbanlı gidiyor. Herkeste bir şaşkınlık.

Atatürk kendisine ‘Hanımefendi ne için başınız kapalı?’ sorusunu sorunca o: ‘Müsaade edin de bazı kimselerin başı örtülü kalsın!’ cevabını vermek cesaretini gösteriyor.

Reşide Hanım, işte o devirde bile Atatürk'e böyle cevap verebilen gözü pek bir insandı.”

(Süreyya Ağaoğlu, Bir Ömür Böyle Geçti, 46)

Celal Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy anlatıyor:

“Atatürk'le ilgili başka bir önemli hatıra da şudur:

1927'de İsmet İnönü'nün evinde bir toplantı varmış. Annemle babam da oraya gitmişler. Atatürk de hanımların başlarının açılmasını istiyor o dönem. Annemin başı da henüz kapalı. Atatürk annemi görünce yanına gidiyor ve ‘Başınızı açar mısınız?’ diyor.

Annem bir şey diyemiyor, kızarıyor yalnız. Babam, Atatürk'ün annemin yanında olduğunu görüyor ve sohbetin konusunu anlayınca ‘Müsaade buyurun paşam, açacaktır’ diyor.

Annem orada açmıyor başını ama o günden sonra da artık açıyor.”

(Atatürk'ü Yaşayanlar, 80)

Pembe Köşk'ün davetlilerinden olan Celal Bayar baloyu şöyle anlatıyor:

“İsmet Paşa'nın evine çaylı bir toplantı için davet edilmiştik. Paşanın eşi Mevhibe Hanım o toplantıya kadınları da çağırmıştı. Gittik. Baktım bizim arkadaşlarımızın çoğunun eşleri de gelmişlerdi. Hanımlar Mevhibe Hanımın yanında ve o arada Atatürk ayakta duruyor.

Bizim hanımla da Atatürk ilk defa bu davette karşı karşıya gelmişlerdi. Bizim hanım o gece için başını bir türban ile örtmüştü. Zaten o sırada hanımlar arasında bu bir moda idi. Ama bu tesettür halinde bir moda, öyle açık değil.

Atatürk'ün bu hal gözüne ilişmiş, dikkatini çekmiş. Gayet terbiyeli bir şekilde bizim hanıma ‘Lütfen başınızı açar mısınız?’ demiş. Bizim hanım sıkılmış tabii böyle bir söze muhatap olduğu için.

Üstelik Atatürk ile de ilk defa karşılaşıyor ve Atatürk'e karşı da büyük bir hürmeti var. Bu yüzden cevap veremiyor. Onun üzerine Atatürk'e ‘Paşam, hanım Celal Bey'in zevceleridir’ demişler. Atatürk de ‘Çağırın öyle ise Celal'i’ demiş.

Bana daima Celal derdi Atatürk. Hemen gittim yanına. Baktım bizim hanıma hitap ediyor, tabii başını açması için. Atatürk ısrar ediyor. O ısrar ettikçe de bizim hanım sıkılmakta devam ediyor. İşte böyle bir karışık manzara.

Hemen ‘Bittabii açacaklardır paşam. Başka türlü olamaz. Emriniz yerini bulur.’ dedim. Ve bizim hanım da böylece geniş bir nefes aldı.”

(Oğuz Akay, Gel Gitme Kadın, 104)

Buna benzer hatıralar ortadayken, resmi tarihin sözcüleri hakikatin tam aksini yazabilmişlerdir.

Bunun bir örneği şudur:

“Şapka için sehpalar kuran Atatürk, kadınların peçe taşıması konusunda, bunun şeriatta hiçbir dayanağı olmadığı halde, çok ihtiyatlı davranır. Yasa ile yasaklama yoluna gitmez.

Teşvikle, örnek olmakla yetinir. Peçe yasağı ancak Halk Partisi'nin 1935 Kongresinde söz konusu olur. Ve bu işin belediyelere bırakılmasına karar alınır.”

(Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi-III, 1346)

Araştırma: Tarihçi Said Alpsoy