“İBDA” kelimesinin klişe terkibini temin eden harfler içinde “BD” remzi Büyük Doğu’yu ifade eder. (1) “İ” harfinin “İslâmî” veya “İnkılâpçı”, “A” harfinin ise “Akıncıları” şeklinde okunabileceğini delaleti açısından söyleyebiliriz. “İbdâ’” kelimesi ise Arapça kökenli olup şu mânâlara gelmektedir: “Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icadı. Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd. İbda’, ihdâs, ihtirâ, icâd, sun’, halk, tekvin kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar. Geçmişte benzeri olmayan şiir söylemek.”

“Benzersiz oluş” ve “kendinden zuhur” olarak da ifade edebileceğimiz ibdâ’ kelimesinin, iştikak ve kök kelimesi itibariyle şu mânâlarını da ilave edelim. İbdâ: İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numûnesiz bir şey yapmak… İbda’ (ibzâ’): Sorulan şeye güzel cevap vermek. Birisine, kâr tamamen kendisine âit olmak üzere sermaye vermek. Parça parça etmek. Açıklamak, şerhetmek. Kandırmak, iknâ etmek… İbdâ’ yapabilene “mübdi’”, eserlerine de “bedi’a” denir.

İBDA işareti/selâmı ise baş ve işaret parmakları açık yumruk şeklindedir. İBDA işaretinin mânâları için şunları söyleyebiliriz. Estetik değeri yanında bir orkestra bütünlüğü arz etmektedir. Başparmak, her türlü buluşa açık, üretken fikir demektir. Büyük Doğu’nun bâriz vasfıdır. Şöyle de ifade edebiliriz: Açık hâlde işaret parmağı kelime-i şehadet mânâsına gelirken, başparmak ise, siyaset ile aksiyonun birlikte gerekli olduğunu ifade eden şey olarak kalkık bir horozu tedai ettiriyor. Fikir ve aksiyon, diyebiliriz kısaca. Ayrıca şehadet parmağı, İbda diyalektiğinin temel ölçülerinden “şehidlik şuuru”na işaret ettiği gibi Büyük Doğu’nun mânâsına şahidlik, bağlılık, şehadet anlamlarına da gelir. Şöyle bâtınî bir yorum da uygun olur: İşaret parmağı Allah’a, açılmış baş parmak Allah Resûlü’ne, topluluk ifadesi olarak yumruk hâlindeki parmaklar ise sahabîlere ve topluca olarak bu mânânın vârisi İBDA’ya işarettir. 

İBDA işaretinin doğuşu ise şöyle oldu. Gölge döneminde (1975-1978 yılları) “Hareketimize bir remz gerekli.” diye bir arayışa giren Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bu arayışı üzerine gönüldaşımız Yalçın Turgut uzun süre çalışır ve ortaya çıkan bu sembolü ona gösterir. İşareti gören Kumandan ayağa fırlayıp heyecanla Yalçın Turgut’un boynuna sarılarak "Ben bunu rüyamda gördüm!" der. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra Gölge dergisi II. döneminde Gölge logosunun yanında İBDA işaretinin ilk kez kullanıldığını görüyoruz.

İBDA bayrağını kısaca tanıtalım: Mavi zemin üzerine beyaz üç hilâl ve tek yıldızdan mürekkeptir. Mavi, İBDA’nın tercih ettiği renk olup bir hadiste, “Dünyanın neşesi gitti, kedureti kaldı.” diye işaretlenen Allah Resûlü’nden ayrılığı ve hüznü ifade eder. Mavi, hilâfet rengidir. Mavi, kelime-i tevhid nuruna işaret eder. Mavi, sonsuzluk rengidir, rahmete delalet eder. Mavinin su, gökyüzü, derinlik ve yeryüzüne yayılmak mânâları da vardır. Selçuklu bayrağının renginin mavi olduğunu da ilave edelim. Gök bayrak da Türklerde çok önemlidir. Osmanlı’yı kuran Oğuz’un Kayı boyunun sancağı da mavi zemin üzerine beyaz renkte üç ok ve gerili vaziyetteki yaydan oluşur. Hilâl, İslâm’ın sembolü iken üç hilâl ise Osmanlı’ya işarettir. Yıldızın genel mânâsı malûm olup birçok bayrakta yer almış iken, özel olarak Kâinatın Efendisi’ne işaret sayılır. Mirzabeyoğlu şiir kitabına “Kayan Yıldız Sırrı” ismini verirken buradaki kayan yıldızdan murad Peygamber Efendimizdir. Daha önceden hazır olan bu alem, 1990’da Kumandan Mirzabeyoğlu’nun NOKTA dergisindeki mülakatı ve çağrısından sonra meydan yerlerinde açılmaya başlandı. 

İBDA’nın birçok işaret ve sembolünün köklerini Allah Resûlü ve sahabîlerde arayabiliriz. Lideriyle, fikriyle, her şeyiyle İBDA’nın ismiyle müsemma teşkil edecek bir biçimde selâmı-işareti de estetik bazda misilsiz, benzersizdir. Liderinden fikrine ve işaretine kadar İBDA’nın hiçbir şeyi tesadüf değildir. İBDA dil ve diyalektiği ile ilgili her şey Kur’ânî aklın Muhammedî mazharda zuhurudur. 

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, İslâm’a muhatap anlayışı temsil makamında gördüğü Büyük Doğu’ya nisbet açısından İBDA’yı bir sıfat olarak vasfeder ve “Büyük Doğu’nun sırrı İBDA ve İBDA’nın sırrı ise Büyük Doğu’dur...” (2) der.

Biraz gerilere gidelim ve Salih Mirzabeyoğlu’nun 15-16 yaşlarında Eskişehir’de Üstad’ın konferansı vesilesiyle Büyük Doğu’nun ağına düştüğünü belirtelim. Üstad’ı içercesine okuyan ve kanına geçiren Mirzabeyoğlu, Eskişehir’deki faaliyetlerinden sonra davayı kitlelere duyurmak ve mukaddesatçı gençliği ülkücü-komünist kamplaşması arasında bırakmamak için kendi bağımsız ismiyle teşkilatlandırma niyetiyle İstanbul’a gelir. 1975 yılında çıkardığı Gölge dergisi ile "Akıncılar"ın doğuşu ve oluşumunda başrol oynar. Derginin çıkış yazısında ise onun Büyük Doğu’ya bağlılığının ifadesini daha ilk satırlarda Necip Fazıl’ı kastederek kullandığı, “Dava çilekeşinin hamurkârlığı...” şeklindeki ifadesinde görüyoruz. Tarihî ehemmiyeti haiz bu cümleyi aynen veriyoruz: 

-“Dava çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; ‘nerdesin?’ feryadına aksi seda gibi tekrarlayıcı ‘nerdesin?’ cevabıyla değil, ‘murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek burdayız; hedefimiz aslı gibi olmaktır’ demek niyetiyle çıktık...” (3)

1979 yılında ise Salih Mirzabeyoğlu Akıncı-Güç dergisini çıkarır. Kolay kolay kimseyi beğenmeyen Üstad tarafından Akıncı-Güç ve Salih Mirzabeyoğlu candan kabul görür ve kadrosuyla birlikte evine davet edilir. Üstad, Ortadoğu gazetesinde Müjdelerin Müjdesi yazısıyla onları tebcil eder. Üstad’ın kendi el yazısıyla Akıncı Güç dergisine gönderdiği Işık yazısındaki şu pasaj ise İBDA’nın oluş ve olduruş vazifesini de ifade eder:

“Davamızın billur sarayını, Kafdağı’nın, yâni topyekûn insanlıkça özlenen eskimez ve pörsümez ideal tepesinin en yüksek noktasında inşâ istidadında mimar namzetleri olarak onları selamlarım!.. Onbeşinci İslâm asrının kapısında İslâm’ın ebedî gençliğini, tazeliğini ve yeniliğini, her ân genç, taze ve yeni kimliklerinde ışıldatsınlar ve Kafdağı’na tırmanmak kadar zor ve çetin gayenin mânâ ve madde şartlarına ersinler!” (4)

Ardından Mirzabeyoğlu’nun Büyük Doğu’ya bağlılığını perçinleyen deklarasyon yayınlanır. (5)

Ve bu arada Üstad’ın kendi el yazısıyla Mirzabeyoğlu’na verdiği ve Akıncı Güç kadrosuna ithaf ederek İdeolocya Örgüsü'ne ek olarak yayınladığı “İslâmı Yenilemek” yazısı söz konusu. (6) Ve daha sonra çıkan “Kitap-Dergi” formatındaki Raporların 7 ila 12. sayılarında Salih Mirzabeyoğlu, “Necip Fazıl ve Yeni Dostları” denilerek kapaktan takdim edilir. Üstad, Nuri Pakdil’e verdiği bir röportajında “Bizim laboratuvarımızdan halislik raporu alabilecek tek genç” (7) diye aradığı Salih Mirzabeyoğlu’na 1979 senesinde kavuşur. Daha sonra ise Türk Edebiyatı dergisine verdiği mülakatta “İstikbal İslâmındır diye güvendiğim bir gence etüd yaptırdım. Güzel oldu etüdü…” (8) dediği Mirzabeyoğlu’na “İstikbal İslâmındır” kitabını hazırlatır. İBDA’nın estetik bir formda zuhur ettiğini, bu hususun isminin mânâlarında da açık olduğunu, bağlılarının sanat ve estetik anlayışına sahip olmasını istediğini de belirtelim. İBDA Mimarının önemli bir şiir kitabının (Kayan Yıldız Sırrı) yanında roman ve hikâyelerinin de olduğunu ifade edelim.

Kendisinden başka hiçbir tarafa gönül ve kafa nisbeti kabul etmediği BÜYÜK DOĞU’yu İBDA’nın sebebi olarak gören Salih Mirzabeyoğlu, bu davayı yüklenmesini de şöyle ifade eder: 

“İslâm ruhunun eşya ve hadiseler karşısında ‘nasıl’ tavrını temsil eden Büyük Doğu gövdesine mukabil İBDA, onun taşıyıcı, ‘niçin’ kanatlarıdır, onun içindir, onun gayesidir ve gayesi odur!..” (9)

“Nakışta zaptedilmiş mânâ İBDA, mühürü basan el ise BÜYÜK DOĞU Mimarı” (10) diyen Salih Mirzabeyoğlu BÜYÜK DOĞU-İBDA üzerindeki tuğra isim olarak da Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî’yi işaretler. (11) Böylece Mirzabeyoğlu, Üstad vasıtasıyla da Efendi Hazretlerine bağlılığını ilân eder. 

Büyük Doğu’dan aldığı tesiri kusarak Üstad tarafından “cenin-i sâkıt-düşük çocuklar” hükmünü yiyenlerden ayrı bir yerde Üstad’ın celal sıfatını taşıyarak ve onun tavsiyelerine uyarak oluş zorluklarını sıçrama tahtası kılan Salih Mirzabeyoğlu, çileli hayatı ve buna eşlik eden derinlikli fikir mahsulü eserlerinde Büyük Doğu’ya nisbetini hep muhafaza etmiş ve kendisini tazelemesini de bilmiştir. Bu manada Büyük Doğu’nun tecrit buudu, intikal mihrakı ve tahkik edicisi olmuştur. Çağımızda İslâm’a muhatap anlayışı yenileyecek vasıftaki bu fikir hareketi kendisini şöyle tanımlar:

“İBDA: Allah ve Resûlü davasında, DOĞRU YOL-KURTULUŞ YOLU’nun bir alemi, bir remzi!..” (12)

Dipnotlar

1-Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, İbda Yayınları, İstanbul, 2004, s. 11-12.

2-Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, s. 13.

3-Gölge Dergisi, 1. Sayı Takdim Yazısı, 1975; Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İbda Yayınları, İstanbul, 2017, s. 18-19.

4-Akıncı Güç Dergisi, Sayı 3, 15 Temmuz 1979, s. 1.

5-Akıncı Güç Dergisi, Sayı 5, 17 Ağustos 1979, s. 2.

6-Akıncı Güç'e ithaf edilen bu yazının Üstad’ın el yazısı ile kaleme aldığı orijinali, İbda Yayınlarından çıkan Marifetname isimli kitabın kapağında yer almaktadır.

7-Necip Fazıl Kısakürek’le Bir Konuşma, Edebiyat Dergisi, Şubat 1972.

8-Necip Fazıl’la Sohbetler, Türk Edebiyatı Dergisi, Haziran 1983.

9-Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, s. 17

10-Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, s. 19.

11-Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-i Ferdiyye, İbda Yayınları, İstanbul, 1994, s. 17.

12-Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği, s. 19.

Baran Dergisi 706. Sayı

23.07.2020