İşgallerin Gölgesinde Afganistan

Afganistan, Orta Asya, Güney Asya ve Ortadoğu’nun kesişim noktasında yer alan, tarih boyunca imparatorlukların geçiş yolu olmuş bir coğrafyadır. Hindukuş Dağları, çöl alanları ve verimli vadileriyle hem ulaşılması güç hem de jeopolitik açıdan kritik bir bölge olarak bilinir. Bu stratejik konum, onu 19. yüzyılda Britanya ile Rusya arasındaki “Büyük Oyun”un merkezi haline getirdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise Soğuk Savaş rekabetinin ön cephesine taşıdı.

1970’ler: Siyasi Çalkantılar ve Sovyet Etkisi

1973’te Kral Zahir Şah’ın kuzeni Davud Han, kansız bir darbeyle monarşiyi devirdi ve cumhuriyet ilan etti. Ancak Davud Han’ın modernleşme girişimleri, köklü aşiret yapısı ve geleneksel dini otoriteler tarafından şüpheyle karşılandı. 1978’de Halk Demokratik Partisi’nin (PDPA) “Nisan Devrimi” ile Davud Han iktidardan indirildi, radikal sosyalist reformlar başlatıldı. Bu reformlar toprak dağıtımından zorunlu eğitim programlarına kadar geniş bir alanı kapsıyor, fakat İslami geleneklerle çatışıyordu. Kısa sürede ülke genelinde geniş çaplı isyanlar patlak verdi.

1979: Sovyet İşgali

27 Aralık 1979’da Sovyetler Birliği, Afganistan’a on binlerce asker göndererek işgale başladı. Amaç, sosyalist rejimi ayakta tutmak ve ABD’nin bölgedeki etkisini sınırlamaktı. Ancak bu hamle, Afgan halkı için yeni bir işgal döneminin başlangıcıydı. Ülkenin dört bir yanında mücahit gruplar, İslami ve millî kimlikleri etrafında örgütlenerek Sovyetlere karşı cihat ilan etti. Bu dönemde Pakistan, Suudi Arabistan, Çin ve ABD, mücahitlere silah, eğitim ve finans desteği sağladı. CIA destekli “Siklon Operasyonu” ile Afgan direnişi, Soğuk Savaş’ın en kanlı cephelerinden biri haline geldi.

1980’ler: Cihadın Yükselişi

Sovyet işgali, şehirlerde baskıcı yönetim, köylerde ise acımasız askeri operasyonlarla devam etti. Milyonlarca Afgan, Pakistan ve İran’a mülteci olarak sığındı. Afgan mücahitleri, aşiret yapıları içinde ama ortak düşmana karşı birleşerek Sovyet birliklerine ağır kayıplar verdirdi. 1986’da mücahitler, CIA tarafından sağlanan Stinger füzeleriyle Sovyet helikopterlerini düşürmeye başladı; bu, savaşın seyrini değiştirdi.

Bu süreçte Afgan halkı için cihat, yalnızca askeri bir mücadele değil, kimliğini, dinini ve bağımsızlığını koruma savaşıydı. Sovyetler ise ağır kayıplar ve ekonomik çöküş nedeniyle 1989’da Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı.

1989–1992: Sovyet Çekilişi ve İç Savaşın Başlangıcı

Sovyetlerin çekilmesinden sonra, Dr. Necibullah liderliğindeki sosyalist hükümet, birkaç yıl daha ayakta kalabildi. Ancak mücahit gruplar arasındaki ideolojik ve etnik farklılıklar, ortak düşman gidince yerini iç hesaplaşmalara bıraktı. 1992’de Necibullah yönetimi düştü, Mücahit hükümeti kuruldu. Fakat bu kez Peştun, Tacik, Hazara ve Özbek gruplar arasında Kâbil’in kontrolü için şiddetli çatışmalar başladı.

1990’ların Ortası: Taliban’ın Doğuşu

İç savaşla birlikte bu kaos ortamında, Pakistan’daki medreselerde yetişmiş, çoğu mülteci kamplarında büyümüş genç öğrencilerden oluşan bir hareket yükselmeye başladı. “Taliban” yani “talebeler” adıyla bilinen bu grup, liderleri Molla Muhammed Ömer öncülüğünde 1994’te Kandahar’da ortaya çıktı. Hareket, savaş ağalarının baskısından bıkan halka güvenlik, adalet ve şeriat vaat ediyordu.

Taliban, kısa sürede büyük halk desteği topladı. 1996’da Kâbil’i ele geçirerek Afganistan İslam Emirliği’ni ilan etti. Şeriat esaslı bir yönetim kuruldu; yolsuzluk, rüşvet ve savaş ağalarının keyfi yönetimleri sona erdirildi. Ancak bu dönemde Batı medyası, Taliban’ı “aşırı” göstermek için kadın hakları ve cezai uygulamalar üzerinden yoğun propaganda yürüttü.

2001 Öncesi: ABD ile Gerilim ve 11 Eylül’e Giden Yol

1990’ların sonunda El Kaide lideri şehid Usame bin Ladin, Sudan’dan Afganistan’a gelerek Taliban’ın himayesinde yaşamaya başladı. ABD, bin Ladin’i “terör listesine” alarak iadesini talep etti. Taliban ise iade için delil sunulmasını ve İslami mahkemede yargılanmasını istedi. Bu talep reddedildi ve taraflar arasındaki gerilim tırmandı.

11 Eylül 2001’de ABD topraklarında gerçekleşen saldırılar, dünya tarihini değiştirdi. ABD, saldırıların sorumlusu olarak Ladin’i ve onun Afganistan’daki varlığını öne sürdü. Bu olay, Afganistan’a yönelik yeni bir işgalin bahanesi haline geldi.

7 Ekim 2001: İşgalin Başlangıcı

11 Eylül saldırılarının ardından ABD, NATO müttefiklerini yanına alarak “Teröre Karşı Savaş” adı altında Afganistan’ı hedef aldı. 7 Ekim 2001’de başlayan “Operation Enduring Freedom” ile ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, hava bombardımanları ve kara operasyonlarıyla Taliban yönetimini devirmeyi amaçladı. Pakistan sınırına yakın bölgelerde, özellikle Tora Bora dağlarında yoğun çatışmalar yaşandı. Taliban yönetimi kısa sürede Kâbil’den çekildi; ancak bu geri çekilme, teslimiyet anlamına gelmiyordu.

Geçici Hükümet ve Karzai Dönemi

Aralık 2001’de Bonn Konferansı’nda, Batı destekli Hamid Karzai geçici devlet başkanı olarak atandı. ABD ve NATO, Afganistan’da “demokrasi” kurma iddiasıyla yeni bir siyasi düzen inşa etmeye girişti. Fakat bu düzen, kabile dengelerini, İslami değerleri ve Afgan kültürünü göz ardı eden bir yapıya sahipti. Yolsuzluk, bürokratik hantallık ve savaş ağalarının sisteme entegre edilmesi, halkın yeni yönetime güvenini hızla sarstı.

NATO’nun “İstikrar” Stratejisi ve Sivil Kayıplar

2003’te NATO, Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’nün (ISAF) kontrolünü üstlendi. Resmi amaç “ülkeyi istikrara kavuşturmak”tı, fakat sahada durum farklı gelişti. Yoğun hava saldırıları, gece baskınları ve rastgele yapılan operasyonlar, binlerce sivilin hayatına mal oldu. Köyler bombalandı, düğünler hedef alındı, çiftçiler tarlalarında vuruldu. Bu durum, işgale karşı tepkiyi büyüttü ve Taliban’ın halk nezdindeki desteğini artırdı.

Taliban’ın Yeniden Örgütlenmesi

2002’den itibaren Taliban, kırsal bölgelerde sessizce yeniden yapılanmaya başladı. Güney vilayetleri Kandahar, Helmand ve Uruzgan’da geleneksel aşiret bağlarını kullanarak milis güçlerini toparladı. Pakistan sınırındaki Veziristan bölgesi, lojistik ve eğitim üssü haline geldi. Taliban, düşük yoğunluklu saldırılar, pusular ve intihar eylemleriyle ABD ve NATO güçlerini yıpratma stratejisi izledi. Zamanla bu saldırılar, ülkenin kuzeyine ve batısına da yayıldı.

2005–2009: Savaşın Şiddetlenmesi

2005’ten sonra Taliban’ın sahadaki etkinliği belirgin biçimde arttı. Helmand ve Kandahar’da ABD–İngiliz birlikleri ağır kayıplar verdi. 2006’da NATO tarihindeki en büyük kara çatışmalarından biri olan “Musa Kale Muharebesi” yaşandı. Taliban, modern silahlar, el yapımı patlayıcılar (EYP) ve gerilla taktikleriyle düzenli ordulara karşı direnç gösterdi.

Bu dönemde ABD, “kalpleri ve zihinleri kazanma” stratejisini duyursa da sahada durum tam tersiydi. Sivil kayıplar, işkence vakaları (Bagram Hapishanesi, Guantanamo), hukuksuz tutuklamalar ve kültürel aşağılama, işgale karşı öfkeyi derinleştirdi.

Taliban’ın İdeolojik ve Sosyal Çekim Gücü

Taliban, işgal karşıtı söylemi İslami referanslarla birleştirerek hem kırsal hem kentsel halkın desteğini kazandı. Şeriatla yönetilen bölgelerde yolsuzluk azalıyor, uyuşturucu kaçakçılığına karşı sert tedbirler alınıyor ve aşiretler arası kan davaları çözülüyordu. ABD–NATO destekli Kâbil yönetimi ise güvenlik sağlayamıyor, ekonomiyi toparlayamıyor, hatta Batı’dan gelen yardımların büyük kısmı yolsuzlukla kayboluyordu.

2011 Sonrası: İşgalin Çöküş Sinyalleri

2011, Afganistan’daki ABD işgali için dönüm noktalarından biri oldu. O yıl Usame bin Ladin’in Pakistan’da öldürülmesi, Washington’da “misyon tamamlandı” algısını güçlendirdi. Ancak sahadaki gerçekler çok farklıydı: Taliban, ülkenin güneyinde ve doğusunda kontrolünü pekiştiriyor, kuzeye sızıyor ve büyük saldırılar düzenliyordu. NATO’nun “Afgan ordusunu eğitme” projesi ise hem yolsuzluk hem de firar olayları nedeniyle başarısızdı.

Taliban’ın Askerî Stratejideki Değişimi

Bu dönemde Taliban, klasik gerilla taktiklerinin yanı sıra, geniş çaplı kuşatma ve bölge kontrolü operasyonlarına yöneldi. İl merkezleri etrafındaki yolları kesmek, hükümet güçlerini izole etmek ve moral çökertmek temel stratejilerden biriydi. Uyuşturucu ticaretine karşı sert önlemler alınarak kırsalda sosyal düzen sağlandı. Ayrıca Taliban, medya ve propaganda kanallarını da etkin biçimde kullanarak hem ülke içinde hem de küresel çapta mesajını yaydı.

2013–2018: Doha’da Siyasi Kanadın Güçlenmesi

2013’te Katar’ın başkenti Doha’da Taliban’ın siyasi bürosu açıldı. Bu, hareketin uluslararası alanda siyasi aktör olarak tanınma sürecinin başlangıcıydı. ABD, sahada kesin bir zafer elde edemeyeceğini anlayınca Taliban ile doğrudan görüşmelere başladı. Bu görüşmeler, uzun pazarlıkların ardından 29 Şubat 2020’de imzalanan “ABD–Taliban Anlaşması” ile sonuçlandı. Anlaşmaya göre ABD, belirlenen takvim çerçevesinde askerlerini çekecek, Taliban ise yabancı güçlere saldırıları durduracak ve Afganistan’ın topraklarının başka ülkelere karşı kullanılmasına izin vermeyecekti.

2020–2021: Fethin Son Adımları

ABD–Taliban Anlaşması sonrası, sahada inisiyatif tamamen Taliban’ın eline geçti. ABD askerleri üslerini boşaltmaya başlarken, Taliban sistemli bir biçimde vilayet merkezlerini kuşatmaya girişti. 2021 yazına gelindiğinde, kuzeyden güneye kadar pek çok bölge savaşsız şekilde Taliban’ın kontrolüne geçti. Afgan ordusunun moral çöküntüsü, yolsuzluk, maaş ödemelerindeki aksaklıklar ve yerel halkın Taliban’a desteği, bu hızlı ilerleyişin başlıca sebepleriydi.

Anadoluculuk dâvâmızın temel taşı Malazgirt’in 954. yıldönümünü
Anadoluculuk dâvâmızın temel taşı Malazgirt’in 954. yıldönümünü
İçeriği Görüntüle

15 Ağustos 2021: Kâbil’in Düşüşü

Taliban, başkent Kâbil’e girmeden önce, şehirde panik havası hâkimdi. Cumhurbaşkanı Eşref Gani, ülkeyi terk etti. Taliban birlikleri, neredeyse çatışmasız şekilde şehre girdi. Aynı gün Afganistan İslam Emirliği’nin yeniden kurulduğu ilan edildi. Bu, 20 yıllık ABD–NATO işgalinin kesin yenilgisi anlamına geliyordu. Kâbil’de ve birçok vilayette halk, işgalin sona ermesini kutlamak için sokaklara çıktı.

Fethin Küresel Yankısı

Kâbil’in düşüşü, Batı medyasında “şaşkınlık” ve “utanç” kelimeleriyle karşılandı. ABD’nin milyarlarca dolarlık savaş bütçesine, en modern silahlarına ve 20 yıllık işgal tecrübesine rağmen başarısız olması, Afgan halkının iradesini ve direncini gösteriyordu. Taliban ise bu zaferi, “Allah’ın yardımıyla kazanılmış bir özgürlük” olarak tanımladı.