Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) gelecekteki olası bir salgında üye ülkeler üzerinde benzeri görülmemiş bir otorite kurmasını sağlayacak olan küresel Pandemi Anlaşması'na katılmayacağını ve bu mutabakatı resmen reddettiğini açıkladı.

18 Temmuz'da yapılan resmi duyuru, Trump yönetiminin ulusal egemenliği ve Amerikan halkının sağlık kararlarını yabancı bir bürokrasiye devretmeme yönündeki kararlı duruşunu ortaya koydu. Kararın temelinde, DSÖ'nün bu anlaşma ile "yetki alanını tehlikeli bir şekilde genişleteceği" ve kriz anlarında ülkelerin kendi kaynakları (ilaç, aşı, tıbbi malzeme) üzerindeki kontrolünü zayıflatacağı yönündeki derin endişeler yatıyor.

Arka Plan: Washington'un Bağımsızlık Duruşu

ABD'nin bu kararı, sürpriz bir gelişme olarak görülmüyor. Trump yönetimi, bu yılın Ocak ayında yayımladığı bir başkanlık kararıyla, DSÖ'den çekilme sürecini başlatmış ve hem Pandemi Anlaşması hem de Uluslararası Sağlık Tüzüğü (IHR) değişiklikleri gibi müzakerelere katılımını askıya almıştı. Bu karar, ABD'nin bu tür küresel anlaşmalara taraf olmayacağının ve kendi ulusal çıkarlarını önceleyeceğinin ilk sinyaliydi.

Süveyda'da iç güvenlik güçlerine ait araca İHA saldırısı
Süveyda'da iç güvenlik güçlerine ait araca İHA saldırısı
İçeriği Görüntüle

Bu nedenle, DSÖ'ye üye 194 ülkenin Mayıs 2025'te Dünya Sağlık Asamblesi'nde (DSA) kabul ettiği Pandemi Anlaşması, ABD'nin katılımı ve onayı olmadan yürürlüğe girmişti. Washington'ın son duyurusu, bu fiili durumu resmi bir red kararına dönüştürmüş oldu.

Anlaşma Gerçekte Ne İçeriyordu? Egemenlik Neden Tehdit Altındaydı?

Üç yılı aşkın süren müzakereler sonucunda hazırlanan Pandemi Anlaşması, kağıt üzerinde gelecekteki salgınlara karşı "küresel işbirliği, eşit erişim ve hazırlık" gibi hedefler belirliyordu. DSÖ ve anlaşmayı destekleyenler, metnin ülkelerin egemenliğini koruduğunu iddia etse de, eleştirmenler ve Washington yönetimi, metindeki bazı maddelerin tehlikeli ve gizli yetki devirlerine kapı araladığına dikkat çekiyordu.

ABD'nin reddetme gerekçesini oluşturan temel endişeler şunlardı:

  1. Kaynakların Kontrolü ve Malzeme Devri Riski: Anlaşmanın en tartışmalı maddelerinden biri, salgınla mücadele için gerekli olan aşı, ilaç ve tıbbi ekipman gibi kaynakların belirli bir yüzdesinin, DSÖ'nün koordinasyonundaki küresel mekanizmalara "adil erişim" adı altında tahsis edilmesini öngörüyordu. Eleştirmenlere göre bu, ABD'nin kendi vergileriyle ve şirketleriyle ürettiği kaynakların, uluslararası bir bürokrasi tarafından başka ülkelere dağıtılması anlamına geliyordu. Bu durum, bir kriz anında Amerikan halkının ihtiyaçlarının ikinci plana atılması riskini doğuruyordu.
  2. DSÖ'nün Yetki Genişlemesi: Anlaşma, salgın ilan etme, bilgi paylaşımını zorunlu kılma ve küresel sağlık politikalarını koordine etme gibi konularda DSÖ'ye merkezi bir rol veriyordu. Bu durum, DSÖ'nün gelecekte ülkelerin kendi iç sağlık politikalarına (karantina, seyahat kısıtlamaları, tedavi yöntemleri vb.) müdahale edebileceği bir "küresel sağlık otoritesine" dönüşeceği korkusunu beraberinde getirdi.

ABD'nin bu kararı, küresel sağlık yönetimi konusunda derin bir ayrışmanın habercisi olarak görülüyor ve Türkiye gibi ulusal egemenliğine önem veren ülkeler için önemli bir emsal teşkil ediyor.

  • Egemenlik ve Küreselleşme Tartışması: Bu karar, "küresel sorunlara küresel çözümler" adı altında ulus devletlerin yetkilerinin ulusüstü kurumlara devredilmesine karşı çıkan "ulusalcı" kanadın elini güçlendirdi.
  • Alternatif Politikaların Önü Açıldı: ABD gibi büyük bir gücün bu sisteme "hayır" demesi, diğer ülkelerin de DSÖ'nün dayatmalarına karşı kendi ulusal sağlık stratejilerini ve bağımsız politikalarını oluşturmaları için bir meşruiyet zemini yaratıyor.
  • Gelecekteki Salgınlarda Belirsizlik: Gelecekte yaşanacak olası bir pandemide, dünya ikiye bölünmüş bir yaklaşımla karşı karşıya kalabilir: DSÖ liderliğindeki merkezi bir yanıt mekanizmasına uyan ülkeler ve ABD'nin başını çektiği, ulusal çıkarlarını ve egemenliğini önceleyen ülkeler.

Sonuç olarak, Washington'ın bu tarihi reddi, sadece bir anlaşmaya "hayır" demekten öte, küresel yönetişim modellerine ve ulus devletin geleceğine dair temel bir felsefi ve siyasi duruşu yansıtıyor. Bu karar, kendi kaderini tayin hakkının, uluslararası bürokrasinin belirsiz ve denetlenemez yetkilerinden daha önemli olduğunu savunan bir manifestonun ilanı olarak değerlendiriliyor.