Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, Türkiye'de ortalama hane halkı büyüklüğünün yıllar içinde düşüş eğilimini sürdürdüğünü ve tek kişilik hane halkı oranının ise belirgin bir şekilde arttığını ortaya koydu.

TÜİK verilerine göre, Türkiye'de ortalama hane halkı büyüklüğü istikrarlı bir şekilde azalmaktadır. 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hane halkı büyüklüğü, 2023 yılında 3,14 kişiye geriledi. Bu düşüş eğilimi devam ederek 2024 yılı itibarıyla 3,11 kişiye kadar indi. Geçmişe bakıldığında, 2019 yılında ise ortalama hane halkı büyüklüğü 3,35 kişi olarak kaydedilmişti. Bu veriler, Türkiye'de ailelerin zaman içinde küçüldüğünü net bir şekilde göstermektedir.

Öte yandan, tek kişilik hane halklarının oranında dikkat çekici bir yükseliş gözlenmektedir. 2015 yılında %14,4 olan tek kişilik hane halkı oranı, 2016'da %14,9'a, 2019'da %16,9'a ve 2023'te %19,7'ye ulaştı. 2024 yılı itibarıyla ise bu oranın %20 seviyesine yükseldiği görülmektedir. Son 10 yıllık dönemde yalnız yaşayanların sayısında %71'lik bir artış yaşanması, bu eğilimin önemli bir göstergesi olarak dikkat çekmektedir.

Bu dramatik değişim, yıllardır “milli ve yerli” söylemlerle vitrin süsleyen, ancak icraatlarında Batı’nın seküler ve bireyci kültürün oluşturduğu sosyo-ekonomik düzeneğin doğrudan sonucudur. Aile, sadece toplumsal bir yapı değil; aynı zamanda bir milletin hafızası, kimliği ve bekâsıdır. Bu yapının çöküşü, ulusal güvenlikten toplumsal dayanışmaya kadar birçok alanda derin krizler yaratmaktadır.

Ekonomik Ezilme, Kültürel Erozyon

Artan kiralar, yükselen enflasyon, düşen alım gücü, işsizlik ve güvencesizlik gençleri evlenmekten, çocuk sahibi olmaktan hatta aile kurmaktan uzaklaştırıyor. “Ekonomik istikrar” adı altında yürütülen faiz, borç ve tüketim odaklı politikalar, Batı menşeli neoliberal ekonomi reçetelerinin bir kopyasıdır. Sonuç ise ortada: Yalnızlık, çocuksuzluk, evliliği geciktirme ve aileden kaçış…

Kültürel alanda da durum farklı değil. Dizilerle, sosyal medya ile, eğitim müfredatıyla ve hatta resmî söylemlerle “bireysel özgürlük” adı altında dayatılan seküler yaşam tarzı, toplumu çözülmüş atomlar hâline getiriyor. Aile, kutsal bir müessese olmaktan çıkarılıp “kişisel bir tercih” düzeyine indirgeniyor. Kadim değerler, bireysel hazların önünde paspas ediliyor.

İçten Çürüyen Bir Beden!

Türkiye, dış politikada “bölgesel güç” olma iddiasıyla askeri operasyonlar yürütüyor, jeopolitik kartlar oynuyor. Ancak içerideki bu derin demografik ve kültürel çözülme, tüm bu hamleleri akim bırakacak potansiyele sahip. Nüfusu yaşlanan, aile yapısı çözülen, gençliği bireysel hazlara ve dijital tutsaklığa mahkûm edilen bir toplumun uzun vadede ne “millî” bir duruşu kalır, ne de bölgesel bir ağırlığı.

Amerikan savaş uçaklarının Türk hava sahasını kullandığı iddiaları yalanlandı
Amerikan savaş uçaklarının Türk hava sahasını kullandığı iddiaları yalanlandı
İçeriği Görüntüle

Milliyetçi söylemlerle yapılan hamasî nutuklar, içtimaî gerçeklerle örtüşmediğinde, hakikatin üzerine çekilmiş bir örtüden başka bir anlam ifade etmez. Bugün yaşanan demografik değişim, sadece doğum oranlarıyla ilgili değil; doğrudan bir medeniyet krizidir. Aileyi, inancı, dayanışmayı yok sayan bir düzenin neticesidir bu.

Sistem Değişimi, Değer Değişimi

Türkiye’nin bu gidişata dur diyebilmesi için, sadece sosyal politikalarda değil; sistemin tüm kodlarında köklü bir değişim gerekli. Aksi hâlde, ne yerli otomobil ne de uzaya çıkan astronot bu milletin çöküşünü durdurabilir. Çünkü millet, tankla tüfekle değil; inançla, aileyle ve toplumsal dayanışmayla ayakta kalır. Bu ise, ancak Batıcı hayat tarzının ve neoliberal politikaların reddiyle mümkündür.