Aile toplumun temel taşıdır. Onu tahribe yönelen her şey, toplumu tahribe yönelmiş demektir. Anadolu insanının tarihten bugüne dek karşılaştığı tüm hadiseler karşısında dirayet ve mukavemet gösterebilmesinin bir sebebi de temeline bu taşı koyarak, her binayı bu taşın üzerine inşa etmiş olmasıdır.
Bizde büyükler odaya girdiğinde ayağa kalkılır, büyükler sofraya oturmadan sofraya oturulmaz, büyükler yemeğe başlamadan yemeğe başlanmaz ve büyüklerin yanında ayak dahi uzatılmazdı. Buna “aile büyüklerine saygı” denilirdi. Hatta cemiyette “Adâb-ı Muaşeret” kaidelerine mugayir davranışlarda bulunan çocuklar, “Aile terbiyesi almamış.” denilerek tenkit edilirdi. Zamanla pörsüdü, unutuldu, değiştirildi, dönüştürüldü. Gelişen teknoloji ve Batı destekli Kemalist zihniyetin Anadolu insanı üzerindeki yoğun baskısı, zamanla bu taşın sarsılmasına ve yerinden oynamasına sebep oldu. Artık bırakın baba odaya girdiğinde ayağa kalkmayı, babası kendisinden su istediği zaman çekinmeden “Hizmetçin mi var? Kalk kendin al!” edebsizliğini gösterebilen nesiller ortaya çıktı.

Batı’da aile hayatı bitmiş ve tükenmiş, nikahsız birliktelikler, eşcinsel sapıklıklar haddi aşmış durumda. Ve bizim, kurtuluşu Batı’da arayan, medeniyetin Batı’da olduğuna ikna edilmiş insanımız da bu bataklığın içine çekiliyor.

Çökmekte olan global dünya düzeninin merkezindeki Batı ülkeleri, sapkın düşünce ve hareketlerini, çağdaşlık adı altında Doğu toplumlarına empoze etmeye çalışıyorlar. Yıllar boyunca Batı destekli rejimlerin Doğu ülkelerinde palazlandırdığı iç unsurlar da, bu ifsad hareketinde kendilerine düşen rolü ustaca oynuyor.
Son yıllarda eşcinsel sapıklığı teşvik eden derneklerin fonlanmasına mukabil, dünyada ve Türkiye’de bu sapıklığı destekler nitelikte çıkarılan, eşcinsel sapıklara haklar tanıyan yasalar, bu sapıklığın artmasına sebep oldu. Hatta bu yasalar çerçevesinde yürüyüşler yapılıyor ve biz buna tepki dahi gösteremiyoruz. Neden? Çünkü bu yasalar onları ve onların yaptığı eylemleri “meşru” kılıyor. Kendi memleketimizde bu sapıklığa müdahale etmek ise “gayr-ı meşru”. Mevcut yasaların bu sapkınlığa tanıdığı haklar, bizim, yani Anadolu insanının buna müdahale etmeyeceği anlamına gelmiyor. Hükümet bunun önlemini almazsa Anadolu insanı elbet kendi göbeğini kendisi kesecektir.

Eşcinsel sapkınlığa haklar tanıyan, bunu meşru kabul eden uluslararası bir sözleşme hazırlanıyor. Buna da “İstanbul Sözleşmesi” adı veriliyor. Hükümet de Anadolu insanını ifsad edecek ve aile yapısını bozacak olan bu sözleşmeyi imzalıyor. Hükümet destekli KADEM de buna öncülük ediyor, İstanbul Sözleşmesi’nin daha etkin uygulanması için komisyonlar kurup, çalıştaylar yapıyor. Hükümet maalesef kendi eliyle kendi memleketinin evlatlarını ifsad ediyor. Buna sessiz kalmak istemeyenlerin de sesleri kısılmaya çalışılıyor ve hatta kendisini “Müslüman” olarak ifade eden “İstanbul Sözleşmecileri” tarafından bu insanlara “İrticacı” yaftası vuruluyor.

KADEM’i de anlamak lâzım esasında. Determinist sistem içinde bütünü kaçırıyor ve “kadına şiddeti” merkeze alırken, hadisenin çevresini gözden kaçırma gafletinde bulunuyor. Nihayetinde düzen içi unsurlardan birisi; düzen ne ki unsuru ne olsun!

Bu yasalar ve dernekler aracılığıyla bir taraftan “kadın” ön plana çıkarılırken diğer taraftan erkek zayıflatılıyor. Erkeğin konumu sarsılıyor. Dış etkenler tarafından kadına aşılanan özgüven, erkeğin şahsiyetinden ödün vermesine, karakterinin zayıflamasına ve özgüvenini kaybetmesine yol açıyor. Roller değişiyor. Dolayısıyla bu da aile içerisinde çatışmalara yol açıyor. Erkek bir yandan evinin liderliğini yapmaya çalışırken, diğer yandan da kadının liderlik merakıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu çatışmalar neticesinde de boşanmalar artıyor. Çocuklar anne-baba birlikteliğinden, aile hayatından mahrum bir şekilde büyüyorlar. Hal böyle olunca ele-avuca gelmez bir nesil yetişiyor. Ortaya çıkan bu nesil de maalesef ne tarafa çekersen o tarafa geliyor. Çocuklarımızı, gençlerimizi aile hayatından mahrum bırakarak kendi elimizle Batı’nın bataklığına sürüklüyoruz.

Biz Anadolu insanıyız, Müslüman Türk’üz ve tarihten bugüne dek inşa ettiğimiz medeniyet, aile yapımız sayesinde ayakta kaldı. Bunu yüzyıllar sonra fark eden Batı, artık bizi silahla, savaşla, zulümle, işkence ile teslim alamayacağını anladı ve Kemalizm’i bu toprakların başına musallat ederek insanımıza dinini, töresini ve ruhunu kaybettirdi. Anadolu’yu asimile etme planının şimdiki adımını ise “insanımızı ailesinden koparmak, çocuklarımızı da kendi bataklığına çekmek” olarak seçti.

Son birkaç yüzyıl içinde kaybedilmiş birçok neslimiz var bizim ve artık kaybetmeye tahammülümüz olmamalı. İnsanımızı Batı’nın bataklığından kurtarmak ve önce ailemizi mevcut tehlikelerden koruyup, sonra da yeniden bu aile yapısının üzerine yeni bir medeniyet inşa edebilmek için, bir an evvel bu ifsad hareketlerine yönelik toplumsal bilinci uyandırmalı, devlet mekanizmasını da bu yönde çalışmaya sevk etmeliyiz.

Zira aile “Kralların bile giremediği bir kaledir.”, bu kaleye Batı’nın esfel-i safilin zihniyetini sokmak, Anadolu insanı için akıl kârı değildir.

Baran Dergisi 657. Sayı