Selâm ile…
Bu hafta her fırsatta dile getirdiğimiz, fakat memleketimizin birçok yöneticisi tarafından bir türlü anlaşılamayan yahut mevcut statükonun şartları içerisinden kavranılamayan bir husus, siyasîlerin Avrupa’da düzenleyeceği programlara yönelik engellemelerle bir kez daha ortaya çıktı. İnsan haklarının, özgürlüklerin ve ileri demokrasinin(!) merkezi olarak kabul edilen Avrupa’da, üstelik cihanşümul adaleti tesis etmek iddiasındaki Lahey Adalet Divanı’nın bulunduğu ülke olan Hollanda’nın Rotterdam kentinde bir Türk bakan alıkondu ve Türkiye Başkonsolosluğu önünde bu tavrı protesto eden Müslümanlara tomalarla, joplarla ve köpeklerle müdahale edildi. Bu müdahale sırasında ortaya çıkan görüntülerde, Batı’nın faşist ve barbar yüzü bir kez daha göründü. Ayrıca düşmanlarımızın içerideki yardakçıları da “efendilerimize ilişmeden önce bizi temizlemelisiniz” dercesine kendilerini dermeyan ettiler.

Birçok müşterek paydaya sahip olmalarına mukabil tarih boyunca birbirini yiyen, menfaatleri ve ihtirasları uğruna dünyayı yangın yerine çeviren, kendilerinden başkasını insan yerine dahî koymayan Batılılar, 20. yüzyılda ve bilhassa II. Dünya Savaşı’nın akabinde, barbarlığını ve korkunç yüzünü, ileri demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi süslü kavramlarla makyajlamış bir medeniyet görüntüsünün ardına saklanmış vahşi bir yapıdan ibarettir. Karşısında kendisine mukavemet gösterebilecek bir güç olmadığı ve ekonomik refah seviyeleri yüksek olduğu sürece bu makyajı hep tazelediler. Dünyanın diğer bölgelerinde çıkardıkları yangın kendilerine sıçrayınca, insan yerine dahî koymadıkları milletler uyanıp kendilerinden çalınanları geri isteyince ve ekonomik refahlarına dâir bir tehdit oluşunca da gerçek yüzleri ortaya çıktı. Senelerce tek devlet hayali kuran Avrupa’da bugün yükselen değer faşizm.

Bildiğimiz bir gerçeği bir kez daha tekrar edelim; Batı’nın en büyük korkusu İslâm ve Müslümanlardır, bizim varlığımızı kabul etmelerinin tek şartı ise sirk hayvanı misali boynumuzda pranga ile her istediklerini yapmamızdır. Bunu yapmadığımız takdirde ortaya çıkan manzara belli…

Son 5 asrı, ama hassaten 20. Yüzyılı kana bulayan, milyonlarca insanın savaşlarda ölmesine, aç kalmasına ve evinden yurdundan olmasına sebep olan aynı Batı’ydı… Batı’nın ne mal olduğunu her fırsatta dile getirdik, dolayısıyla çok üzerinde durmaya lüzum yok. Hollanda’da ve Avrupa’nın muhtelif ülkelerinde Türkiye’ye karşı yürütülen kara propaganda ve aşağılama çabaları bu yüzden hiç de şaşırdığımız bir durum değil…  Konuşulması gereken asıl mesele, insanca yaşamanın formülü bizde olmasına mukabil, gerçek yüzü ortaya çıkan Batı’nın uydurduğu sözde insanlık masalına hâlâ itibar etmemiz ve Batı’nın bize dayattığı boynumuzdaki tasma kabilinden kesim ve kurumlarla yönetilmeyi kabullenmemizdir. Avrupa, sırf Müslüman olduğumuz için bizi ötekileştirirken bizim devletimiz hangi ideale matuf hareket ediyor acaba? Batı’ya karşı mukavemet gösterirken ilk önce bu hususun çözüme kavuşturulması gerekiyor. Son yaşanan hâdiseler bir kez daha gösterdi ki, Batı, bizi, bizim kendi irfan ve kök dayanağımızdan ötürü reddederken; biz, yani Doğu, Batı’yı, İslâm’a muhatab bir anlayışa nisbetle örgüleştirilmiş kendi irfanımızla değil, maalesef onların bize biçtiği demokrasi çerçevesi içinde eleştirmekle yetiniyoruz.  Neticesi de hep aynı kısır döngüyü doğuruyor...

Demek ki Batı, bizi “İslâm” olduğumuzdan ötürü ötekileştirirken; biz Batı’ya, onların Doğu’ya biçtiği paryalık statüsüne sadık kalınamadığından öte bir tenkid getiremiyoruz.

Yeni ve yeniliğe daima açık bir dünya görüşüne nisbetle, eskimiş Batı’ya karşı oluşta; yine eskimiş, pörsümüş ve cılkı çıkmaktan darmadağın bir hâle gelmiş olan “ileri demokrasi”nin uyduruk kavramlarıyla Batı’ya karşı çıkmak, nihayetinde Batı’ya “benim ne istediğimi ancak sen bilirsin” demekten farksızdır… Öyleyse; öyleyse ve böyleyse, Batı ve Batıcı hayat tarzına karşı çıkmanın usulünü getirmiş yeni bir dünya görüşüne ihtiyaç olduğunu, bu dünya görüşüne nisbetle yeni bir rota çizmenin vakti geldiğini daha kaç defa ihtar etmemiz gerekiyor? Bin mi, bin bir mi?

Kapağımızda Batı’nın faşist ve barbar zihniyetini temsil eden bir resim ve bu zihniyetin mücessem hâli Geert Wilders’in fotoğrafını kullanarak “İleri Demokrasinin Ulaştığı Son Nokta: Faşizm – Batı Batı Dedikleri Tükürük Hokkası” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe işledi.

Çakal Carlos (Salim Muhammed), "Türkiye-Hollanda Krizi Vesilesiyle" başlıklı bir yazı kaleme aldı...

Kâzım Albay, “Boynumuzdaki Batı Prangası Kemalizm”dir başlıklı yazısında fikirden sanata, eğitimden hukuka Kemalist dayatma ve Batı prangalarını söküp atmadan kurtuluşa eremeyeceğimizi belirtiyor.

Abdullah Kiracı, “Rasyonalizm ve İktisad” başlıklı yazısında Batı’nın hakikat arayışında usûlde yaptığı yanlışlık sebebiyle saptığı yol olan materyalist rasyonalizmin sonuçlarını ele aldı.

Bu hafta Milat Gazetesi Yazarı Sosyolog Ramazan Akkır ile aktüel meseleler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Avrupa’nın Türkiye ve Müslümanlara karşı takındığı tavırdan, Anadolu merkezli verilen mücadeleye ve yaşadığımız aydın-münevver sorununa kadar birçok meselenin konuşulduğu bu söyleşiyi alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Vehbi Kara, “Denizcinin Günlüğü” başlıklı yazı dizisine devam ediyor. Bu haftaki yazısının başlığı, “Pakistan Seyahati”...

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dünya ve kâinat planını farklı bir veçheden ele aldığı eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 356. bölümünün alt başlığı “Ek Yeri (İdeolocya Örgüsü’ne Ek)”...

Osman Temiz’in epifiz bezi ile alakalı yazısı 6. Bölümüyle devam ediyor: “Kozalaksı Bez ve Dolmabahçe Sarayı”...

Gülçin Şenel, “Anadilden Yabancı Dillere Dil Problemimiz”den bahsediyor.

Baran Demir, Sahabe-i Kiram’ın büyüklerinden “Hazret-i Muaviye’nin (r.a.) Hilafeti” dönemiyle alakalı bir yazı kaleme aldı.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz. Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun.