Anadolu’da hakiki bir İslâm inkılâbının önünü almak için Kemalizm’in yerine tezgâhlanan FETÖ’nün darbe teşebbüsünde bulunması, devletin zorunlu da olsa bakış açısında bir değişime gidilmesine vesile teşkil etti. FETÖ mensublarına yönelik olarak başlatılan operasyonlar, Furkan Vakfı’nın başındaki Alparslan Kuytul ve akabinde Adnan Oktar ile beraber genişletilmiş vaziyette. 

Devrim kanunları, tekke ve zaviyelerle beraber aslında cemaat oluşumlarını yasaklıyor. Türkiye gibi çoğunluğun Müslüman olduğu bir memlekette böylesi bir kanunun işletilmesiyse mümkün değil. Hem bunları yasaklayan kanunun yürürlükte olması ve hem de kanununun işletilememesi, belli bir alanı otomatik olarak devlet kontrolünün dışına çıkartmış oluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin zaten en büyük zaafı da bir çok meselede olduğu gibi bu konuda da kontrolü elinden kaçırmış olması değil mi? Bu boşalan alan, yasaklı olmasının da vermiş olduğu cazibeyle bir istismar alanına dönüşüyor. FETÖ ve sair mezhebsiz, reformacı, sapkın, şucu, bucu bu iklimden peydahlanıyor. Yani Devrim Kanunları belki işletilemiyor ama bu kanunlarla aynı gayeye matuf FETÖ gibi işbirlikçi hain yapılanmaların doğmasına zemin hazırlıyor.

Öte yandan devletin çeşitli cemaat ve tarikatlar arasındaki çürük yumurtaları hangi kıstasa göre birbirinden ayıracağı da ayrıca bir mesele teşkil ediyor. Yani devletin değişen idare şekliyle beraber zihniyetinde de büyük ve bütün bir değişim meydana gelmesi gerekiyor ki, o değişimin içinde devletin senelerdir göz yumma temayülü ile idare ettiği bu gibi alanlar da denetim altına alınabilsin. 

Dergimizin 602. sayısında, hayatın boşluk kabul etmeyeceği, bir yönüyle ruhî bir varlık olan insanın inanç ihtiyacının yaradılıştan geldiği ve dolayısıyla kanunlarla yasaklanması mümkün olmadığı için devletin bu boşluğu nasıl doldurması gerektiğini işledik ve “Devrim Kanunları Kaldırılsın, Meclis-i Meşayih Kurulsun” manşetini attık. Bu mevzuyu Ömer Emre Akcebe, “Küfre Avans Vermemek Lâzım” başlıklı yazısında kaleme aldı.