Avrupa ülkelerinin son yıllarda çok önemli krizlerin ve kırılganlıkların içerisinde debelendiği görülüyor. Sosyal refah ve alım gücü bakımından, güvenceli istihdam ve üretim açısından bir geriye gidiş olduğu gibi dünya siyasetinde giderek azalan ağırlığı ile Avrupa devletleri tarihsel olarak eski günlerini aramaya başlıyor. Ne güçlü siyasal liderler, ne istikrarlı siyasal hükûmetler ne de askerî olarak kendi güvenliğini sağlayabilen bir Avrupa var artık. ABD'nin güvenlik şemsiyesi çekildiğinde sabah akşam "Rusya bizi istila edebilir" korkusuyla yaşayan bir Avrupa var karşımızda. Daha yakın zamanda bize sabah akşam anlatılan Avrupa rüyasının geldiği hâl ABD Başkanı Trump'ın karşısında ip gibi dizilip Rusya'ya karşı yalnız bırakılmamayı talep etmek oldu.

Kuşkusuz Avrupa'nın düştüğü bu ekonomik, siyasal ve askerî vaziyetin uzun bir tartışmasının yapılması gerekiyor. Bunda hem Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında ABD'nin vesayetini hem sosyal refahı bu noktaya getiren neoliberalizmi ele almak gerekiyor. Bu yazıda benim odaklanmak istediğim boyut ise Avrupa'nın içine düştüğü toplumsal kriz ve bilhassa da erkeklik krizi.

Uzun yıllar küreselciliğin ve onun siyasal-ekonomik versiyonu olan neoliberalizmin hem siyasette hem entelektüel alanda hem akademyada hem de tüm boyutlarıyla kültür ve medyada hedef alıp itibarsızlaştırdığı değerler bulunuyor. Bunlar genel hatlarıyla söylersek milliyetçilik, aile, din, devlet, askerlik ve cinsiyet. Yani Batı küreselciliği tarafından, sahip olduğu kültürel hegemonya ile milliyetsiz, devletsiz, cinsiyetsiz, dinsiz ve devletsiz bir toplumun sürekli idealize edildiği bir anlatı empoze edildi.

"Kendi ülkeniz için savaşır mısınız?" diye sorulduğunda yüzde 80 "hayır" cevabı veren Avrupa toplumları işte böyle ortaya çıktı. Bu bir tarafıyla tüm kolektif değerlerden, gelenekten kopuştan ve aşırı bireyselleşmeden kaynaklanan sanayi sonrası toplumun neoliberal post-fordist ilişkilerinden kaynaklandı diğer yandan da küreselci elitlerin dayattığı bir kültürel deformasyonun sonucuydu.

Scale 1200

"Ataerkillik" kodlamasıyla değersizleştirilen bu değerlerle bir yandan annelik diğer yandan babalık algıları yıpratıldı. Geleneksel veya modern anlamda kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizliklerle mücadele edilmesi olumlu bir durumken bu konu tamamen bu bağlamdan çıkarıldı ve aileyi kurtulunması gereken bir tahakküm merkeziyle, erkekliği ontolojik bir yoksunlukla, devleti sıradan bir bürokratik mekanizmayla, dini şiddet, tahakküm üreten bir kurum ve insanın gereksiz bir ihtiyacı olmakla, milliyetçiliği faşizmle özdeşleştiren bir ekosistem hâkim kılındı.

Erkekliği babalıktan, askerlikten, geleneksel rollerinden, güçten ve otoriteden yoksun hâle getirip, kolunu kanadı kırılmış işlevsiz ve anlamsız bir varlığa dönüştürmek isteyen bu küreselci dilin sonucunda da karşımıza bir erkeklik krizi çıktı. Zaten modern sanayi toplumlarıyla birlikte dönüşüm geçiren, kent toplumunda geleneksel ilişkilerinden kopan erkek, yaşadığı sosyolojik dönüşüme uyum sağlamaya çalışmak durumunda kalmışken, küreselci kültür hegemonya etkisiyle gelinen bu noktada basit bir tüketim ve performans nesnesine dönüşmeye başladı.

Bizim sosyal medyamızda son yıllarda çok fazla tartışılan ve en çok da bizzat kadınlar tarafından bir şikayet ve serzeniş konusu olan "prenses erkek sendromu" Türkiye'ye özgü bir sorun olmamakla birlikte bu küreselci kültürel ve ideolojik saldırıdan maalesef Türkiye de nasibini almış oldu.

İşte devlet ve millet tasavvuru deforme olmuş, aile ve dini gereksiz bir kurum olarak olarak görmeye başlamış, kadın ve erkek kimlikleri yıpratılmış, vatanseverlik duygusu hedef alınmış toplumların da yabancı istilalara, işgallere ve düşmanlara karşı millî direnci böyle kırılmış oldu. Avrupa toplumlarının Rusya karşısında yaşadığı bu toplumsal kırılganlık tesadüfen oluşmadı. Bu bir toplumsal mühendislik ile oluşturuldu.

Müslüman Hiçbirliği Teşkilatı
Müslüman Hiçbirliği Teşkilatı
İçeriği Görüntüle

Oğuzhan Bilgin, Akşam