Asrın Yesevi'si, fikir adamı Seyyid Ahmet Arvasi Hocanın hayatını anlatmadan önce kendisinin fikir, itikat ve Büyük Doğu-İbda fikriyatı çerçevesindeki önemine ve davasına değinmek gerekiyor.


Davası


Sevenlerinin kendisini “Asrın Yesevî’si” olarak taltif ettikleri fikir adamı Seyyid Ahmed Arvasî’nin fikir, itikad ve Büyük Doğu-İbda fikriyatı çerçevesindeki öneminin altını çizmek gerekiyor en başta.

Seyyid Ahmed Arvasî, “Türk-İslâm Ülkücü Hareketi”nin fikir babası olup Ülkücülerin siyaset, hareket ve düşünce dünyalarını derinden etkilemiştir. “Türk-İslâm Ülküsü” eserinde, Türk milliyetçiliğinin ırkçılık olmadığını vurgulayıp, İslâmî bir dünya görüşü perspektifinden nasıl olması gerektiğini ortaya koymuş; asıl önemli olanın zarf değil mazruf olduğunu ifade etmiştir.

Tasavvufî yönü bulunan Seyyid Ahmed Arvasî, Allah Resûlü’nün neslinden bir seyyid olmasının yanısıra, cedleri itibariyle Arvas’lardan olması hasebiyle köklü bir tasavvufî silsileye de mensubtur. Bu yönünü fikrî ve ilmî yönüyle mezcedip eser ve konferanslarında işlemiştir. “Ülkücü gençlik, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî ve Ubeydullah-ı Ahrar’ı tanısın, dünya duramaz önünde!” diyerek, gençliğe tasavvufî hakikatin içtimaî hayatta bilfiil aktif ve aksiyoner olarak bulunması gereğini telkin etmiştir.

Seyyid Ahmed Arvasî’nin bir önemli özelliği de, tam bir Ehli Sünnet âşığı olarak, fikrinin temelindeki nisbet noktasının Ehli Sünnet olmasıdır. Seyyid Ahmed Arvasî, özellikle yurt dışından tercüme eserler yoluyla gençliğe ve topluma yoğun bir şekilde itikadî sapkınlıkların aşılanmaya çalışıldığı bir dönemde, eser ve konferanslarında Ehli Sünneti savunmuş; “ne Humeynî’nin Şia’sında, ne Suud’un Vahhabî’sinde… İslâm’ı, ecdâdın kütüphanesinde bulursunuz!” diyerek, millet bakımından Selçuklu Devletinden başlayıp Osmanlı Devleti’yle zirvesini bulan Ehli Sünnet akide, tarih ve hâkimiyetimize vurgu yapmıştır.

Seyyid Ahmed Arvasî’nin Üstad Necib Fazıl ve Büyük Doğu’yla olan münasebeti tamamen etle tırnak gibidir. Büyük Doğu dergilerinden en genç yaşlarından itibaren etkilenip beslenen Seyyid Ahmed Arvasî, Türk-İslâm fikriyatını da yine Büyük Doğu’lardan ve Büyük Doğu külliyatından aldığı ilhâmla inşâ etmiş; talebelerine de her daim Necib Fazıl külliyatını okumalarını tavsiye etmiştir. Şöyle der:

– “Ben kendi adıma söyleyeyim, Büyük Doğu’nun davasının ne olduğunu bilerek Büyük Doğucuyum. İslâm âleminin 20. yüzyılda yetiştirdiği ender dâhilerden biri Necib Fazıl’dır. Hatta diyebilirim ki, Türkiye’nin tek Nobel adayı O’dur… Ama hiçbir zaman alamayacak olan da yine O’dur.”

Türk-İslâm Ülküsü, Büyük Doğu’nun milliyetçilik prensibinden ilhâmla ortaya konmuştur ki, Seyyid Ahmed Arvasî çizgisindeki bir ülkücülüğün Anadolu Müslümanları için büyük bir kazanç olduğunu söylemeliyiz.

Seyyid Ahmed Arvasî, Üstad Necib Fazıl ile de bizzat görüşür, sık sık ziyaretine giderdi. Üstelik, bu, karşılıklı bir derin muhabbetti.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu da Seyyid Ahmed Arvasî’yi okumuş, bilhassa “Kendini Arayan İnsan”ı eserini de methetmiştir. Bu çerçevede bir anekdot:

– “Kartal Cezaevi’nde kaldığı dönemde [2000], Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, aynı cezaevinde kalan tüm İBDA bağlılarına bir haber salar ve yanında Seyyid Ahmed Arvasî’nin “Kendini Arayan İnsan” adlı eseri olan varsa, kitabı kendisine göndermesini ister. Ne var ki, hiçbir koğuştan çıkmaz eser. Neticeyi, yarı lâtife yarı ciddi, şöyle yorumlar İBDA Mimarı:

– “Bu cezaevinde benden başka KENDİNİ ARAYAN İNSAN yok galiba…”

 Eseri hararetle tavsiye ediyor, bilvesile bir iktibas paylaşıyoruz:

– “Sanatkâr eser verirken aklın kanunlarını zorlar ve bazen onu kırmaya çalışır. Gerçek sanatta daima bir isyan kokusu vardır. Bu isyan, esarete karşı hürriyet çığlığı, monotonluğa karşı yaratma hamlesini özleme, eşyanın karşısında insanın sesini duyurma çilesidir. (…) Büyük dehalar inkılapçıdır!”


Hayatı

15 Şubat 1932 yılında Ağrı ilinin Doğubayazıt ilçesinde dünyaya gelen Seyyid Ahmed Arvasî, aslen Van Bahçesaraylıdır. Babası Seyyid Abdülhakîm Arvasî, annesi Cevahir hanımdır. Büyük irşad kutbu velî ve Üstad Necib Fazıl’ın mürşidi Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri ile babası isim yönünden karıştırılsa da işin aslı çok farklı ve aynı zamanda çok çarpıcı olup, merhum Seyyid Ahmed Arvasî bir dostuna yazdığı mektubta bunu şöyle anlatır:

– “Şu ânda Ankara’nın Bağlum Nahiyesinde yatan Seyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri ile aynı ailedeniz. Kendileri aynı zamanda babamın da isim babalarıdır. Babama kendi adlarını vermişlerdir. Babam, şu anda yetmiş beş yaşındadır ve Van Gümrük Müdürlüğü’nden emeklidir. Ailem “Arvasî” adı ile bilinir. 650 yıldan beri Anadolu’da yaşar. Orhan Gazi ile tanışan ve Anadolu’ya ilk gelen ceddim Hacı Kasım-ı Bağdâdî adında bir zâttır. Onun oğullarından biri Van Gölünün güneyinde (Arvas köyünde) yerleşmiştir. Biz ondan türemiş ve çoğalmışız. Çok geniş ve köklü bir aileyiz. Şanlı Peygambere “ümmet” olmak nimetlerin en büyüğü iken, bir de “evlat” olmakla şereflenmişiz.” 

Babasının mesleğinden dolayı sürekli şehir değiştirmek zorunda kalan Seyyid Ahmed Arvasî, Doğubayazıt’da tamamladığı ilkokul tahsilinden sonra, ortaokulu Erzurum’da bitirmiştir. Ortaokulun son sınıfında iken Üstad Necib Fazıl’ın yazıları ile tanışmasını şöyle anlatır: 

– “Ailece Erzurum’da oturuyorduk. Ben ortaokul son sınıfta idim. Evimiz misafirsiz kalmazdı. Akraba, eş ve dostumuz az değildi. Bir gün evimize enteresan bir misafir geldi. Bu, Piyade Albay Hilmi Acar isminde bir zâttı. Babamla tanışıyorlarmış, kucaklaştılar ve misafir odasına girdiler. Ben de arkalarından gittim. Evimizde ilk defa resmî kıyafetli bir albay misafir oturuyordu. Üstelik dindardı da. Nitekim oturur oturmaz, şapkasını çıkarıp sehpaya attı, başına takkesini geçirdi. Ben, o ânda, dünyanın en olağanüstü bir olayı ile karşılaşmış gibi şaşkındım ve misafir albayı hayranlıkla seyrediyordum. Misafir albay, bir ara benimle ilgilendi. Nerede okuduğumu, hangi kitap ve gazeteleri takip ettiğimi sordu. Bir şeyler anlattım. Misafir albay, okuduklarımı kâfi bulmadı, hatta bazı zararlarını söyledi. Sonra cebinden iki adet 25 kuruşluk çıkardı ve şunları söyledi: “Hemen şimdi şu gazete bayiine gideceksin, verdiğim bu 50 kuruşla bir adet Büyük Doğu ile bir adet Ehl-i Sünnet dergisi alıp döneceksin.” Başüstüne diyerek gittim, istediği dergileri aldım. Bunun üzerine misafir albay: “Bunları sana hediye ediyorum. Artık her hafta kendin alırsın” dedi. Gerçekten dediği gibi oldu. Bu iki dergiyi yayınlandıkları sürece, asla bırakmadım, daha doğrusu bırakamadım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Abdürrahîm Zapsu Beyler’le ilk defa böyle tanıştım.”

Erzurum’da başladığı öğretmen okulunu Van’ın Erciş ilçesinde tamamlar ve 1952 yılında Konya’ya öğretmen olarak tâyin edilir. 1958 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünü bitiren Seyyid Ahmed Arvasî, Van, Balıkesir, Bursa ve İstanbul’da Pedagoji öğretmenliği yapar.

1977 yılında MHP’ye üye olarak aktif siyaset hayatına katılır. 12 Eylül darbesinin getirdiği kargaşadan o da etkilenir. 8 Ekim 1980 tarihinde İstanbul’da “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”ndan tutuklanır. Önce Dil ve İstihbarat Okulu’na, sonra da meşhur Mamak zindanlarına götürülür. İlk kalp krizini burada geçirir. 4 aylık bir hapis hayatından sonra 9 Ocak 1981’de çıktığı mahkemede beraat eder.

Düşünce dünyasına adım attığı ilk ândan itibaren, ailesinden aldığı köklü bağları, yetiştiği çevrenin ve geleneğin bağlarıyla birleştiren ve ömrünün sonuna kadar bu uğurda fikir üretip eser veren Seyyid Ahmed Arvasî, 31 Aralık 1988’de daktilosunun başında yeni bir yazı kaleme alırken ebedî âleme göçüp aramızdan ayrılmıştır.

Eserleri

Ahmed Cezar Arvasî ismiyle 1955’te yayınlanan “Sır” ve vefatından sonra 1989’da okuyucuyla buluşan “Şiirlerim” kitabları da ilâve olarak, Seyyid Ahmed Arvasî’nin eserlerinden bazıları şöyledir:

“Türk-İslâm Ülküsü”, “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi”, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, “Eğitim Sosyolojisi”, “Doğu Anadolu Gerçeği”, “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri”, “Hasbihal”, “İlm-i Hal”, “Size Sesleniyorum”.


***
Mütefekkir ve dava adamı Seyyid Ahmed Arvasî’yi rahmet ve hasretle yâd ediyor; yazımızı merhum Seyyid Ahmed Arvasî’nin şu cümlesiyle bitiriyoruz:

– “İnsan, putları kıra kıra Allah’a yol bulur.” 
 

Yazı: Said Bulut