Şehid Şeyh Said'in hayat hikayesinden önce onun kim olduğunu bize öğretenin Büyük Doğu-İbda olduğunu söyleyerek başlamam iktiza eder. Zira bu, Büyük Doğu'nun bizim için ne kadar büyük bir nimet olduğunu da göstermektedir. Kemalist eğitim sisteminin cenderesinden geçerken bize hain, zalim vesaire sıfatlarla tanıtılan II. Abdülhamid Han Hazretlerinin de, Sultan Vahidüddin Hazretlerinin de, Ali Şükrü Beyin de, Şeyh Said’in de asıl kimliklerini bize gösteren, öğreten Büyük Doğu-İbda’dır. Büyük Doğu-İbda olmasa İslam düşmanlığı ile malul köksüz Batıcı rejimin bu kara propagandasından kurtulmamız mümkün olmayacaktı. Büyük Doğu-İbda külliyatını okurken, tarihi vesikalarıyla birlikte hepsinin nasıl kahraman ve mazlum olduklarını öğrenip asıl vazifemizin ne olduğunu idrak ettik. Tarihi sahte kahramanlardan temizleyip asıl kahramanları ortaya çıkaran pusulamız Büyük Doğu-İbda’dır.

Şehid Şeyh Said'e gelirsek… Tarihte adı sıkça duyulan isimlerden biri olan Şeyh Said, kendi adıyla anılan ayaklanmanın lideri olarak biliniyor. Ve resmî tarih, onu Kürtçülük-bölücülük yapan bir hain olarak lanse ediyor. Oysa kendisi laik düzene karşı isyan eden ilk isimlerden birisi…

Şeyh Said, 1865 yılında Elâzığ’ın Palu ilçesinde dünyaya gelir. Seyyid bir aileye mensuptur ve Zazaların içinde ikamet eden bir Nakşibendi şeyhidir.

Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmud Fevzi, annesi ise Gulê Hanım'dır. Palu, Elâzığ, Diyarbakır ve Muş'ta eğitim gördükten sonra, babasının vefatı üzerine Nakşibendi Tarikatı postnişini (lideri) olmuştur. Babası Şeyh Mahmud Fevzi'nin Palu'dan Hınıs'a göç etmesiyle oraya yerleşmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Rus İmparatorluğu'nun Doğu Anadolu Bölgesi'ne ilerlemesinden dolayı Piran’a taşınmak zorunda kalmış ve savaştan sonra Hınıs Kolhisar’a yerleşmiştir.

Nesebi

Şeyh Said, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin neslinden olup seyyiddir. Şeyh Said'in dedesi Palulu Şeyh Ali Sebdi'dir. Şeyh Ali Sebdi'nin beş oğlu vardır: Şeyh Muhammed Nesih, Şeyh Mahmud Fevzi (Şeyh Said'in babası), Şeyh Hasan Naki, Şeyh Hüseyin Zeki ve Şeyh İbrahim (Kudo Efendi). Şeyh Mahmud Fevzi'nin de yedi oğlu vardır: Şeyh Said, Şeyh Bahaeddin, Şeyh Diyaeddin, Şeyh Necmeddin, Şeyh Tahir, Şeyh Mehdi ve Şeyh Abdurrahim.

Şeyh Said'in beşi kız, beşi erkek olmak üzere on çocuğu olmuştur. Şeyh Said'in oğlu Ali Rıza Efendi'nin oğlu Mehmet Fuat Fırat, 1973'te Erzurum bağımsız milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir. Günümüzde Şeyh Said ailesinin temsilcisi Şeyh Said'in torunu Abdulillah Fırat'tır.

Şeyh Said, dedesi Şeyh Ali Septi'nin halifelerinden Şeyh Ahmed-i Çani'nin kızı Amine Hanım ile evlenmiştir. Amine Hanım, aile Rus Harbinden dolayı Hınıs'tan Piran'a göç ettiği zaman rahatsızlanmış ve ölmüştür. Hanımı vefat ettikten sonra Şeyh Said, Kürt Miralayı Hamidiye Alaylarının liderlerinden Cibranlı Halit Bey'in kız kardeşi Fatma Hanım ile evlenmiştir. Yine Halit Bey'in kardeşi olan Güllü Hanım da, Binbaşı Kasım (Ataç) ile evliydi. Şeyh Said’i ayaklanmanın bastırılması sırasında ele veren de Binbaşı Kasım'dır.

Şeyh Said Kıyamı

Şeyh Said kıyamının yaşandığı demlerde ve bilhassa sonrasında, Kemalist rejim Müslümanları ve İslam alimlerini sert bir şekilde sindirmeye çalıştı. Batıcı Kemalist rejim Türkiye’nin hiçbir bölgesi fark etmeksizin İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık üzerine bir politika seyretti.

Şeyh Said’in kıyama niçin kalkıştığına gelirsek… Tarihi vesikalarla sabit olduğu üzere yaşananlar Batıcı köksüz rejime geçilmesi ve hilafetin ortadan kaldırılmasından dolayı böyle bir harekete kalkıştığını gösteriyor. O dönem, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun büyük dedesi Mutki Aşireti lideri Hacı Musa Bey’in de dahil olduğu Doğu'nun ileri gelen kanaat önderleri, uygulanan zulümler, idamlar ve sindirmelerle bölge asıl rengi olan İslam'dan koparılmak istenmiştir. Şeyh Said’in isyanı bunadır.

Şehid Şeyh Said mevzusunda Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Son Devrin Din Mazlumları eserinde şu ifadeler geçmektedir:


“Şeyh Said’in İngilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni [çirkin] bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup [güney] istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak Kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve davasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi. (…) Bütün bu hadiselerin seyri de gösterir ki, Şeyh Said dış ve yabancı desteklerle alakalı olmaksızın sırf kendi başına ve sadece inancı uğrunda hareket etmektedir.” (Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 53-56.)

Yine aynı eserde şeyhin yeni rejime karşı görüşü “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Nazırlığı kaldırıldı. Din tedrisatı Maarife bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz muharrirler Peygamber Efendimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün, elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.” sözleriyle ifade edilirken Üstad şu hükmü vermektedir:

Birçok kaynağın değişik kelime ve tabirlerle belirttiği, fakat hepsinde mana ve meali sabit sözler bunlardan ibarettir. Bu sözlerde ise, elinden bir şey gelmeyeceğini itiraf edici bir din bağlısının, henüz yeni başlayan ve asıl “ayaklanma” dedikleri hâdiseden sonra gemi azıya alacak olan rejim tavrına karşı şahıs küskünlüğünden başka bir şey, hele ayaklanmaya dair hiç bir işaret yoktur… Belki de aksine, herkesi aynı küskünlüğe davet edici, fakat elden bir şey gelmeyeceğini hatırlatıcı ve şimdilik sabır ve katlanmaktan gayrı yol bulunmadığını gösterici bir mana var… Herhalde plânlı bir ayaklanma hareketine karar vermiş ve onu hazırlamaya çıkmış bir adam, elden bir şey gelmeyeceğini söylemekle işe başlamaz.” (Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, s. 40.)

Hülasa, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Şeyh Said’i inancı için kıyama kalkan, davası İslam olan bir mazlum olarak işaret etmiştir. Tüm eserleri gibi Üstad’ın bu eserini okumanızı da şiddetle tavsiye ederiz.

İnancına nisbetle hareket eden, inancının mücadelesini veren Şeyh Said 29 Haziran 1925 tarihinde idam edilerek şehadete kavuşmuştur. 

Hacı Ahmet: Şeyh Said’in Gayesi Şeriat’tı

Son olarak Girişim dergisinin Haziran 1990 sayısında Şeyh Said kıyamına şahitlik eden Hacı Ahmet ile yapılan bir mülâkatı paylaşalım:

– Şeyh Said kıyamına fiilen iştirak etmiş birisiniz. Bu kıyamın gayesi ve hedefi ne idi?
 

– Biz hükümetten ve Kemal Paşa’dan şeriatı uygulamasını istedik. Ancak Kemal Paşa: “Biz bugün Avrupa’ya bağlıyız, kanunlar ne ise onların kanunlarını uygulamak gerekir. Devlet olabilmemiz için bu şarttır. Bu yüzden şeriatı uygulayamayız” dedi. Bunun üzerine kıyam hareketine giriştik.

– Ancak başarılı olamadınız. Bu başarısızlığı neye bağlıyorsunuz?

Elazığ’ı kuşattıktan sonra, halkın yardımı ile iki günde Elazığ ele geçirildi. Ancak askerlerin bir kısmı, dükkânları yağmalamaya başlayınca, halk bunu kabul etmedi ve karşı çıktı. Aynı şekilde Diyarbakır surlarında bulunan deliklerden şehre giderek, oradan da yağmalama işi olunca, bu şeriata uygun değil diye Şeyh Said Efendi de karşı çıktı. Şeriata uygun hareket etmeyenler bulunduğu için geri çekilmek zorunda kalındı.

– Şeyh Said’in müstakil bir Kürt devleti kurmak için savaştığını söyleyenler var. Kıyama katılmış biri olarak bu fikre ne dersiniz?

– Hayır, öyle bir şey yok, yalandır. Şeyh Said Efendi’nin gayesi şeriattı. Zaten o zaman Kürt meselesi yoktu. Allah’ın dini için savaştığını herkes biliyor.

– Şeyh Said müdafaasında ne dedi biliyor musunuz?

– ‘Ben şeriat için savaştım’ dedi.

Hadise

Şeyh Said’in niyeti, Mayıs ayında isyanı başlatmaktır. 13 Şubat 1925 günü, Diyarbakır’ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde (Diyarbakır ilçesi Dicle) bir düğün esnasında jandarmalarla yaşanan nahoş olaylar neticesinde, isyanı başlatmak zorunda kalırlar.

Bu arada Diyarbakır, Şeyh Said taraftarlarının eline geçer. Diyarbakır’ı ele geçiren isyancılar arasında bulunan bazı kimselerin, milletin malını talan ettiği iddia edilir. Bu arada Osman Nuri Koptagel komutasındaki Ankara Birlikleri, Diyarbakır’ı kuşatmıştır. Bunu haber alan Şeyh Said daha fazla kan dökülmemesi için Varto’da 15 Nisan’da teslim olur.

Ankara Hükümeti milletvekillerinden oluşan bir heyeti, İstiklal Mahkemesi olarak Diyarbakır’a gönderir. Şeyh Said ve 81 adamı, 26 Mayıs günü Diyarbakır’a getirilip İstiklal Mahkemesi’nde yargılamalarına başlanır.

Şeyh Said ve adamlarına, avukat tutmalarına izin verilmez. Savunmalarını kendileri yaparlar. Sanıklardan bazılarının Türkçe bilmedikleri için, savunmalarını Kürtçe ve Arapça yaparlar. 81 sanıkla dava, bir sinema salonunda görülür ve yaklaşık bir ay sürer. Şeyh Said ve 46 arkadaşı idama mahkûm edilir.

Şeyh Said ve diğer sanıklara, hücrelerinde, idam edilecekleri bir doktor eşliğinde söylenir. Şeyh Said idam edileceklerini duyduğunda, namaz kılmak ister ve namaz kılması için kendisine izin verilir. Namazını kıldıktan sonra kendisine “Ne hissediyorsunuz?” diye soran Akşam gazetesinin muhabirine “Asıldığıma acıma. Zira asılmam Allah ve din içindir.” der. Ve bu arada eline kalemi alır ve bir kâğıda Arapça olarak şunları yazar:

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Onlar yaşıyorlardır. Lâkin siz o şuurda değilsiniz. Biz muhakkak ki Rabbimize avdet ederiz… Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslam içindir.  Muhammed Said Palevi Elamedi.”

Zincirlere bağlı olarak 47 idam mahkûmu, sehpalara götürülür, elleri ve ayaklarından bağlanmış mahkûmlardan Hanili Mustafa Bey, bir ilahi söylemeye başlar, başındaki jandarma dipçiği Mustafa Bey’in omzuna vurunca, mahkûmlar hep bir ağızdan “Allah-ü Ekber” diye haykırırlar.

İlk olarak isyanın elebaşlarından Fakih Hasan idam edilir. Şeyh Said, idam ipi boynuna geçirilmeden önce, mahkeme üyelerinden Saib Bey ve Diyarbakır valisi Mürsel Bey’e dönerek “Mahşerde hesaplaşacağız” der ve ayağının altından tabure çekilerek idam edilir.

Haziran ayı vesilesiyle Muhammed Mursi, Şeyh Said ve tüm şehidlerimizi rahmetle, minnetle yâd ediyorum!

Aylık Baran Dergisi 4. Sayı Haziran 2022

Yazı: Said Bulut