İman ve aksiyon onda ayrılmaz bir bütündür. Aksiyonun olmadığı yerde şahsiyetin olmadığını ve müminin tecelli edemeyeceğini belirtir ve Büyük Doğu İdeolocyasında çokça zikredilen bir hadisle mevzuyu şöyle noktalar: “Aksiyonun gerektirdiği yenilik hikmetinde, “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.” hadisi muazzam bir senettir.”

Doğu ve Batı kavgasının en ileri boyutlarda cereyan ettiği yer ülkemizdir. Öyle ki, Türkiye’yi kazanan İslâm âlemini ve belki de dünyayı kazanır, kaybeden için ise aksi söz konusu olur. İslâm’ın, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozulduğunu ve her yerde altüst olduğunu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığına kavuşacağını bir İlahî ihtar olarak gören Necip Fazıl şunu ilave eder: “Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir...”[1]

Ülkemiz ve dünyanın içinde bulunduğu durumu teşhis eden Necip Fazıl, “Gaye, Anadolu gençliğini idealimizin mihrakı etrafında ve askerî bir nizam içinde derlemek.”[2] olduğunu ifade eder. Burada onun “millet-ordu” kavramına da bir gönderme olduğunu söyleyebiliriz. O, çalıştığı bankadaki mevkii yüksek ve sanat çevrelerinde el üstünde olmasına rağmen cemiyetin düşürüldüğü duruma (maymunvâri Batılılaşma) vicdanı el vermez, dinin ve toplumun yıkılışına seyirci kalmayıp güçlü bir iman hamlesiyle meydanlara atılır. Sadece tepki ile kalmaz, reddettiğinin yerine konulacak olanı da sistem çapında örgüleştirir. Necip Fazıl’ın yenileyiciliği, yepyeni bir usul, tefekkür ve tahassüs getirmesidir. O, yeniden inşacıdır ve bu mânada müceddid kabul edilebilir. O, İslâmcı mücadelenin doğurucusu ve çığır açıcı bir liderdir.

O, geleneğe bağlı olurken geleneği kuru tekrar etmemiş onu asla bağlı olarak yenilemiştir. Bu hususu İdeolocya Örgüsü’ne eklediği ve Akıncı Güç (İBDA) kadrosuna ithaf ettiği son bölümde, “İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek. Güneş yenilenmez. Göz yenilenir.”[3] diye gayet vâzıh bir şekilde ortaya koymuştur. Onun bu tesbiti ırkî gerekçelere değil, içtimaî, siyasî, fikrî gerekçelere dayanmaktadır. İslâm ülkelerinde bozulmanın en ileri boyutlarda olduğu ülke Türkiye olup Batı’ya karşı en şiddetli muhalefetin ve İslâmî zuhurun en elverişli olduğu ülke de Türkiye’dir. Anadolu, kavşak noktasında olduğu için işlek bir yapısı olup Büyük Doğu İdeolocyası gibi köklü bir fikir hareketinin neşvünema bulduğu yerdir.

Necip Fazıl, fikir hayatına getirdiği yeniliğe muadil hem şekil hem muhteva olarak sanatta da yeni bir duyuş getirmiş ve fikriyatını da estetik bir form içinde sunmuştur. Yeni İslâm gençliğinin estetik planı başa almasını tavsiye etmiştir. O, klasik sanatkârlarımızdan da süzme yaparak yeni bir İslâmî tahassüs dili kurmuştur. Bu da onun benzersizliğidir. Mücadele meydanına atılmış olmasına rağmen şiirine de devam ederek (sanat ile iman çabası ayrılmaz), yeni bir gençlik yoğurmak ile sanatını birlikte yürütmüştür. Duygu ve düşünceyi ifadede yenilik, kültür hayatını temsil ve yönlendirmede aksiyon onun vasıflarındandır.

Necip Fazıl’ın şiiri de usta söyleyiş ve kafiyeden ibaret değildir. Onun şiiri şuur, şuuru da şiirdir. Yepyeni bir şiir ve yepyeni bir şuur getirmiştir. His dünyasından yola çıkarak fikir dünyasını kurmuştur. Önce his dünyasını kurmasının sebebi, önce hissedip sonra zikretmemizden dolayıdır. İçinde yaşadığı kritik zamanı bütünleyebilmiş, beş asırlık tarih dilimiyle birlikte çağımızı muhasebe edebilmiş, hakikatin hakikatine nisbetle eşya ve hadiselerin nabzını tutmuş ve yaşanmaya değer hayata dair sistemini (Başyücelik) kurmuştur.

Her duyarlı Müslüman, İslâm âleminin bulunduğu durum üzerine şu dertlere mâliktir: “Evde yangın var, onu nasıl söndürürüz! Dinimizi bugüne sahih bir nazarla nasıl taşırız? Bu karmaşadan nasıl çıkarız?” İşte Necip Fazıl, bu soruların ıstırabını duymuş ve bunlara cevap verme iddiasıyla ortaya tez koymuş bir mütefekkirdir. Sanat ruhuna malik fikir adamı vasfı ile yenileyiciliğini yerine getirmiştir. Zira dini hayatı canlandırmak için sadece akıl ve ona bağlı ilim ile dini ölçülere yanaşmak değil, iman tavrına bağlı sanat edasıyla ölçülere yanaşmak yani dini yaşamak gerekiyor. İman akla üstün olup akıl ondan sonra ve ona bağlı olarak kıymet arz eder; akıl da zapt ve fetih hamlesine iştirak eder, etmelidir de. Burada şu hususa dikkat çekelim ki oluşun ana saiki ıstırap ve fetih hamlesi olup akıldan önce gelen ruhî bir hamledir ve işin temeli olan iman ve aşkı ifade eder.

Mâlum olduğu üzere, Cumhuriyet rejiminin tepeden inme Batılılaşma inkılâpları ile ülkemizde âdeta bir samyeli estirilmiş, İslâm’a ait ne varsa yasaklanmış, harf inkılâbı ile kültürel bir katliam yapılmıştır. Öyle ki, İslâmî düşüncenin gelenekle bağı koparılmış ve bunun yeniden inşâına ihtiyaç doğmuştur. Necip Fazıl’ın, “Öyle bir memleketteyiz ki, her şey yeniden imal ve inşâ edilmeye muhtaç”[i][4] diye tesbit ettiği durum. O, bu zulüm ve baskı ile hesaplaşırken, ideoloji-dünya görüşünü de bu problem üzerinde örgüleştirmiş, getirdiği yeni fikriyat vasıtasıyla gelenekle bağı ihya etmiştir. Onun İslâmî düşünce sistematiği ve bunun aksiyonunda mîlad rolü çok önemlidir. Öyle ki ileriye ve geriye giderken Necip Fazıl ile hesaplaşmadan, onun fikriyatını nazara almadan sağlıklı bir gidiş-geliş yapmak mümkün değildir.

Aksiyon kelimesi onun sevdiği ve Türkçemize kazandırdığı bir kelime olup bu kavramı, “Büyük fikir ve onun büyük iş hâline inkılâbı; aksiyon budur.”[5] şeklinde tanımlamıştır. Aksiyonun bu tanımından yola çıkarak, Üstad’ın fikrini, sanatını ve hareketini küllî olarak ifade etmesi bakımından Mirzabeyoğlu’nun, “NECİP FAZIL, BİR AKSİYON ADAMIYDI”[6] tesbitini hatırlatmakta fayda var.

İman ve aksiyon onda ayrılmaz bir bütündür. Aksiyonun olmadığı yerde şahsiyetin olmadığını ve müminin tecelli edemeyeceğini belirtir ve Büyük Doğu İdeolocyasında çokça zikredilen bir hadisle mevzuyu şöyle noktalar: “Aksiyonun gerektirdiği yenilik hikmetinde, “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.” hadisi muazzam bir senettir.”[7]

Necip Fazıl’ın eserlerini de tercüme eden Mısırlı araştırmacı Dr. Muhammed Harb, Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal ile İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif’i birçok yönden birbirine benzetirken, Necip Fazıl’ın farkını ise şöyle ifade eder:

“İlk ikisi [M. İkbal ve M. Akif] Müslüman toplumların acısını, derdini sadece dile getirmekle yetinmişler, onları harekete geçirememişlerdir. Necip Fazıl, herkesin bilinen dertlerle ilgilenmesi için, aksiyona girişmiş, büyük gürültüler koparacak yayınlar yapmış, Müslümanları uyandırmıştır. İkbal’in dediği gibi, “uyan” demekle kimse uyanmıyor, onları uyandıracak, sarsacak yayınlar yapmak gerekiyor. İşte Necip Fazıl bunu yapmıştır.”[8]

Onda, fikir eylemden ayrılmaz, eylem de fikirden; madde mânadan ayrılmaz, mâna da maddeden. Fıkh ile tasavvufu da bu mânada mezceden Necip Fazıl, hikmet-i teşri olarak İdeolocya Örgüsü gibi eserler verirken, siyer ve tasavvufa dair eserleri de emsalsizdir. O, aksiyon kelimesinin dinî literatürde amel demek olduğuna işaret eder ve bundan dolayı da fıkhî hüküm mânasında değerlendirir. Öyle ki amellerin en üstünü küfre karşı cihaddır. Necip Fazıl’a göre nefs ile cihadın vasıtası tasavvuf (ahlâk) ilkeleri olurken, dıştaki cihadın vasıtası da şeriat hükümleri olmaktadır.

Necip Fazıl, Batıyı iyi tanımayı önemser ve birçok eserinde Batıyı müsbet ve menfi yanlarıyla kritik eder. Öyle ki Batıyı iyi bilmeyi kendi muhasebemiz (düşmanını sıçrama tahtası bilme) için şart koşar. Buna anti tezinden dâvasını ispat etme yöntemi de diyebiliriz. Necip Fazıl, Batı’dan misallerle tezlerini kuvvetlendirdiği “Özlediğimiz Nesil” isimli konferansında içimizdeki Batı hayranlarını ise şuna benzetir: “Bizim Batı simsarlarının ne kadar cahil herifler olduklarını söylemiştim. Mâlum misalle hastahane hademesinin doktorluktan anladığı kadar anlarlar, Batıdan!..”[9]

Dışımızla (Batı) hesaplaşmadan önce iç muhasebemizi de yapan[10] Necip Fazıl bozulmanın ruh hâlini ise şöyle resmeder:

“Bu hâle şöyle geldik: Bozgun ve yılgınlık… Ondan doğma şüphe ve güvensizlik… Ondan doğma küçüklük ukdesi… Ondan doğma körü körüne hayranlık… Ondan doğma taklit ve kopyacılık… Ondan doğma nefs muhasebesinden yoksunluk… Ondan doğma dış tesirlere esaret… Ondan doğma maddî ve mânevî emperyalizme ajanlık… Ve hepsinden doğma İslâm’dan nefret telkini…”[11]

Aynı bahsin devamında Necip Fazıl, insan düştüğü yerden kalkar hesabı, bu vasıfların şuuru içindeki gençliğin yeni bir dünya görüşüne çıktığını ve “ezelle ebed arası en büyük yenilik, solmayan renk, geçmeyen ân müessisesi İslâmın” öncülerini Allah’ın bize nasip etmeye başladığını ifade eder. Onun Akıncı Güç (İBDA) kadrosu hakkındaki “Müjdelerin Müjdesi” ve “Işık” yazılarını da İslâm’ın öncüleri olarak kimleri gördüğüne misal verilebilir. Bundan dolayıdır ki “Yürüyen Büyük Doğu”[12] olarak İBDA zuhur etmiş, ona muhatap olanlara da bu mükellefiyet yüklenmiştir.


[1] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 567.

[2] Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s. 165.

[3] Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s. 565.

[4] Necip Fazıl Kısakürek, Hitâbeler, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1990, s. 165.

[5] Necip Fazıl Kısakürek, İman ve Aksiyon, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2008, s. 11.

[6] Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İbda Yayınları, İstanbul, 1994, cilt 5, s. 395.

[7] Kısakürek, İmân ve aksiyon., s. 73.

[8] Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Akçağ Yayınları, Ankara, 2009, s. 20.

[9]  Kısakürek, İman ve Aksiyon, s. 125.

[10] İdeolocya Örgüsü eserinin ikinci, üçüncü ve beşinci bölümleri, Doğu ve Batı, Türk’ün Muhasebesi ve Tarih Hükmü-Nasıl Bozulduk başlıklarını haizdir.

[11] Kısakürek, İman ve Aksiyon, s. 127.

[12] Salih Mirzabeyoğlu, İslâma Muhatap Anlayış, İbda Yayınları, İstanbul, 2021, s.18.

Aylık Baran Dergisi 21. Sayı Kasım 2023