Zelzele ile beraber bütün temel dayanakları, teamülleri, hukuku, bilimi, eğitimi, ahlâkı, yönetim şekliyle rejim ve bu rejimin tornasından çıkan insan ve toplum tipinin tamamı enkaza dönüştü.

Savaşlar, fitneler, afetler, belâlar, içtimâî ve ferdî plânda türlü musibetler üzerimize sağanak gibi yağıyor. Ahir zamanın ahirindeyiz. Peygamber Efendimizin, “Onlar yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.” diye övdüğü ashab-ı kiramın, bu zaman ile alâkalı hadis-i şerifleri Kâinatın Efendisi’nin mübarek ağzından dinlerken renkten renge girdiği, soğuk terler döktüğü bir zamanı idrak ediyoruz. Kurtulmuşu bırakalım, bir de kurtarıcı hüviyetinde olan sahâbîlerin bile dinlerken Allah korkusuyla titrediği bir dönemi, bu devrin hususî şartlarına tezat bir şekilde muazzam bir rahatlık, rehavet içinde yaşıyor, pardon aslında yaşamıyor ve daha doğru, modern dille söyleyecek olursak, “öyle takılıyoruz”.

Unuttuk!

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde şöyle der:

- “NİSYAN-I EBED: Ebedi unutmak...

Bir Müslümanın Allah'a hesap vereceği günü unutması söz konusu olamaz. Cennetmekân Abdülhamid Han'ın, Mabeyn başkâtibi Tahsin Efendi'nin bir pusulayı vermeyi unutması ve durumu "Nisyan, nisyan efendim!" mazeretiyle bildirmesi üzerine bir sözü vardır: "İnsanlar, nisyanı mazeret diye kullanıyorlar, bilmezler ki en büyük suç nisyandır!"...

Bir Müslümanın Allah’a hesab vereceği günü unutması, yâni ölümü unutması ve yâni yaradılış gayesini unutması... Biz unuttuk. Kendi kendimizle olan muamelemizden başlayıp, birbirimizle olan münasebetlerimize varıncaya dek varlık sebebimizin dışında başka gayeler üzerine bina ettik hem şahsiyetimizi ve hem de ilişkilerimizi. Madde planında insanın hakimiyeti arttıkça ve bu plandaki yeni üretim ilişkilerinden dolayı nimet çoğaldıkça, gözümüz kamaştı, Allah ile aramızdaki perdeler çoğaldı.

Muhyiddin-i Arabî Hazretleri diyor ki: “Sana bela isabet ettiğinde, Hz. Ömer’in söylediği şu sözü hatırında tutman lazımdır: ‘Bana her bela ulaştığında, Allah’ın o belada üç nimetinin bulunduğunu gördüm. Birinci nimet bana ulaşan belanın dinim hakkında günah olmayışıdır. İkinci nimet belanın daha büyük bir bela yapılmayışıdır; Allah öyle bir bela vesilesiyle daha güçlü bir belayı kaldırmıştır. Üçüncü nimet, Allah’ın belaya kefaret özelliğini yerleştirmiş olmasıdır; belalar işlemiş olduğumuz kötü fiillere karşılık kefarettir.

Bu dünyanın ancak bir hayal, hakiki ve sonsuz âlemin ise ahiret olduğunu, burada gelip geçici olduğumuzu, en şerefli mahlûk olabilmenin şerefi mucibince sınandığımızı unuttuk. Ne diyordu Neşet Ertaş, “Cahildim dünyanın rengine kandım / Hayale aldandım boşuna yandım.”

“Teknik”le alâkalı olarak, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu; “Kendini insana empoze eden varlık, varlığın ruha mukavemet edişidir ve bu karşılıklı tesir içinde insan, ruha mukavemet eden varlığı kavramak için, yapma varlığı, yani tekniği meydana getiriyor (...)” der. Madde ve teknik plandaki ilerleme neticesinde hasıl olan âletler üzerinden eşya ve hadiseleri teshirde meydana gelen kabiliyete bakarak cehaletimizden sıyrılıyoruz zannına kapıldık. Oysa ki, bilgelik, eşya ve hadiseleri teshir etmek değil, eşya ve hadiselerin nasıl ve niçin teshir edileceğini bilmekti...

İbda Mimarı “Yağmurcu” adlı eserinin takdiminde ise diyor ki:

- “Hazret-i Ali buyuruyor: — "Eşyayı Âit Olduğu Yere Koymak Akıllılıktır!" Besbelli ki, en geniş anlamıyla "zulüm", hak ve hakikatleri yerli yerine koyamamak, hak ve hakikatleri yerine getirememektedir... "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" ölçüsü, kulluk borcundan uzak düştükçe kimin teshirine girdiğimizi veya kimin teshirine girdikçe kulluk borcundan uzak düştüğümüzü de göstermiyor mu?.. Fizikî veya ruhî; herkesin hakikatinin kendine âit olması ölçülendirmesiyle, hakikatler, Allah'ın tecellisidir, muradıdır, mahlûkudur... Her ân varamadığı bir tamlık tarafından taciz edilen insan, içinde yaşadığı âlem hakkında ve kendi ruhî hâllerine dair ne bilirse bilsin, neticede her davranış imkânı Allah'ın "rızası" ve "kazası" olarak müntehasında O'nu istemeye dairdir; insan istese de istemese de Allah'ın kuludur ve bilse de bilmese de O'nu aramaktadır... Şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesinin de değişmesi hakikati çerçevesinde davranış ve bilgiye dair her veri, bir "var olan"dır; ve iş, "hakikatin hakikati ne?" sorusu çerçevesinde, "Mutlak Fikrin Gerekliliği" davasına çıkar... Sonu başa bağlayan böyle bir tesbitten sonra şu: Allah, rızasının nerede olduğunu bildirmiştir!.. "Düşünüyorum, öyleyse varım!" hakikati, aslında, "varım, onun için düşünüyorum!" hakikatinin aynıdır; varlığın varlıkla kavranması şeklindeki bu husus, her fikri bir var olan olarak kabul etmeyi gerektirir ki, yukarıda belirttiğimiz veçhile dava, "hakikatin hakikati ne?" sorusuna çıkar...

Zelzele

6 Şubat 2023 tarihinde, dokuz saat arayla, Kahramanmaraş merkezli 11 şehrimizde yıkıcı tesir gösteren iki büyük zelzele karşısında çaresiz kaldı insanlık. Milyonlarca insanımız evsiz kaldı, belki yüz binden fazlamız dâr-ı bekâya irtihâl etti, yüz binlercemiz ise yaralandı…

Malatya’dan Hatay’a kadar 450-500 kmlik bir mesafede taş üstünde taş kalmadı. Doğuya gidip gelmeyenlerin vaziyeti kavraması için, İstanbul ile Ankara arası 443, İstanbul ile İzmir arası ise 479 Km. Bu istikametlerden birinde aradaki bütün şehirlerin yıkıldığını düşünün, Allah korusun.

İlk Tepkiler

Şehirleri birbirine bağlayan yolların yarılması, heyelânlar ve ağır kış şartları da bu zelzeleye eşlik edince, ortaya çıkan İlâhî azamet tablosu karşısında pek çokları apışıp kaldı.

İktidar, zelzelenin ilk günü her şeye hâkim bir hükümet portresi çizmeye davrandıysa da, ilerleyen saatlerde ortaya çıktı yaşanan hadisenin vahameti her türlü kontrolün ve koordinasyonun fevkindeydi. Zaten hemen ikinci günü bu hatasını tashih etti ve vaziyeti bütün çıplaklığıyla kabul ederek, yapabileceklerine odaklandı.

Muhalefet, yaşanan hadisenin vahametini iktidardan önce kestirdi; fakat yanlış bir siyaset izleyerek, daha yakınları enkaz altında feryat figân kurtarılmayı bekleyen insanları iktidara karşı kışkırtarak buradan nemalanabileceği gibi saçma sapan bir yola tevessül etti.

İnsanımıza gelelim. Bölgede bulunanların şahitliklerinin ortak kanaatidir ki, ağırlıklı olarak tevekkül, insanı çıldırtacak derecede müthiş bir tevekkül. Mikrofon uzatılan, inananların ağzındaki hüküm tek, “biz hak ettik, tövbe ettik!”

 İsyan eden, sapıtan yok mu? Toplama bakınca tek tük; fakat ilginçtir, bölgede felâkete direkt muhatab olanlardan ziyade olmayanlarda…

Yüzleşme

Zelzelenin hemen peşinden, daha enkazların tozu yere inmeden bir suçlama yahut aklanma furyası başladı.

Deprem yıktı, çünkü:

- 20 senedir iktidarda olan hükümet şehircilik planlamasını yapamadı, mevcut yapı stokunu depreme karşı güçlendirecek şartları ikmâl edemedi, oy kaygısıyla çıkarılan imar aflarıyla kusurlu yapılara resmiyet kazandırıldı, toprak mülkiyeti, siyaseti ve siyasetçiyi finanse eden bir rant kaynağına çevirdi…

- Mahallî iradeler bu ranttan azamî derecede istifade ettiler, kendilerini ve çevrelerini zengin ederken üzerlerine düşen denetim vazifesini yerine getirmediler.

- Muhalefet, sırf muhalefet edeceğim diye senelerdir geliştirilen pek çok şehir dönüşümü (kentsel dönüşüm) projesine karşı çıktı.

- Bazı müteahhitler yaptıkları inşaatlardan daha çok kâr elde etmek için doğru malzemeyi kullanmadılar, bazıları ise ehli olmadıkları müteahhitlik işine girdi ve bu işi beceremediler.

- Mimarlar düzgün binalar tasarlamadılar.

- Mühendisler binaların hesaplarını doğru yapamadılar.

- Zanaatkâr olması gereken ustalar yapmaları gereken işleri lâyıkıyla yapmadılar.

- Ve vatandaşlar… Ranttan nemalanan başkası olunca kıyameti koparanlar, kendileri nemalandıklarında hiç ses çıkartmadılar. Alışverişlerinde bir binanın haiz olması gereken esas şartlar yerine süse, püse, şatafata yönelerek müteahhitlerin bir bina inşasındaki önceliklerini değiştirdiler.

Üstad Necip Fazıl’ın sözüdür, “Marmara’nın neresinden bir bardak su alınsa, aynı çıkar.” Siyasetçi, müteahhit, mimar, mühendis, betoncu, demirci, elektrikçi, tesisatçı, sıvacı ve ev ile toprak sahibi hepsi aynı millet deryasından birer bardak su değil mi?

Bilançoyu çıkarınca, tevekkül sahiblerinin “biz bunu hak ettik” hükmü ne kadar da isabetli görünüyor değil mi?

Teşhisi doğru koymak icab eder. Suçluları tek tek sıralayınca, suç suç olmaktan çıkıyor, oysaki bütün kadrosuyla bu toplumun içinden çıktığı torna tezgâhına yâni rejime bakmak icab ediyor esas suçluyu bulmak için.

Bozulma

Bizim her şeyimiz bozuldu. Son beş yüz yıllık zaman diliminde, tezatsız bir bütün halinde, insan ve toplum meselelerine çözüm getirecek ideolojiden mahrum kalmış millet olarak, tek tek fertten başlayıp, topluma ve oradan da bu müşterek paydada üretilmiş bütün iş ve eserlere ve kurulmuş bütün ilişkilere dek milleti meydana getiren ve milletten meydana gelen bütün şeylerin çürüklüğünü iliklerimize kadar yaşayarak idrak ediyoruz.

“Tilki Günlüğü”nde bir Tevafuk: Anadoluculuk

Zelzeleden sonra Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tilki Günlüğü” adlı eserinin 6 Şubat tarihli “Bir Bütün – İki Parça” başlıklı bölümüne bakarken, “Ufuk: Anadolu Mecmuasının Döviz Fikirleri” ara başlığına tesadüf ettim. Hepsini buraya alıp lâfı uzatmadan kısaca sonundaki noktalamalara dikkat çekmek istiyoruz:

- “Devlet-i Ebed Müddet” idealinin binek taşı Anadolu...

- “Devlet-i Ebed Müddet” idealinin fedakâr kölesi ve yılmaz serdengeçtisi Anadolulu…

- Her sıkıntıyı gidermeye, her çöküntüyü kaldırmaya, her söküntüyü birleştirmeye, Yemen’de kavrulmaya, Galiçya’da donmaya, Balkanlar’da erimeye, Filistin’de doğranmaya, İstanbul’da paşa kusmuklarına muhafızlık etmeye hep o memur ve mahkûm o, hep o…

- O, tükenmez bir taş ocağı hâline getirilmiş ve hem dışından çürütülerek, hem de içinden kendi kendisini çürütmeye bırakılarak “suyun öte tarafından” gelen tesirler altında firavunların ehramlarına taş taşıyan esirlere döndürülmüştür.

- Bu kozmopolit seyislerin gözlerini bağlayarak idare ettiği dolap beygirini “pedigri-şecere”sine lâyık şekilde kurtarmak lâzım…

- Anadolu’yu nefsine ve devletine hâkim kılmak lüzumu en aşağı 100 yıl önce başlamış olması gerek ideal çapında bir dava…

- Bu idealin ismi de Anadoluculuk…

Dikkat ediyorsanız, şartlar değişmemiş görünüyor, dün orada burada, bugün enkazın üstünde ve altında hep Anadolulu…  Şartlar değişmediğine göre misyon da değişmemiş bulunuyor, Anadolu’yu nefsine ve devletine hâkim kılmak lüzumu.

İmar Plânı

11 şehirde binlerce ev yıkıldı. Şimdi yeniden imar planları yapılıyor ama bize kalırsa ehemmiyetli bir nokta atlanıyor. Zelzele ile beraber bütün temel dayanakları, teamülleri, hukuku, bilimi, eğitimi, ahlâkı, yönetim şekliyle rejim ve bu rejimin tornasından çıkan insan ve toplum tipinin tamamı enkaza dönüştü. Dolayısıyla bugün Türkiye’nin yalnız birkaç şehri değil, baştan sona Anadolu’yu ve Anadoluluyu misyonu olan “Devlet-i Ebed Müddet” idealinin binek taşı misyonuna uygun olacak şekilde yeniden imar etmesi gerekiyor.

İmar, imar planı, fırat gibi kelimeler etrafında Ölüm Odası B-Yedi’den beri yaşadığımız hadiselerin hikmetini ararken şöyle de bir bahse rast geldik:

- “İMAR PLÂNI: 1334= 335: AREŞQOYO MYARQO FULUTİYA-Süryanice, “Başyücelik Devleti”... MUSAVVİR-Tasvir eden. Şekil ve suret veren: 133: RAFİDAN-Fırat ve Dicle nehirleri. (Rafide-Binanın direği: 290: Kürsî-Arş altı sema tabakası. “Abdülhakîm Koltuğu”... Tarif-Yeni: 290: Kisra-Hükümdar... Fatır-Benzeri olmayan şeyi icâd eden, mübdi’: 290: Merdüme-Gözbebeği... Fırat + Dicle: 7736= 743: Derviş Muhammed Semerkandi-442 mührü, en büyük ebcedle)... DA’FTİNO CUTODO-Süryanice, “İmar Plânı”. (Süryanice, Cutodo-Plân. Fikir: 425: Te’yid-Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metanet verme. Doğrulama. Destekleme... Süryanice, Daftino-İmar: 551: Münasebet): 1976: MÜNAFAZA-Tozunu gidermek için silmek. (Hul-Belâ. Zahmet. Mukabele etme, karşılığını vermek; davasını isbat vesilesi bilmek. “İslâma muhatab anlayış”: 1044: Derviş Muhammed-442 mührü) SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Üçışık: 976: NECİB FAZIL-Kısakürek.”

Konuşuluyor, neydi, “ihya, inşâ”. Yok, o öyle iş değil: İBDA, İHYA ve İNŞÂ! İbda edilmeyen ihya edilip inşâ edilmeye kalkılırsa, bu yerinde saymak değil de nedir? Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp başka sonuçlar beklemek en çok da Müslümana yakışmaz. Cumhuriyetin 100. yılına tevafuk eden bu hadiseyi vesile kılıp, “Anadolu’yu nefsine ve devletine hâkim kılmak ideali”nin taşını gediğine koymanın tam da vaktidir. Hemen, şimdi!

Aylık Dergisi 13. Sayı, Mart 2023