Üniversitelerde çadırlar açan ve yürüyüşler yapan öğrenciler vicdanın sesidir Üniversitelerde çadırlar açan ve yürüyüşler yapan öğrenciler vicdanın sesidir

Yeni eğitim-öğretim yılı başlamadan hemen önce İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği’nin (İGEDER) meslekte yeni öğretmenlere düzenlediği bir sertifika programına “eğitmen” olarak katıldım. Bu şahane projede, proje yönetmeni arkadaşların anlatmamı istedikleri mesele “eğitim-kültür ilişkisi” idi.

O derste anlatmaya çabaladıklarımı burada da kayda geçirmeye başlamadan önce bir şeyin altını çizmek isterim. Bendeniz, çok uzun süredir Türkiye’de eğitimin “bir sistem” yahut “bir müfredat” sorunu olduğunu düşünmüyorum, böyle düşünerek işin kolayına kaçmayı reddediyorum.

Türkiye’de eğitim meselesinin önünde üç devasa engel olduğunu düşünüyorum bunun yerine. O engeller önem sırasına göre “veli”, “öğretmen” ve “öğrenci” engelleri.

Hayır hayır, “mektepler olmasaydı maarifi ne güzel yönetirdim” diyen o eski bakanın dediği yerden tanımlamıyorum bu üç sorunu da.

“Veli” sorunundan başlayayım. Türkiye’de de, dünyada da önce “baba merkezli aile” tarih oldu, ardından da “anne merkezli aile…” Artık bütün dünyada da, Türkiye’de de aileler “çocuk merkezli” halde ve bu, bildiğiniz manada dümdüz bir rezalet bana kalırsa. Evin “küçük bireyleri”nin ailenin bütün gündemini belirlemesi ve adeta ailenin “çocuk üzerinden inşa edilmesi” abukluğu bir yana, günümüzde velilerin hemen tamamı oğullarının ya da kızlarının “yaratılmış en önemi haiz varlık” olduğunu düşünerek delirdiler bence.

Şehzadeler ve prensesler dünyasında ebeveynler, insanlık tarihinde ilk kez “kendiliklerini çocukları üzerinden tatmin etmeyi” keşfettiler ve hal böyle olunca da aşırı yetenekli(!), olağanüstü zeki(!), yaşıtlarından çok farklı(!) bir “eblehler topluluğu” oluşturuldu Türkiye’de. Doğrudur, tam tamına öyle söyledim: “Eblehler topluluğu.” Oturmasını-kalkmasını bilmeyen, tek başına karnını doyurmayı beceremeyen, sosyalleşme konusunda felaket kötü çocuklara öğretmenlerinden ya da arkadaşlarından biri “öf” dese veliler dünyayı başlarına yıkacaklar. “Çocuklarının arkadaşlarını dövmeye giden veli var” diyeyim de anlayın gerisini.

Açık konuşayım. Bu veli kalitesiyle de, bu “çocuk merkezli aile” yaklaşımıyla da ne eğitim olacağına inanıyorum ne de öğretim.

Gelelim “öğretmen” sorununa. Türkiye’de yükseköğretimin kalitesinin hemen hemen en düşük olduğu bölümlerden “öğretmen” mezun etmeye devam ediyoruz. Zira bugün Türkiye’de öğretmenlik “karı-koca öğretmen olurlar, ne uzar ne kısalırlar, geçinir giderler” denilen, saygınlığı epeyce hasar almış, sürekli değişen sistem yüzünden abandone olmuş, öğrencisine laf da diş de geçiremeyen bir yere geldi dayandı.

İşte pazar günü Ersin Çelik yazdı. İnsanlar devlet ilkokullarında “tecrübeli ve ilgili” öğretmen için 20 bin liraları, 50 bin liraları “bağış” adı altında gözden çıkarıyorlar ve haksız değiller. Okullarının tertip ve düzeni için bu sistemi kurgulamak zorunda olan okul idarecileri de haksız değil bana sorarsanız.

Öğretmenlere yeniden yetkinlik ve saygınlık kazandırmanın bir yolunu bulmazsak, okullarımızdan şu bağış mağış işini kaldırmazsak, “eğitimde fırsat eşitliği” dediğimiz meseleyi en azından “teorik düzeyde” halletmezsek işimiz zor, benden söylemesi.

Üçüncü mesele öğrenciler meselesi. “Aman da çok zekiler, yaman da bu nesil çoook farklı” denile denile tepemize çıkartılan bu yeni kuşağın çok temel oryantasyon sorunları, çok kritik davranış eksiklikleri olduğunu, sosyal medya bağımlısı bu çocuklardan kelimenin tam anlamıyla “bilgili ama hödük” bir neslin doğmak üzere olduğunu, hatta doğduğunu görmemek için ya kör olmak yahut özel olarak kör taklidi yapmak lazım gelir bence. Öğretmenine gram saygısı olmayan; çünkü ailesi tarafından “dokunulmaz” kılınan bu çocuklarla da alabilecek mesafemiz yok.

Okullarda sınıf tekrarı gelmiş, müfredat elden geçirilecekmiş falan filan. Ne güzel, pek âlâ da, eğitimin bu en temel meselelerine ne zaman sıra gelecek, onu bilmiyoruz.

“Toplum neye benziyorsa çocukları da, eğitim-öğretimi de, müfredatı da, sistemi de ona benziyor” demeye çalışıyorum aslında. “Bunun ne bakanlıkla ne bakanla, ne okulla ne öğretmenle, ne veliyle ne öğrenciyle ilgisi var” demeye çalışıyorum.

Eğitim-kültür ilişkisine gelemedi mesele değil mi? Bir başka yazıya inşallah.

Zorunlu bir not: Pek çok insan ulaştı bana son birkaç günde. Açık liselere geçiş konusunda yapılan değişiklik ve zorlaştırma, bilhassa dershaneye giderek üniversiteye hazırlanacak 12. sınıf öğrencileri için bir mağduriyet oluşturmuşa benziyor. Yanlış anlaşılmasın, Bakanlığın açık liseler konusundaki düzenlemelerini sonuna kadar destekliyorum ama bu yıl ve bilhassa 12. sınıf öğrencileri için oluşan mağduriyetin de bir an önce giderilmesi şart bence. Eminim ki Bakan Tekin, açıkta kalan, üniversite hazırlık planı suya düşen pek çok öğrencinin zor durumuna bir çözüm bulacaktır.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak