Eğer biz Müslümanlar; Allah’ın Elçisinin dediği gibi düşünmüş olsak ve düşündüğümüz gibi de yaşasak var ya, aramızda hiç bir zaman çatışma, didişme ve münakaşa olmaz. Yapılan ufak tefek hataları da İslâm’ın itikad ve iman konularını kişilerin anlayış ve anlatış perspektifinden değerlendirip hiç kaale bile almazdık…

İşte ölümlü dünya bu... Ehl-i takva ve ilim ehli olan Âlim Hacı Ahmet İslamoğlu’nu da aldı götürdü ecel… Kendisine Allah’tan rahmet dilerken, ne yazık ki, teessürümüzü hafifletmek için bile olsa, kendi göçtü bu âlemden yerine oğlu kaldı yadigâr diyemeyeceğim.

Bildiğim kadarıyla oğluyla itikadî kavramlar bakımından hiç anlaşamıyor, alenen oğlu Mustafa’yı eleştiriyor ve hatta onun biraz akaid çizgisinden saptığını söylüyordu rahmetli.

Bizim gibi halkın önüne geçenler, Allah yolunda çalışıyoruz diyenler baba-oğul da olsalar haliyle ihtilafa düşebiliyor, haklı haksız birbirlerini incitebiliyorlar. Ben bu gibi şeyleri de çok büyütmemeli diye düşünürüm bazen. Dedim ya, ölümlü dünya…

Keşke Sevgili Nebi’nin “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” buyurduğu Hadisinin NURLU ışığı altında hoş görüyle geçiştirip tatlıyla bağlayabilsek konuları. Ah öyle olsa, ne kadar hoş olur. Hem Efendimizin Hadis-i Şerifini tatbik etmiş olur, hem de ortamı germez hoş görülüğün alasını sergilemiş olurduk. Maalesef öyle olmuyor işte, neden olmuyor? Önce oğul Mustafa durmadan hadisleri inkâr ediyor, ayetleri saptırıyor, itikatları bozuyor, taşları yerinden oynatacağım derken başını gözünü parçalıyor... Böyle inkârcı adamlara Allah kimseyi baba etmesin, hele böylesine ehl-i takva bir ilim sahibi babayı hiç…

Oğul Mustafa her zaman hiç çekinmeden Ayeti Celileleri evirip, çevirip kendi kafasındaki sapıklığa denk getiriyor, çaktırmadan da zavallı genç beyinlerin orta dimağına cuk diye mıhlıyor.

Mesele din, iman, itikat olunca hiçbir babanın kendi öz evladı da olsa sahip çıkmaya dinen hakkı olamaz. Aynı derdi yine Merhum Sadrettin Hoca Efendi de yaşamıştı. Bir sapkın da o bıraktı ardında, hem de evlatlıktan da reddetmişti oğlunu. Belki bunlar da bir imtihandır hoca efendiler için kim bilir?..

Saygısızca yığınla, hata ve ifsatlar yapıyorlar, bir de üstüne üstlük bunu benden başka kimse bilemedi, araştırmadı; ancak bunları ben bilirim, en doğrusunu ben biliyorum diyerek geçmiş bütün alim, fakih, muhaddis, müfessir kim varsa hepsini hiçe sayarak kibir putunu da ellerinden düşürmüyorlar…

Ben bizzat bu oğul Mustafa’nın bir sohbetinde sarf ettiği şu küfür kokan saçmalığına şahidim; “Resûle salavati selam getirmek de nerden çıktı, yok böyle bir şey, bu bir protokoldür, siz protokol adamı olmayın”... Evet bunu aynen dedi. Hatta bekledim biri çıksın uyarsın diye çıt yok. Hani haram tatlı olur derler ya o hesap herkes mest olmuş ağzı açık dinliyor.

Hâl buysa; kendisi, “Ey insanlar Allah ve Melekler Nebiyyi Zişana salatü selam ediyor, siz de Salatü selam edin” diyen ayetin nerede olduğunu da herkesten iyi biliyor, biliyor amma inanmıyor ki... Peki öyleyse biz, bu inanmayanlara ne diyelim?..

Bizim bir şey denememize lüzum yok zaten, Kur’an 1400 sene önce diyeceğini demiş ve bir harfini bile inkâr edene kâfir demiş.

“Etme yapma Mustafa!” desek, “biz seni uyarmak için azabdan korunman için bunları yazıyor söylüyoruz” desek, cevap olarak; “Sen de kim oluyorsun arkadaş, ben sizin gibilerin gerçek uyarıcı, korkutucu dediği, ‘Ey Nebi, biz seni mutlak surette bir şahit ve uyarıcı, yani korkutucu olarak gönderdik (Azhap Sûresi 45-56)’ mealindeki ilahi mesaja bile, itibar etmemek için ne kılıflar uyduruyor, ne bahaneler buluyoruz görmüyor musun?” demesini bekleyecek kadar saf değiliz herhâlde…

Böyle dese, takdir ederim, eğer erkek gibi çıkıp “biz zaten ifsat etmeye ve bozmaya memur edilmiş kimseleriz” dese, “bravo Mustafa, doğru konuştun” derdim, “çok haklısın Peygamberimiz zaten sizin gibilerin ahir zamanda çıkacağını bize açıkça bildirmiş” der, okuyup iman ettiğim Kur’an-ı Kerim’den Bakara Sûresi’nin 11-12-13, Nisa Sûresi’nin 80-59, Haşir Sûresi’ni ve Maide Sûresi’nin 92. ayetlerini gözüne sokup susardım.

Amma iş öyle değil ki, laf kalabalığıyla, mimiklerle, şaklabanlıkla, aynen gündemdeki birileri gibi insanları topluyor ve ayetleri kafana göre yorumluyorsun. Ağır ol biraz, bu âlemde başka Mustafalar da var, Mustafa!

Bu işin sonu bana pek parlak görünmüyor; yıllar önce herkes göklere çıkartırken, bizim Fettoş için yazdıklarımız da ortada!

Sevgili Peygamberimizi tenzil edici, itibar ve kudsiyyet değerini yıpratıcı bir takım saçmalıklarla masum ve genç körpe beyinleri ifsat ediyorsun; yazık, günah değil mi Mustafa!?

“Kur’an da Kur’an, illa da Kur’an” diyerek , Müslümanlar sanki, Kur’an’a inanmıyormuş havası verip o yüce Kitabımızdaki ayetleri, önce kendiniz kafalarınıza göre mi, mensubu olduğunuz meşreb ve meşverete göre mi her nasılsa tercüme ve tefsir ediyorsunuz bilmiyorum amma, lütfen yapmayın Mustafa!

Sizin gibi olanlar için bakın hadisler ne diyor? O hadis-i şeriflere bir göz at bakalım ne göreceksin?

“Men fesserel Kur’ane bire’yihi fegad kefere.” Sahih hadis olup inkârı mümkün değildir. Siz hadis inkârcılığında zirve yapmış zavallı kimselersiniz zaten… İnanmayabilirsiniz de…

Allah Resûlü (sav.) bu hadis-i şerifte “Kim kafasına göre yahut kendi fikrine göre kendi arzusu doğrultusunda Kur’an-ı Kerim’i tefsir ederse o kişi mutlaka küfürdedir” buyuruyor. Burada te’kid vardır, bakın “Fegad” diyor, gel şimdi buradan yak Mustafa!

Nereden yakarsan yak, amma sakın kendini yakma Mustafa diyeceğiz de sen bir kere kendini paçalarından tutuşturmuşsun!

Sizin gibiler hep sonradan sapıtıyor. Seni köşe yazarlığından tanıyorum, iyisin, hoşsun, uyanık bir Kayserilisin amma, fazla uyanıklık akla zarardır. Zaten emareleri belirmiş.

Allah tekrar rahmet etsin babanızın ölümü üzerine yayınladığınız videoyu seyredince anladım ki; arayı düzeltmişsin, bir de cenaze namazını kıldırmışsın, bu hoş bir şey. Öyleyse Efendimiz (sav)’e de aynı saygıyı ve sevgiyi izhar ederek, salatı selamı esirgeme kardeş!

Esasında ben bu konuları başka hoca efendiler dillendiriyorlar diye karışmayım diyordum, ta ki Suriyeli sığınmacı gençlere Hristiyanlık propagandası yapan, Misyonerleri deşifre eden bir İstanbul gazetesini eleştirip, Misyonerlere hak verecek kadar zırvalayan kanalınızdaki gazete yorumcusu arkadaşınızı izleyene kadar.

Ambleminiz Hilal amma, gönüllerde ne var Allah bilir dedim ve düşünüp kaldım. Çünkü ben 47 senedir kutsal amblemleri (haç) istavroz olan bir Batı ülkesinde yaşıyorum. Ziya Paşa gibi ben de “Çok Hacıların haçı çıktı, zil-i beğalde” diye düşünenlerdenim aynı zamanda…

Gönüllerimizin Sultanı, Nebiy-yi Zişan, Hatem’ül-Enbiya, Resûl’üs-sekaleyn, İmam’ül-Haremeyn, MEFHAR-İ MEVCUDAT, SEYYİD-İ KAİNAT Hazret-i Muhammed Mustafa’ya salavat getirenlerden ol, O’nun güzel Hadislerini inkâr ederek Efendimize artık saygısızlık yapma, başın sağ olsun, sağlıcakla kal Mustafa!..


Baran Dergisi 510. Sayı