Saadet Partisi başta olmak üzere Millet İttifakı denilen memleket düşmanı oluşuma yamanan küçük partilerin son hainliğine binaen yazarımız İbrahim Tatlı'nın kaleme aldığı bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz.

***

Malum olduğu üzere cins cins münafıkların sürüler halinde meydanı tuttuğu bir zamandayız. Müslüman kisvesiyle boy gösterip Müslümanları saptırmak için her türlü farklı isim altında nifaklarını yayan bu kesim içinde kimler yok ki? İlahiyat hocasından tutun, ehl-i sünnet şampiyonculuğu oynayanına, Türkiye dar-ı harptir deyip de CHP emrinde neferlik yapanından tutun, başındaki örtüyle İstanbul Sözleşmesini savunanına kadar türlü türlü devekuşları… Bunların en şahane örneği de paralel devlet yapılanması kurarak darbeye teşebbüs eden FETÖ taifesiydi. 

Son zamanlarda artık nifaklarını daha alenî şekilde ortaya dökmekten çekinmeyen bu taife karşısında belli bir seviyede okumuş ve din adına bir şeyler bildiğini zannettiğimiz Müslüman kardeşlerimizin bön bakışlarında değişen bir şey yok. Münafığa münafık diyemeyen bu ahmak tavır sahipleri münafığın küfrünü izhar etmesini beklemekteler. O zaman da üstünden kırk kişi geçip de kırkıncısında başına geleni anlayan enayi durumuna düşüyorlar. İşte o yüzden FETÖ bunca yıl Müslümanların sırtına binip kendini taşıttı. Allah’ın yardımı yetişmeseydi, Müslümanların körlüğü sayesinde FETÖ kazanacaktı. Şimdi “ben bunlara karşı çıkmıştım” diye tantana yapanların çoğunun dün o tarafın kucağında olduğuna herkes şahit. Başından beri de İbda Mimarı’nın herkesin hoca efendi diye andığı baş münafığı “Fettoş” diyerek nasıl teşhis ettiğini de bilmeyen yok. O halde soralım, ahmak Müslümanların tuzağa düşmesi karşısında İbda Mimarı’nı farklı kılan nedir? Daha açıkça soralım, ahmak Müslümanların teşhis edemediği münafığı İbda Mimarı nasıl enseledi? 

Peygamber Efendimiz “müminin ferasetinden sakının, çünkü o Allah'ın nuru ile bakar” buyurmuştur. Yani iman sahibi olan insan iman nuru sayesinden hak ve batılı ayırd eder, ahmak durumuna düşmez. Güneşçıkınca eşyanın renginin açığa çıkması gibi, iman nuru sayesinde hiçbir sahtelik gözden kaçamaz olur. Münafıkları ve ahmakları teşhiste hata etmeyen İbda Mimarı’nın sırrı da budur: Şeriata bağlı selim akılla tefekkür. Bu yolla Yüzyıl İslam Diyalektiğini kuran İbda Mimarı saf mümin ferasetinin hakikî temsilcidir. Münafıkları hiçbir gizli taraflarını tecessüs etmeye ihtiyaç duymadan sadece zahirdeki hal ve hareketlerinden, söz ve fiillerinden teşhis eden İbda Mimarı, esas ve usûl açısından sahabenin yolunu izlemiştir. 

Peki sahabe münafıkları nasıl enselerdi? Bilindiği gibi Allah Resulü münafıkların kimler olduğunu ashabına haber vermiyordu, bununla beraber kalbinde hastalık olan böyle kişilerin var olduğunu kesinlikle bildirmişti. Buna rağmen isimleriyle bildirilmeyen bu şahısları ashab-ı kiram efendilerimiz tek tek biliyordu. Şöyle ki, Müslüman göründüğü halde Müslümanları incitici laflar etmekten çekinmeyip müşrikler aleyhinde daha dikkatli konuşan biriyle karşılaşırlarsa “işte bu münafık” diyorlardı. İsimlerini bilmedikleri bu kişileri tek tek birbirlerinden şüphe etmelerini gerektirecek bir tecessüs saikiyle bulmaları mümkün olamazdı. Bunun için bile başta şüpheli tavırların görülmesi gerekirdi zaten. Din meydanda iken, ölçüler ve hakikatler meydanda iken, Müslümanın bu esaslar dairesinde iş ve hareket, söz ve tavır içinde olması makûl olandır. Buna rağmen Müslümanın bu esaslara aykırılık kokan davranışlarda bulunması onun inancının bozukluğunu yahut zayıflığını gösterir. İşte o dönemlerde Mekkeli müşriklerle amansız mücadele halinde olan Müslümanlar açısından en bariz nifak alameti, küfür karşısında dili tutuk olmaktı. Kimyada turnusol kağıdı esprisi vardır. Tıpkı onun gibi, bazı durumlarda insanın gösterdiği refleks onun kalbinin derinliklerinden gelen ses gibi hüviyetini ele verir. Azgın küfrün Medine’de Müslümanları boğmak için taarruz etmekte olduğu o demlerde Allah yolunda savaşmak tam bir turnusol kağıdı gibiydi. Küfre karşı buğz ve cesaret sahabelerin sağlam imanını gösterirken, korku ve kaçaklık nifakın göstergesi oldu. Nitekim Uhud Gazası’na gidilirken baş münafık İbn-i Selül güya Müslümanları başlarına bela aldıkları yönünde ikaz edermiş gibi yaparak kendi avanesiyle beraber savaştan kaçtı ve orduyu zayıflatmaya çalıştı. Alenen dine karşı münkirlik tavrı sergilemeyip nazik bir anda yaptığı sinsice hareketle Müslümanlara değil kâfirlere iyilik etme peşinde olduğu anlaşılan bu hain tıynet, Müslüman görünürken Müslümanlarla aynı inanç ve hedefleri paylaşmadığını ispat etmiş oluyordu. 

Şimdi günümüze dönelim. Küfrün dünya çapında hâkim olduğu, Müslümanların ise topyekûn mazlum olduğu zamanımızda en önemli iman ve nifak göstergeleri ne olabilir? Küfre karşı galip gelme arzusu ve bu maksatla çabalamak, diğer tarafta ise küfürle uyuşma içinde hayatını sürdürme arzusu ve küfre karşı mücadele edenlerden rahatsız olmak. Din gayretiyle mücadele eden az sayıda insan karşısında şuursuz Müslümanların etkilenmesini engellemek için küfürle karşılıklı rıza halinde ve dahi küfürden destek alarak bu az sayıda insanı kötüleyen, küfrü de hem şirin hem de yenilmez göstermeye çalışan tıynet… İbda Mimarı hem Fettoşu hem de hak kisvesine bürünmeye çalışan diğer münafıkları yeri geldikçe bu hain tıynetleri üzerinden enselemişti. Ta 70’li yıllarda Yüksek İslam Enstitüsü boykotlarında Müslümanların hak alma mücadelesini baltalamaya çalışanlar “İslam’da boykot yok” diye güya hak tarafından konuşarak İbn-i Selül mizaçlarının gereğini yapıyorlardı. 80’li yıllarda aynı hain mizaç, başörtüsü mücadelesini de aynı şekilde baltalamaya çalışmıştı. Bu münafık tayfası, yaptıkları yetmezmişgibi İbda Mimarı’nı ve şuurlu Müslümanları ajanlıkla suçladı, provokatör ilan etti. Onların iddiasına göre böyle hareketler Müslümanların başına bela açacaktı. Halbuki bela açsın veya açmasın, Müslümanın vazifesi Hakkın rızasını kazanmak değil midir? Uhud sonrası İbn-i Selül kendi sözünün dinlenmemesi yüzünden kayıp verildiğini iddia etmişti. Zamanımızın münafıkları da aynı tavır ve ifadelerle Müslümanları suçlarken atalarının metodunu aynen uygulamışoldular. Tabii ki, yapılan bir hareketin fayda ve zararı açısından muhasebesinin yapılması gerekir ama münafığın Müslümanı uysallaştırma çabası Müslüman açısından en zararlı olan yoldur.

İbda Mimarı’nın “Allahu a’lem kastıyla, batının zahire çıktığı bir zaman diliminde yaşıyoruz” sözünden haddim olmayarak bir süzme yapacak olursam, artık münafıklar, içlerinde taşıdığı pisliği alenen ortaya dökmeden duramıyor veya İbda diyalektiği sayesinde onların içindeki pislik bize daha net görünüyor. Belki de küfrün kesin zaferine tam inandıklarından dolayı nefs emniyeti içinde ağızlarına geleni şehvetle söylemekten geri duramıyorlar. Bu açıdan bakıldığında halleri o kadar berrak görünüyor ki, münafığı teşhis etmek hiç de zor değil. 

Kısaca bariz örneklere bakalım şöyle bir: 

Bugüne kadar ilahiyat fakültelerinde inceden din tahrifi yapan kimi hocalar artık alenen inkârcılığa varmış durumda. İslam hükümlerini Asr-ı Saadet dönemine mahsus görüp Protestanlık çığırı açmaya kalkan bu hocaların hali, İslam dinine düşmanlıklarını ilan etmeye bir adım mesafede olduklarını gösteriyor ki, bunlardan bazıları deist, panteist vs. olduklarını ilan ederek bunların nifakının farkına varamamış olan ahmakları zahmetten kurtardılar. 

İbda bağlıları 90’lı yıllarda Fatih’te İrancı şiilerle mücadele ederken ortalıkta görünmeyen Nakşibendi görünümlü bir hoca da yıllardır Ehli sünnet şampiyonu olarak çene yapıyor ve Kemalistlerin Arap İslam’ı, Türk-İslam sentezi teranelerine destek vermek için tek parti döneminde diyanetin daha iyi olduğunu söylemekten utanmıyor. Ezanı Arapça aslıyla okumayı yasak eden zihniyeti övüp “İmam Hatiplerde selefi hocalar var” diye davul çalan bu kişi ahmak sofileri tavlamakla uğraşıyor. Merhum Abdülmetin Balkanlı hoca, “bugünkü özgürlük ortamında çalışmayan haindir” diyerek Erdoğan döneminde elde edilen imkânları değerlendirip yapılanların içini doldurmaya çalışmak yerine oturduğu yerden atıp tutmayı seven ahmak tayfasını ikaz ediyordu. Yani gerçekten hoca gibi hareket ediyordu. Bu malum hoca ise elde edilen imkânları kullanmak için çalışmak yerine sırtınızı dönün demeye getirip, alenî küfrün alenen icra ettiği zulmü ve din düşmanlığını alkışlatmaya çalışıyor. En son, Nakşibendi tarikatında kardinallerin papa seçmesi gibi cemaatin şeyh seçeceğini yumurtlayan bu şahıs karşısında ahmak Müslümanlar dinin herhangi bir rüknünü açıkça inkâr etmesini bekliyor olmalı. 

Yine Nakşibendi olduklarını iddia edip bir de Türkiye dar-ı harptir diyerek keskinlik gösterirken elleri bir kâfir suratına şamar atamamış ama faizciliği helal saymış ucube bir cemaat, hiç yüzleri kızarmadan CHP’nin yanında yer alıyor. Bunu yaparken Kemalist CHP’nin din düşmanlığını hiçe sayıp Müslümanların günahlarını ileri sürerek kendini güya hak tarafında gösteriyor. 

Bunun benzerini yıllardır İslamcı olarak siyasette boy göstermiş başka ucubeler de yapıyor. 90’lı yıllarda genelev patroniçesi Ermeni Manukyan’ın vergi rekortmeni olduğu bu ülkede Erdoğan’ın zinayı serbest bıraktığını söyleyecek kadar düşen bu tipler, Türkiye’de bütün dertlerin kaynağının en başta İslam’dan uzaklık olduğunu ve CHP zihniyetinin Allah demeyi bile yasak edip şeriatı ilga ettiğini bilmiyormuş gibi soytarılık yapıyor. Ahmaklıkta sınır tanımayan bazı Müslüman kardeşlerimiz de bunları adam yerine koyuyor. 

Erdoğan’ın partisinde siyaset yapan kimi bayan vekil ve kimi partili bayanlar İslam düşmanlığı bir tarafa insan fıtratına da düşmanlık maksadı taşıyan global-seküler kafanın icadı cinsiyet davasında düşman askeri gibi çalışıyor. Zamanında sembolleşmiş olduğundan olsa gerek başörtüsüne laf edemeyen bu bayanların tesettür emrine karşı cephe almaları mı bekleniyor bilmiyorum. 

Örnekleri sıralamakla bitmez. Münafığa münafık diyemeyen ahmak Müslümanlar, münafıkların küfrünü izharıyla mı akıllanacak hep? Bu derece ahmaklık da iman zaafı belirtecek derecede tehlikelidir. Gerçek ümmet liyakatini temsil eden sahabenin üstün idrakı karşısında nifak erbabı rahatça enselenirken, zamanımızda aynı nifak erbabının gene aynı metodlarla Müslümanları kandırmayı başarması ne kadar sahte ümmet olduğumuzu göstermekte. Zamanımızın en katı zarureti haline gelen “İslama muhatap anlayış” davasının mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun misyonunun önemi ve diyalektiğinin üstünlüğü bu hadisede de kendini gösteriyor. “O akıllıydı siz aptalsınız” deme peşinde değiliz - kaldı ki, olan bitene rağmen inat edenler, aptaldan öte kötü niyetlidir de - artık akıllanmak gerekmiyor mu?

İbrahim Tatlı