Araştırmacı Yazar Yılmaz Dikbaş
T.C. yetkilileri, füze kalkanın İsrail'le bir ilgisinin olmadıklarını söylüyorlar. Biz bu mevzuuda kamuoyunun kandırıldığını düşünüyoruz. Siz bu mevzuuda neler söylemek istersiniz?
Doğru düşünüyorsunuz. Elbette öyle. 23 şubat 1996, tarihimizde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte İsrail ve Türkiye arasında ikili işbirliği anlaşması imzalandı. Bu tarihten itibaren Türkiye, Ortadoğu'da İsrail'in şemsiyesi altına girdi.
Biz de bunu; "Türkiye, Ortadoğu'da Amerika ve İsrail'in sömürge valiliğini yapıyor!" şeklinde dile getiriyoruz.
Tabiî ki öyle. Belgelere bakılarak yapılan yorumlar daha sağlam olmaktadır. Diğer türlü sadece haber olarak kalır. Türkiye 23 şubat 1996 tarihine kadar Arap ve Ortadoğu ülkelerine eşit mesafede duruyordu ve böylelikle saygı da görüyordu. Fakat o tarihten itibaren bu durum değişti ve siyonist İsrail'in şemsiyesi altına girdi. Israil dediğimiz zaman Amerika'yla bir düşünmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye'nin o tarihten itibaren dış ve askerî siyasetinde bağımsız bir hareketi yoktur.
"Amerika" dendiği zaman, NATO ayrı düşünülemez değil mi? Bunu şunun için söyledim; Rasmussen diyor ki, "NATO'nun bu mevzuyla alakası yok!", Amerika da aynı şeyleri söylüyor. Halbuki Amerika, NATO ve İsrail hepsi aynı yolun yolcuları.
Hepsi aynı şeytanın soyundan geliyorlar. Özellikle Ortadoğu'da bunlar bir bütün. NATO'nun İsrail'le bir alâkası yok diyen bu adama; "NATO'nun Libya ile ne alakası vardı?" diye sormak lâzım. Libya herhangi bir NATO ülkesine mi saldırdı? Çünkü NATO anlaşmasına göre, NATO üyelerinden birine saldırı olduğu taktirde bir müddahale olur. Ama maalesef NATO Lİbya'ya karşı müdahalede birleşti. Buna Türkiye yöneticileri de dâhil oldular. Çünkü Türk halkı o işin karşısındaydı.
Demek ki, bütün bunlar kamuoyunu kandırmak için tertiplenmiş laf cambazlıklarıdır. Elbette ki, Türkiye,'deki füze kalkanı NATO, Amerika ve siyonist İsrail'in emrindedir.
Teşekkür ederiz bize vakit ayırdığınız için.


Gazeteci-Yazar Ali Eyvaz
Ali Bey, Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri füze kalkanının İsrail'le bir ilgisinin olmadığını söylüyorlar. Bu mevzu hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye'nin küçük Amerika olması, 1940'larda Marshall yardımıyla, yalanlarla başladı. Meselâ Amerika Irak'ı işgal etmeden önce kitle imha silahlarını bahane etmişti. "Ben, bunu bilerek, keyfime göre yapıyorum!" demiyor tabiî. Bunu yaparken yalanlarla yutturuyor dünyaya.
Kanun, hukuk falan hikâye yani.
Söyledikleriniz tabiî ki de doğru. Bir de ülkenin anayasası buna izin vermese de bir şekilde kılıfına uyduruyorlar. Mesela Ortadoğu'da demokrasi dediğimiz zaman millet hemen anlıyor ki, daha fazla bomba, daha fazla askerî müdahale... Yani millete demokrasi dedikleri zaman olumlu bir şey anlamıyor.
Türkiye, ne kadar füze kalkanının İran'ı tehdit için olmadığını ve İsrail'i korumak amacıyla olmadığını söyleseler de, herkes bunun İsrail'in güvenliği için atılmış bir adım olduğunu biliyorlar.
Bunu inkâr etmek mümkün değil. Böyleyken bizim aptal yerine koyulmamız ve buna mukâbil milletten de bir tepki gelmemesinin sebebi nedir acaba? Özellikle de "aydın" dediğimiz şahıslardan bir tepki gelmemesini neye bağlıyorsunuz?
Sizin de bildiğiniz üzere bazı çevreler, meselâ Türkiyenin Suriye'ye müdahalesini açık açık savunan, hatta daha da ileri giderek NATO'nun da bir müdahalede bulunmasına iştiyak duyan ve bunu bir takım İslamî kisveler altında göstermeye çalışan, bunların aksini söyleyen insanları da hedef gösterici faaliyet içerisinde bulunan  insanlar  mevcut.
Şöyle diyebilir miyiz; zihnî esaret varken bunların karşı çıkması mümkün değil.
Tabiî ki de öyle. Bir de bizim halk adaletten çok güvenliği önceler, ama bu gibi şeylere halkın rıza gösterip göstermediğini anlamak kolaydır aslında. Çünkü aylardır arap baharıyla ilgili Türkiye'den destek verilmek istendi, ama bir türlü diki tutmadı.
Ama bu tip meselelerde halk bir bayraktar veya bir önder bulduğu zaman onu destekleyebiliyor. Halk kalbî olarak füze kalkanına karşı, ama sosyolojik olarak öncelikle emniyetini düşünüyor.
Halkı, bir takım eylemleri provakasyon olarak niteleyerek o meseleye karşı ilgisini pörsütmeye çalışıyorlar.  1994 veya 1995'de Bosna meselesinde Çiller hükümetinin NATO müdahalesini destekleyebilmek için bir halk desteği gerekiyordu. Bu gibi durumlarda devletin sokağa döktüğü halk dökülür, ama o noktada da devletin çıkarlarıyla halkın hissiyatıyla örtüşmesi gerekiyor. Demek ki bu halk hakikaten füze kalkanı projesini istemiyor. Aynı şekilde Suriye'ye bir kâfir müdehalesinin de olmasını istemiyorlar. Dolayısıyla Türkiye'deki muhalif gruplar, özellikle de İslâmî hareketi teşkil eden gruplar bakımından halkın bu hissyatını doğru okumaları gerekiyor.
Bu gözönüne alınmaz ise yarın bir gün olumsuz bir durumda başkalarını suçlama yoluna gitmesinler. Bunu şu günlerde de müşahade etmekteyiz zaten.
Çok teşekkür ediyoruz Ali Bey.
Ben teşekkür ederim.


Atilla Fikri Ergun:

Hem Türkiye hem de NATO, "Füze Kalkanı'nın İsrail ile alakası yok" demekte. Sizce Füze Kalkanı'nın İsrail ile ilgisi ne düzeyde? Neden Türkiye bu noktada İsrail'in pozisyonunu saklıyor? Açıkçası kandırılıyor muyuz?

Bölgenin ABD-AB/NATO hegemonyası altında siyasî ve sosyal açıdan yeniden şekillendirilmesi için farklı bir konsept belirlendi. Bu yeni konseptte Türkiye'ye düşen görev, ABD-AB/NATO namına bölgenin kendi içinde entegre olmasını sağlamak, İran'ın etkisini kırmak, orta ve uzun vadede İsrail'in güvenliğini garanti altına almak. Gelinen son nokta itibariyle saflar İran, Irak, Suriye ve Lübnan'a karşılık Türkiye, İsrail ve "petro-dolarcılar" dediğimiz Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkelerinden oluşuyor. Rusya ve Çin birinci gruba, ABD-AB/NATO da ikinci gruba destek veriyor. Türkiye 2008'in Aralık ayından bu yana İsrail'le didişirmiş gibi görünüyor. Bu danışıklı dövüş, hem bölgede öfkeye yol açan İsrail'i belli bir oranda kamufle etmeyi hem de direniş cephesini oluşturan ABD-İsrail karşıtı ülkelere güven telkin etmeyi amaçlıyordu. Ancak Okyanus ötesi eksenli dış politikası, dolayısıyla bölgede bulunduğu girişimler, Türkiye'nin rengini çok geçmeden açığa çıkardı. Bu noktada Mavi Marmara'nın sadece bir dış politika aracı olarak kullanıldığını, dolayısıyla kurban edildiğini de açıkça ifade etmemiz gerekir. Kısacası artık mızrak çuvala sığmıyor.
Füze Kalkanı'nın iki önemli amacı var. Birincisi, İsrail'i dengeleyen İran'ı etkisiz hale getirmek, dolayısıyla orta ve uzun vadede İsrail'in güvenliğini sağlanmak. İkincisi de, İran, Irak, Suriye ve Lübnan'dan oluşan bloğa destek veren Rusya ve Çin'in önüne geçmek. Türkiye, İran ve İsrail'in adını zikretmeksizin topu NATO'ya atmak suretiyle hiç kimseyi uyandırmadan işin içinden sıyrılmak istiyor. Şöyle ki: Hem NATO hem de Türkiye, Füze Kalkanı'nın bir NATO projesi olduğunu açıkça ifade ediyorlar. Dolayısıyla bu, bir NATO ülkesi olarak Türkiye'nin "görevi". Zira NATO'ya üye olan her ülke, aynı zamanda ittifakta yer alan diğer ülkelerin savunmasından da sorumlu. Bunun açık anlamı şudur: "Biz NATO'ya üye ülkelerden biriyiz ve anlaşmalarımızın gereğini yerine getiriyoruz." Yani bu bir perdeleme taktiği. İran ve İsrail'i işin içine karıştırmadan NATO'yu öne sürelim ve hiç kimseyi uyandırmadan işin içinden sıyrılalım. Peki, Türkiye hangi NATO ülkesini, kime karşı koruyacak? İran'ın füzeleri ancak Doğu Avrupa'yı menzili içine alıyor ki, zaten Çek Cumhuriyeti ve Polonya'da da bu sistem kurulacak. Dolayısıyla Türkiye, NATO ülkelerini İran'a karşı değil, Rusya ve Çin'e karşı koruyacak. Bu bakımdan Türkiye, ABD-AB/NATO'nun Rusya ve Çin'e karşı kullandığı bir kalkan aynı zamanda. Eğer Türkiye bir NATO ülkesi olarak adı geçen bölge ülkelerine karşı kendisini koruyacaksa -ki, işin bu yönü de var- ve bunu da NATO Füze Kalkanı'nın gölgesine sığınarak yapacaksa, demektir ki, Türkiye bölgede ABD-AB/NATO'nun maşasıdır. Maşa olduğu için hem kendisinin hem de İsrail'in güvenliği sağlama almak zorundadır ve bu bakımdan İran, Irak, Suriye ve Lübnan'la öyle ya da böyle savaşa hazırlıklı olması gerekmektedir. Toparlayacak olursak, Füze Kalkanı, Türkiye'nin Batı'ya ve İsrail'e kalkan olması anlamına geliyor. Türkiye bölgede ABD-AB/NATO'nun taşeronluğunu yapıyor ve kendisini Batı'ya siper ediyor. Bu da demektir ki, Türkiye artık savaş alanı haline gelmiştir. Davul Türkiye'nin boynunda, tokmak ABD-AB/NATO'nun elinde. Rasmussen'in ve Davutoğlu'nun açıklamaları tamamen siyasî ve diplomatik.