Dünya görüşümüzün kazandırdıkları ile birlikte bir sosyal hizmetler bölümü öğrencisi olarak şunu söyleyebilirim: Bir sosyal problemin çözümünde, konunun halk tarafından algılanışının tesbit edilmesi önemli bir adım. Çünkü toplumsal sorunu besleyen zemini doğrudan yada dolaylı olarak doğuran yine toplum... O yüzden sosyal sorunu değerlendirirken, o toplumu meydana getiren halkın özellikle inandığı değerler göz önünde tutulmalı. İnancımızın bu mevzudaki emir ve yasakları kesin çizgileriyle belirlenmiş durumda... Mukaddes Kitabımızdaki birçok ayetten ve yol gösterici rehberimiz Allah Resulü (s.a.v) ‘nün hadis ve sünnetlerinden bunu öğrenebiliriz. Şu da var ki: bir sosyal sorun, (Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle) “her şeyin her şeyle ilgisi” ve “bütün fikrin gerekliliği” bağlamları hesaba katılarak çözümlenebilir. Konu sosyoloji, psikoloji, ekonomi, hukuk, ilahiyat, iktisat gibi dallarla ve özellikle de dil bilimiyle birlikte incelenerek aydınlanabilir. Salih Mirzabeyoğlu’nun dil mevzuuna ne denli önem verdiğini eserlerinden anlayabiliriz. “Adalet Mutlak’a” konferansında da bu önemi belirtmişti. Ve artık birçok kesim tarafından anlaşılıyor bu gerçek. Bazı dil bilimi uzmanları Japonya’nın teknoloji alanında ilerde olmasını harflerindeki dil estetiğine bağlıyorlar.

Konumuza dönersek; “Dilencilik” günümüzün genellikle merhamet veya öfke duygularıyla karşılanan sosyal problemlerinden biri. Gerek grup olarak gerek bireysel olarak yapılan dilenme eyleminin, tembellikten ve miskinlikten kaynaklanan bir hayat tarzı olduğunu görmek zor değil. Genelde toplumun din hassasiyetini sömürerek yapılıyor bu iş. Bu nedenle bu kişiler kendilerini olduklarından daha fakir ve yoksul olduğunu göstermeye çabalıyorlar. Aynı şekilde engelli olmak yada engelli bir çocuğa sahip olmak naif bir konu olduğu için bu durumun üzerinden de rant sağlanmaya çalışılıyor. Oysa o kişilerin fakirlikten ötürü değil de tembellikten dolayı bu eyleme başvurdukları apaçık biliniyor artık. Geçenlerde bir haberde dilencinin dilenmeye taksi çağırarak gittiği yazıyordu. Aynı şekilde geçtiğimiz yıllarda bir dilencinin yarım trilyonluk bir jipe sahip olduğu haberini de anımsıyorum. Bir arkadaşım dilenci olduğunu bildiği bir kadının bankamatiğe kartını yerleştirerek para yatırma işlemi yaptığına bizzat şahit olduğunu anlatmıştı.

Bir diğer nokta; devletimiz özellikle son yıllarda sosyal devlet olma yolunda ciddi adımlar attı. Sosyal hayatı düzenleyen birçok kanun oluşturuldu. Ve bu noktada ilerlediğimiz fark ediliyor. Tabi ki bu durum yeterli düzeyde değil; fakat bu ilerleme insanın kendisine bir nebze olsun çeki düzen vermesini gerektirirken, öyle olmuyor. İhtiyacım dediğimiz aslında gerçekten ihtiyacımız olmayan şeyler günden güne artıyor. Kendimizi biraz olsun düzeltmek eğiliminde değiliz. Her şeyi hazır beklediğimiz gibi hazıra karşı hazır olamamak gibi bir garabet içerisindeyiz. Her ne kadar sayıları az olsa da bu durumda olmayan, sunulanı lehine çevirebilen, kendisine, çevresine ve topluma yararlı olan insanlar da var. Ama toplumumuzun geneli bu durumda değil, maalesef. Kendisine değer vermeyen daha doğrusu kendisine değer vermenin ne demek olduğunu ve ne demek olmadığını bilmeyen bir insan kendisi dahil her şeyi tüketiyor görüldüğü gibi. Tabi ki kurunun yanında yaş da yanıyor. Fırsatçılar yüzünden bir şeylere gerçekten ihtiyacı olan insanlar gerek devlet gerek toplum tarafından gözden kaçırılabiliyor.

Osmanlı Döneminde “sadaka taşı” adı verilen yapılar bulunurmuş. Bu yapılar bir insan boyuna yakın, üst kısmında silindir şeklinde oyuk bir taştan oluşuyor. İmkanı olan insanlar, özellikle gecenin karanlık vakitlerinde bu oyuğa para bırakıyor ve ihtiyacı olan kimseler de ihtiyaçları kadar miktarı alıyor. Böylece yoksula, fakire (rencide edilmeden) el uzatılabiliyor. İnsanların yardımlaşma ve dayanışma içinde bulanabilmelerine imkan tanıyan bu gelenek, vermek ve almak kavramlarını da anlamlı kılıyor. Veren kişi, işin reklamına kaçmadan, gizli bir şekilde yardımını yapıyor. Bu incelik, zengin insanı daha mütevazi kılıyor. Alan kişi ise, ihtiyacı olan başka insanları da düşünerek sadece ihtiyacı kadarını alıyor ve şahsiyeti de rencide edilmemiş oluyor. Tok gözlü ve anlayışlı… Tarihimizde böylesi güzellikler yaşanmışken bugün içinde bulunduğumuz bu dilencilik mevzusu gerçekten çok üzücü bir husus...

İslâm merkezli dünya görüşümüz Büyük Doğu-İbda Fikriyatı’nın da konuyu açıklığa kavuşturan fikri çözümleri mevcut tabiî ki. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek “İdeolocya Örgüsü” isimli eserinde bu mevzuyu da ele alıyor. Dilencilik, dilenme eylemi kesinlikle yasaklandığı gibi dilenmeye meyil veren dinimizin yasak ettiği herşey de yasaklanıyor. Mesela sahte öteberi satıcılığı takip ve cezayı şiddetlendiren bir hâl alıyor. Bununla birlikte işsizler ve serserilerde dilencilik hususundaki takip ve ceza çizgilerine hedef tutuluyor. Yine aynı şekilde serseri kılığında gezen bir kişi, eylemi gerçekleştirmemiş olsa bile takip ediliyor. Dilenciler görüldükleri yerde yakalanıp, gerekli cezaya tabi tutuluyor. Bu şekilde cemiyet bu tür kişilerden kurtuluyor. Ve o kişiler de ilgili birimler tarafından mümkün olduğunca ıslaha ve faaliyet sahibi olmaya yönlendiriliyor. Esasında Büyük Doğu-İbda Fikriyatı’nın teklif ettiği dünya düzeninde feda edilecek hiçbir fert yok. Üstad’ın deyimiyle; “çocuklara masal anlatmak kabiliyetinde bir ihtiyardan parmak uçlarına inen temas dehasiyle bir hasır iskemle örebilecek körlere kadar” her kesim çalışıp, üretime katkıda bulunuyor. Varoluş gayemizi gerçekleştirebileceğimiz böylesi bir ortamda işsiz, serseri ve mekânsız bir hâlde bataklığa saplanmış olarak kalmak mümkün mü? Değil… Peki kişinin böylesi verimli bir ortamda zorunlu olan ihtiyaçlarını karşılayamadığı için dilenmesi mümkün mü? Değil… Bu durumda dilenen kişi bu fiili yalnızca miskinliğinden ötürü gerçekleştirir. Hâl böyle olunca da ceza görmesi kaçınılmaz olur. Çünkü bu haliyle topluma zararlıdır. Cemiyetin refahını tehdit eder. Bu durumu doktorun kangren olmuş bacağı kesmesine benzetebiliriz. Kişinin diğer organlarının zarar görmemesi için doktorun bu işi yapması gereklidir. Ve bu hastaya sağlanan bir faydadır. Bugün ağızlarda sakız gibi dolanıp duran merhametin, olması gereken hâli bu değil mi?

İstifade Edilen Kaynaklar

1-Kısakürek, N.F. (2010). İdeolocya Örgüsü. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

2-Coşkun, İ. ve Erkilet, Alev (2010). İstanbul Halkının Dilencilik Olgusuna Bakış Açısı. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları.

3-Vatandaş, Celaleddin. “Dilenciler ve Dilencilik.” Sosyal Bilimler Dergisi (12.10.2018)

4-http://sergahdergi.com/unutulan-osmanli-kulturu-sadaka-tas…/

5-http://www.nedirnedemek.com

Yazı: Hanife Kındır

Aylık Dergisi 170. Sayı Kasım 2018