20. asrın sonlarında İnsanlığa baktığımızda, gelecek için fazla bir ümit taşıma imkanımız olmuyor. Buna rağmen, “Allah’tan ümit kesilmez” gibi önemli bir inancımız var. Fakat, bu ümit; acaba olayları seyredip, herhangi bir çaba göstermeden mi gelecek?. Kesinlikle hayır...
Zaman ve Çağ’a kabahat bulma
Toplumda ve hatta dünyada, çeşitli olumsuz olay ve gelişmelere bakıp, “zamanın kötü olduğu” şeklinde garip bir inanç var. Aslında kötü olan, zaman değil; düşüncelerimiz, alışkanlıklarımız ve tavırlarımız.. Çünkü zaman, insanın aklını başına getirecek ve doğru seçimler yapacak çok önemli bilgi ve hadiseleri içinde barındırıyor. Ama, istek ve arzularımız, ihtiraslarımız ve hayali emellerimiz sebebiyle, bir kabahatli bulma çabası içinde “zamanı” suçluyoruz!..
Geçmişte, Peygamberlerin gönderildiği zaman ve dönemlere bakalım. O zaman da, çok kötü, acımasız ve sapkın düşünce ve inançlar vardı. Ama, ilahi bilgi ve karaktere sahip Peygamberlerin, toplumları eski halinden uzaklaştırıp, daha iyi ve onurlu bir seviyeye getirdiğini biliyoruz. Bazı toplumlar, ilahi mesajı kabul etmeyerek, “helak” denilen, çeşitli olayları ile (deprem, sel baskını, şiddetli bir ses vb.) cezalandırıldılar. Aslında bütün bu tarihi olaylar, daha sonraki insanlık için birer ibret idi. Bu olaylardan ders ve ibret alınması isteniyordu. Ama, İlahi mesajlar; zaman içinde unutuldu ve sapmalar başladı ve insanlık, yine vahşi, ahlak dışı ve zalim bir döneme girdi.
Ümitsizlik, insanın özel bir yanı. Ümit için bir mesaj, bir dayanak ve bir model rehber’e ihtiyaç var. Bu özellikler, toplumların sıradan insanları için. Ama, İlahi rehberler olmadığı halde, bu doğru yolu takip eden alimler, salihler ve kahramanlar da, aynı yolun yolcusu olarak, kendi bilgi ve samimi gayretleri ile hakikati elde edemeyenlere birer örnek ve yardımcı oldular. Çünkü, doğru bir mesaj ve yaşama tarzı, onu sahiplenen güçlü insanların çabaları ile, toplumlarda yeniden bir diriliş ve uyanış hareketlerine yol açabilmişlerdir.
Günümüz seküler ve maddeci dünyanın çilesi
İnsanlık, hakiki bilgi ve örnek şahsiyetlerin azalması veya dikkate alınmamasıyla birlikte, hızlı bir çöküş dönemine girmektedir. Dünya hayatı, çeşitli imkan, nimet ve güzellikleri ile insanların aklını başına almakta ve onları, inanç ve düşüncelerinden uzaklaştırabilmektedir. Bu durumun, bir imtihan olduğu Allah tarafından bildirilmekte ve insanların akıllarıyla bu imtihanı başararak, insan olma niteliğine ulaşmaları istenmektedir. İnsanların; inanç, ahlak ve bilgi ile, kendilerini muhafaza etmeleri ve çevrelerindeki insanları uyandırarak, sahte zevk ve ilgi alanlarından onları uzaklaşıp, hakikate ve hakikat dünyasının ilmi ve sosyal niteliğini kazanmaları beklenmektedir. Elbetteki bu durum, kolaylıkla elde edilebilecek bir şey değildir. İnanç, çaba ve şuur ile gerçekleşebilecek bir
Günümüz sinema, tiyatro, sanat çalışmaları ve nihayet internet, belli güç ve karar merkezlerinin elinde, insanlığı baştan çıkarıp, gerçek amaç ve çabalardan uzaklaştırma yolunda, sistematik bir çalışma ile idrakleri kapatmakta ve ruhları karartmaktadır. Bu teknik vasıtaların, kendileri problemi oluşturmuyor. Onlara yüklenen mana, fikir ve alışkanlıklar, insanlığı faydasız, bencil, menfaatçi ve vahşi hale getiriyor!.. Bu çöküşü, insanların dış görünüşlerinde değil, iç dünya ve davranış şekillerinde görebilmek son derece belirgin bir haldedir.
Sinema, gazete, video ve internet ile gelişen görsel basın; öncelikle insanların ruh ve ahlak dünyalarını bozarken, yazılı basın da, insanları Allah, ahlak ve aile gibi insanlığı huzura ve samimiyete yönelten tutum ve davranışlardan uzaklaştırmakta. Duygu ve düşünceler üzerinde, yanıltıcı ve suçlayıcı bilgi ve görseller ile, insanlar; manevi, ciddi ve sorumluluk niteliklerini kaybetmektedirler.
İnsanların bu gelişmelere karşı tutumları, genelde pasif bir mukavemet olarak; “gücümüz yok, bütün dünya bu şekilde, biraz günah ve ahlak dışı olmakla dünya yıkılmaz ya!…” gibi son derece yozlaşmış, olayın ciddiyetini anlayamamış ve mücadele ruh ve gücünden mahrum bir şekilde, yanlışa ve yalana teslim olma psikolojisidir.
Bu tavırda, büyük bir zayıflık, gerçekleri görememe, hakikate yönelik çaba gösterememe, doğruları ayakta tutma gücünde olamama gibi sosyal ve psikolojik hastalık belirtileri yer almaktadır. Dolayasıyla da toplumlar, büyük ölçüde; uzaktan yönlendirilen, psikolojikman aşağlık kompleksine sahip, kendine güvenmeyen ve yaptığın işin sonucunu göremeyen bir duyarsızlık ve şuursuzluk içinde felaketin gelmesini bekler durumdadırlar. Bu felaket, sadece bu durumda olanları değil, onların yakınlarını, arkadaşlarını ve çocuklarını da içine alacak, büyük bir “sosyal krater” olarak, yok edici bir özellik taşımaktadır. İnşallah, insanlık; bu gibi hassasiyet kaybı ile tehlikelere maruz kalmaz...
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber




