Büyük Doğu Akıncıları Derneği (BDA) Genel Merkezi'nde düzenlenen ve yoğun ilgi gören bir sohbette, edebiyatçı, yazar, yayıncı ve yönetmen İsmail Kılıçarslan, "Kültürel İktidar - Sembolik İktidar" konusunu masaya yatırdı. Kılıçarslan, lise yıllarında tanıştığı ve kendisi için bir "hareket modeli" ve "fikir akımı" olan bir yapının kürsüsünden seslenmenin memnuniyet verici olduğunu belirterek sözlerine başladı.
Kültürel İktidar: Seçimle Değişmeyen Güç
Kılıçarslan, kültürel iktidarın, siyasi iktidarların aksine, seçimlerle veya demokratik aksiyonlarla kolayca ortadan kaldırılamayan bir güç biçimi olduğunu belirtti. "Herhangi bir seçimle ortadan kaldırılamayan iktidar biçimi aslında," diyerek tanımladığı bu gücün, kılık kıyafetten tüketim alışkanlıklarına, medya içeriklerinden sanatsal beğenilere kadar geniş bir yelpazede kendini gösterdiğini ifade etti. Örneğin, Liberal Demokrat Parti iktidara gelse de, AK Parti kazansa da veya CHP yönetime gelse de insanların kılık kıyafetlerinin veya "kisve"lerinin değişmeyeceğini, bunun da kıyafet konusunda seçimin, demokrasinin, politikanın ötesinde işleyen bir iktidar biçiminin varlığını gösterdiğini söyledi. Bu iktidar biçiminin başka sahiplerle, başka yöntemlerle ve başka meselelerle değişeceğini vurguladı.
Kılıçarslan, kültürel iktidar kavramının kavramsallaştırılmasını Marksist düşünürlere (Althusser, Badiou, Bourdieu gibi) borçlu olduğumuzu belirtti. Avrupalı Marksistlerin "kültürel iktidar", "sembolik iktidar" ve "manevi iktidar" gibi kavramlarla bu olguyu analiz ettiklerini aktardı.
Sermaye ve Medyanın Kültürel İktidardaki Rolü
Sermaye iktidarının da benzer bir şekilde siyasi değişimlerden etkilenmediğini belirten Kılıçarslan, sermayenin herhangi bir demokratik aksiyonla, sandık hareketiyle veya seçimle, politik iktidar değişimiyle ortadan kalkmayan bir iktidar alanı oluşturduğunu ifade etti. "Bu sermayenin iktidarı, aslında politikanın değişimiyle değil, politikayı bizatihi şekillendirmekle ilgilidir," diyen Kılıçarslan, Türkiye'de, Almanya'da, Fransa'da ve hatta Glasnost ve Perestroyka sonrası Rusya'da oligarkların ortaya çıkışıyla bu durumun gözlemlendiğini belirtti.
Medyanın da bu kültürel iktidarın önemli bir aracı olduğunu vurgulayan Kılıçarslan, televizyonların gündüz kuşaklarında yayınlanan ve "rezalet" olarak nitelendirdiği içeriklerin, memleketi AK Parti yönetse de, CHP yönetse de izlenmeye devam ettiğini söyledi. Bu durumun, televizyon aygıtının evlerimiz üzerinde oluşturduğu kesintisiz bir sembolik iktidarın varlığını gösterdiğini ve bu iktidarın politik gücün etkisiyle ortadan kaldırılabilecek bir şey olmadığını ifade etti.
"Masa" Düzeninden "Halka" Geleneğine: Sembolik Mekanlar
Konuşmasında, içinde bulunduğu sohbet ortamının dahi sembolik bir iktidar ürettiğine dikkat çeken Kılıçarslan, kendisinin bir masada, dinleyicilerin ise kendisine dönük oturduğu düzenin bir "konuşmacı iktidarı" ve "akademik iktidar" oluşturduğunu söyledi. Buna karşılık, İslami gelenekteki "halka" düzeninin, konuşmacıyla dinleyenlerin eşit düzlemde olduğu, daha eşitlikçi bir oturma düzeni olduğunu belirtti. Peygamber Efendimiz'in (S.A.V.) meclisindeki oturma düzeninin de bu şekilde olduğunu, hatta bedevinin gelip "Muhammed hanginiz?" diye sorabileceği kadar eşitlikçi bir yapıya sahip olduğunu hatırlattı. Günümüzde bu oturma düzeninin kaybolmasının, oturum düzeninin sembolik iktidarının Batılı bir forma dönüştüğünü gösterdiğini ifade etti.
Türkiye'de Kültürel Alanların Tarihsel Delegasyonu
Kılıçarslan, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Türk-İslam sanatları gibi kültürel alanların gelişiminin belirli ailelere (Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi) delege edildiğini, bu durumun da söz konusu alanlarda kalıcı iktidar biçimleri yarattığını belirtti. Örneğin, bir resmin veya ressamın değerinin, siyasi bir düzenekle değil, bu kültürel iktidar sahiplerinin oluşturduğu sembolik bir düzenekle belirlendiğini, "alnı secde gören bir ressamın resminin para etmemesini sağlayan şeyin adının sembolik iktidar olduğunu" söyledi.
Cinsiyet ve Tüketim: Kültürel İktidarın Modern Tezahürleri
Güncel bir örnek olarak cinsiyetin "muhayyer" (seçime bağlı) bir şey olduğu, fıtri (doğal) değil, seçilebilir bir olgu olduğu yönündeki anlatının, kültürel iktidar tarafından dünyaya vaaz edildiğini belirtti. Bu anlatının yaygınlaşmasını sağlayan şeyin de yine sembolik ve kültürel iktidar olduğunu ifade etti.
Kılıçarslan, bu kültürel iktidarın arkasında basit komplo teorileri (dünyayı yöneten 9 aile gibi) aramak yerine, sistemin kendisini, özellikle de "turbo-kapitalizmin" oluşturduğu tüketim kültürünü görmek gerektiğini vurguladı. Kapitalizmin, kârlılığını maksimize etmek için bir "monokültür" arayışında olduğunu, çünkü herkesin aynı şeyleri tüketmesinin pazarlamayı kolaylaştırdığını söyledi. Aile kurumunun ise kendi iç dayanışması, tasarrufu (altın günü gibi) ve kolektif ekonomisiyle bu monokültüre direndiğini, bu nedenle kapitalizmin aileden hoşlanmadığını belirtti.
Kapitalizm ve "İhtiyaç" Yaratımı: Ayakkabı Örneği
Kapitalizmin sürekli yeni "ihtiyaçlar" tanımlayarak tüketimi körüklediğini ifade eden Kılıçarslan, ayakkabı örneği üzerinden bu durumu açıkladı: "Benim yetiştiğim Türkiye'de üç çift ayakkabı bir insan teki için karar meselesiydi. Şimdi başlangıç düzeyi bile değil. Niye? Çünkü kot pantolonun altına o olmuyor, kumaş pantolonun altına öbürü olmuyor. O rengin altına o renk ayakkabı zaten olmuyor." Bu şekilde sürekli yeni ihtiyaçlar tanımlanarak insanların daha fazla tüketmeye yönlendirildiğini belirtti.
Hedef kitle analizleriyle pazarın nasıl manipüle edildiğini anlatan Kılıçarslan, 1940'larda bir ruj fabrikasının ideal uzayının (hedef kitlesinin) kadınlarla sınırlıyken, 2025'te bir ruj fabrikası açılsa ideal uzayın 0-3 yaş arası çocuklar hariç neredeyse tüm insanlığı kapsayacağını, çünkü nemlendirici, dudak güçlendirici gibi isimler altında erkeklerin de bu ürünleri kullanmaya başladığını söyledi.
"Kafesteki Fare" Deneyi ve Tüketim Toplumu
Kılıçarslan, kapitalist sistemin bireyleri nasıl bir tüketim döngüsüne hapsettiğini "kafesteki fare" deneyi alegorisiyle anlattı: "Bir çark düşünelim, çarkın ucunda bir peynir. Fare o peyniri kokusunu alıyor, o peynire ulaşmak için çarkı çevirmeye başlıyor. Koşuyor, koşuyor... Koşarken çarka bağlı düzenek bir enerji oluşturuyor. Fare peynire ulaşmak için koşuyor, bir noktada çatlıyor ve ölüyor. Ama fark etmez, oyuna yeni bir fare sokuyorsun hemen ve lamban yanmaya devam ediyor." Bu deneyin, günümüz tüketim toplumunun ve bireyin bu sistemdeki yerinin çarpıcı bir özeti olduğunu ifade etti.
İsmail Kılıçarslan, kültürel ve sembolik iktidarın siyasi iktidardan çok daha derinlere kök saldığını, toplumsal yaşamın her alanını şekillendirdiğini ve bu gücü anlamadan gerçek bir değişim ve dönüşümün mümkün olmayacağını vurgulayarak sohbetini tamamladı. Bu karmaşık ve çok katmanlı güce karşı bilinçli bir duruş geliştirmenin önemine dikkat çekti.