Bu dünyada yaşamak mı, dünyayı değiştirmek mi; ayrımının işaret ettiği soru: “Uyum mu sağlamalı, ait olunacak dünyayı mı kurmalı?” Hadiselere bu şekilde tavır alma ihtiyacı, aidiyet hissinin yanı sıra insanın tepki ve aksiyon noktasındaki ıstırabını da gösteriyor.

Istırap, suret kazanma temayülünün bir sonucu olarak, “nasıl”ını arayıp her sahada ferdin kabulündeki metodla ilerleme-var olma mecburiyetini doğurur. Istırabın şekil bulduğu raddenin hareket-aksiyona tekâmülünü üstün fikrin sağladığını Büyük Doğu Mimarı'ndan işaretleyelim:

-“Aksiyon lügat ve hikmet mânâsıyla şu: “Aksiyon, bir işle, bir oluşla, onu doğuran fikir arasındaki âhenk ve münasebet mânâsınadır ve lisanımızda barışabileceği tek kelime, ameldir. Hikmete geçerek aksiyon nedir ve ne değildir, onu cevaplandıralım. Aksiyon, sade iş ve fikir değil, üstün işe hâlkedilmiş (işlenmiş) üstün fikir demektir. Herhangi bir iş ve fikir değil dedik. Çünkü tam fikirsiz hiçbir iş yoktur. Bir sigara yakmak için bile kibritin çıkarılması, yakılması, birer küçük fikirdir. Bunların kıymeti yok. Büyük fikir ve onun büyük iş hâline inkılâbı; aksiyon budur. Yâni alelâdenin üstü; harika yenilik ve çetinlik şartları içinde insanın kendi kendisini ve cemiyetini aşma cehdi; aksiyon budur. Her işte imkân üstüne tırmanmak ve engeli aşmak davası; aksiyon budur.” (1)

***

Fikrin muzdarip için rolüne dikkat çektik -daha da devam edilecek- ve şimdi ıstırabın ondaki manasına gelelim, ıstırap oluşun şartı ve dayanağı, gençliğin senedi ve samimiyetin ifadecisidir. Büyük Doğu Mimarı’ndan:

-“Fatihliğin ilk şartı -demin yeri gelecek dediğim- ıstıraptır. Istırap... Genç adam ıstırap çekebilme kabiliyetine malik olan adam demektir. (...) Çünkü oluş bir hummadır. Nasıl tohum çatlarken alev alev yanarsa, kaynayan su nasıl fıkırdar ve inlerse, nasıl toprak altında kömür milyonlarca sene yatar kavrulur ve elmas olursa, oluş baştan aşağı böyle bir çile hummasından ibarettir.

Bu ıstırabı çekmenin haysiyeti gencin şiarı ve hakkıdır. Onun için, dikkat edin, ıstırap çekme kabiliyeti gençlik senedidir. Hakiki genç, mustarip insandır.  Boyuna olmaya çalışan, boyuna kendini aşmaya çalışan... Bunu bir tıbbi levhadan anlayabiliriz. Dikkat edin, genç hasta terler içinde kıvranır, ihtiyar ise pelteleşir, yatağa çöker ve kalır. İhtiyar eriyip gider genç çalkalanır. Yani (organik) bir faaliyette bile ruhi gerçeklik işareti var.” (2)

Ferdi oluşun mecburiyetini hissettiren bir teşekkülde, ıstırap yarım oluşların ve maliki olunmayana yanaşmanın engelidir (oluşun gereği olan nefs murakabesi böyle bir çekincenin saikidir). İdrakin onu beslediği yerde o da idraki besler. Uçuk bir misal verelim, Kierkegaard’ın da bahsettiği, anlayışsız bir vaizden etkilenen biri -ki ahmak ve şarlatanlar haricinde buna tenezzül edene rastlamak pek mümkün değil, idrakten bahsetmiştik- (kul planında) mutlak aksiyonculardan Hz. İbrahim’i taklide kalksa  (en iyi-kıymetli varlığı olan oğlunu feda etse) asla iman kahramanı kabul edilmeyeceği gibi o vaazı veren tarafından da sapıklıkla suçlanacaktır. Bu uçuk misali günün normaline uyarlarsak –idrakin onu beslediği yerde o da besler dedik ya- hem ferdlerin, dolayısıyla hamlelerinin haddi çizilir hem enselenmesi gerekenlerin de işi görülür.

***

Seviye değişimleri ile birlikte şuur -gerçekliğin de değişmesiyle- eşya ve hadisenin farklı buutlarını manalandırarak ferdin uyum ve aidiyet noktasındaki konumunun tayin edicisidir. Ayrıca, kula taşıyamayacağından fazlasının yüklenmemesi ve her ferdi oluşun kendi içinde gerçekleşmesine (burada şahsiyetçilik prensibimizi de işaretleyelim) rağmen zamanüstü Mutlak Ölçüler'in herkes için sabit olması, ki İlahi Kelam'ın apaçıklığı mevzuundaki bir hikmet de budur, ıstırabın şuurla münasebetindeki ehemmiyeti belirtir. Aynı zamanda muhatap anlayışın ve Mutlak’a nisbet edilecek tatbik sisteminin gerekliliğini sezdirir.

Mevzuumuzun “yaşamak mı değiştirmek mi?” ayrımından yola çıkıp tatbik sistemine varıyor olmasına sebep, “ruhun yüceler yücesine itaat borcu ve nefsin kendinden başkasını Rabb bilmeyişi” tefrikidir. Ötesine nisbetle ehemmiyet arz eden dünyaya halife rolüyle gönderilen insanın, “acaba Allah’a mı nefse mi inanıyorum?” sorusundaki kargaşaya karşılık, onun (pratik sahada) nizama erdirene (Şeriat) muhtaç olduğu ortadadır:

“Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.” (3)

Said Nursi Hazretlerinden işaretlediğimiz bu husus, mevzuumuza bakan tarafıyla, kalp ve ruh yaralarından koruyacak rejime ihtiyacı gösteriyor. Değişen eşya ve hadiselere İslâm’ı tatbik etmek, meselelerin sistem çapında hallini yani “Tatbik Fikri”ni icap ettiriyor.

***

Bir şeyin zatiyle iyi veya kötü olarak değerlendirilemeyeceğinden yola çıkarsak, ıstırap mefhumunu potansiyeli açığa çıkarmada bir sıçrama taşı olarak kabul edebiliriz; insan olduğu kadar olabileceğidir de meselesi… Nihayetinde ıstırap tek başına “oluş” ifade etmez. Ferdin şahsiyet kazanma süreci ancak -bahsedildiği gibi- bir ideale nisbet kurarak kendini izah etme tavrı ile başlar. Niçin ve nasıl davası... Dünya görüşünün gerekliliği... Kime ve neye göre sorusu ve muhatap anlayış mecburiyeti…

Tespitlerimizi realiteye doğrulturken meseleyi mücessem hale getiren bir tenkit:

-“İslamcı camiada neden böyle bir dünya görüşüne ihtiyaç olduğu daha bilinmiyor. Yani, hastalığın far­kında değiller ki, yaptıkları tedaviye dair olsun. Bu kişiler ne kadar çalışır­larsa çalışsın, gayret gösterirse göstersin bir fayda elde etmesi, ortaya bir eylem birikimi koyması sözkonusu değil. Böyle bir İslâmî mücadele için­de bulunanlar kuru bir şekilde İslâmî klişeleri söylemekten ve ortadaki kör döğüşüne katılmaktan başka bir şey yapamaz. Bunun için de devamlı ola­rak hadiselerin peşinden sürüklenip giderler. Yaptıklarının, dışındakilere yaraması sözkonusudur. Belli bir dünya görüşleri yok ki, hadiselere yön verebilsinler. Bir insan ve toplum projeleri yok ki, iktidara geldiklerinde yapacakları bir şeyleri olsun. ‘İslama muhatap anlayış davası’ anlaşılma­dıktan ve gereği yerine getirilmedik­ten sonra böyleleri iktidara gelse bile ‘iktidarı ele geçirmiş’ olamazlar. ‘İk­tidara gelme’ ile ‘İktidarı ele geçir­me’ farkında olduğu gibi...” (4)

  Bahsimizi farklı sahalarda misallendirelim, dostum Aksel’in mevzuumuza temas eden birkaç sözü:

-“Bu dünyada yaşayamayan -uyum sağlamamış- gençleri düşünelim, ideale her an yakınlaşma misyonunu üzerinde taşımayanlara, bu diyarda kalmak için hiçbir sebep yok. Bu gençlerin bir kısmının sonu bağımlılık (kendinden geçme adına) ve intiharken, kimi bir sosyal yahut siyasi hareketin içinde oyalanıp bu hissini kendini tatmin ediyor –bu da bir nevi uyuşturucudur-. Kimisi de kendini dünyevi duygulardan soyutladığında varlık hikmetini adeta asker olmakta buluyor. Bugün dünyanın dört bir yanından çeşitli örgütlere katılanların yahut mantığı anlaşılamamış eylemlerin izahı buradadır. (Scorcese'nin Travis Bickle'ı buna ne de güzel bir örnek.) Eylemin nisbet edildiği fikir olmayınca da (ıstırap) gümbürtüye gidercesine ya kahraman ya hain olunuyor; artık kim nasıl manalandırırsa, sahip çıkılıyor yahut suç isnat ediliyor. Hani üstün fikir-aksiyon münasebetinden bahsediliyor ya, oradaki mevzu aksiyondan korkan teyzeleri teşvikten ziyade dünya görüşü gerekliliğini ifade içindir.”

İBDA Mimarı'ndan işaretleyelim:

  - “Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin bildirdiği, "sıhhat bulmak için herşeyden evvel,  hasta ve marîz olan kimsenin hâlini bilmesi ve devâ istemesi şarttır!" hikmetinin yanıbaşında hatırlanması gereken, Üstadım'ın "sadece ıstırabı azizleştirebilsek, keşke bir mustaribler kampımız olsa..." şeklinde neticesi belli bir sebeb tayini vardır... Ah!.. Bütün olma, oldurma ve hamle ruhunu içinde toplayan o sebeb dileğini küll hâlinde bir iç yangını nidâsıyla hedefine yöneltiyoruz... Tek kelime:

— Allah'ım!” (5)

İKİ MÜŞKÜL

1- Istırabın ferdin kimliğini işaretlemesi, dünya görüşüne bağlılığı bulunanlar için de misyon tayinidir. Ferd, tavrını ortaya koyuyor dedik, hani fizik ilminden de aşinayız; enerji yok olmayıp farklı biçimlere dönüşüyor, asıl mevzu -İBDA bağlılarının üstüne düşen- bunun yönünü çizmekte.  "Sadece karşı çıkmak belanın çekiciliği gibi onu ters tarafından yaşatmak, daha doğrusu ömrünü uzatmak olur." (6) hükmüne binaen, gençlere dokunamayış, kitleye ulaşamamanın yanı sıra kendi yolumuza taş koymak olacaktır.

İçtimai boyutta değerlendirme yapacak olursak, apaçık ortadadır ki, bir topluluk için ideale bağlanmak; hareketlenmelerin başıboşluktan sakındırılıp nizama sokulması, mevzu kitle için işin bir ihtilal-inkılâp faaliyetine dönüştürülmesini sağlar ve ferdin boşluktayken sorduğu “Neyi, nasıl yapacağım?” sorusuna cevap verir. Anlaşılacağı üzere yapılması gereken -neslimiz buna memur ve mecbur- ideolojiyi halkın idrakine yerleştirmek ve yaygınlaştırmaktır. Aksi takdirde bize ümit veren bu (ıstıraptan doğan) enerji ya kendisi tükenecektir -hızlı veya yavaş- yahut istenmeyen sonuçlara -az önce bahsedildiği gibi- sebep olacaktır.

2- Aynı misalle devam edelim, dışarıdan enerji aktarılamayan makinenin “performans-faydalı iş”inin azalacağı, zamanla da çalışmayacağını biliyoruz. Az önce de temas ettiğimiz gibi, “nesildeki reaksiyoner enerjinin tükenmesi”. Reaksiyoner enerjinin tükenmesi de bu dünyaya uyum sağlamanın ilk adımı.

Burada, birincisi önceki müşkülde bahsedilen vazifenin tasdiki olacak şekilde iki noktaya dokunabiliriz:

a) İdeale bağlanma topluluğa “heyecanını üretme ve pörsümeyi engelleme” cihetinden adeta can verir.

“-Büyük gaye, büyük bir enerji meydana getirir.” (7)

b) Halkın nabzını ölçüp onu kontrol ve organize eden, realitenin farkında olup hadiselere karşı tavrın ne ve nasıl olması gerektiğini gösteren, nihayetinde onu “ideolojik ve sistemi hareket”in parçası haline getiren dinamik yapının kurulması.

 NETİCE

  Bir özeleştiri ile altını çizelim ki tepkilerin yönleneceği birtakım sosyal hadiselerde, geniş çaplı hareketlenmelere karşı gereken yapılmadı ve bunun farkında olup ibret almak bizlere farzdır. Ikınma olmadan, “bugün yarın kuracağımız dünyanın sancısını çekiyoruz” demek tarihi açıdan manalandırma değil, aciz bir tesellinin ürünüdür. Madem doğum bekleniyor, beklemek aynı zamanda bir sürecin ifadecisidir ve bu fiil “nasıl” sorusuna cevaben zarfını arıyor-faal vaziyetlerin mecburiyetini sunuyor. Muzdaribe yer göstermek, sancılı dönemlerin analiziyle tavır almanın (bununla da örneklik etmenin) ve her türlü vasıta ile gayeye giden yolda yürümenin yokluğunda mümkün değildir.

KAYNAKÇA

1-                 Necip Fazıl Kısakürek, İman ve Aksiyon, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1964, Sh. 11

2-                 Necip Fazıl, İman ve Aksiyon, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1964, Sh. 100

3-                 Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Rnk Neşriyat, İstanbul, 2014, Sh. 10

4-                 Kazım Albay, Taraf Dergisi 28. Sayı 1 Haziran 1993

5-                 Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muzdaripler 1. Cilt, İstanbul, 1998, Sh. 30

6-                 Salih Mirzabeyoğlu, Tarihten Bir Yaprak, İBDA Yayınları, İstanbul, 2022 Sh. 19

7-                 Salih Mirzabeyoğlu, Marifetname, İBDA Yayınları, İstanbul, 2019 Sh. 55

Baha Irmak

Aylık Baran Dergisi 14. Sayı Nisan 2023.