İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyenler, bu sözleşmeyi kadına şiddeti önleyeceği düşüncesi veya zannıyla tasvip ediyor. Desteklemeyenler ise bu sözleşmenin sadece kadını şiddetten korumaktan ibaret olmadığının farkında. Nitekim sözleşmede birçok madde “yuvarlanarak” sunulmuş. Faydasını göremediğimiz, tamamen kadını kadınlıktan çıkaran ve erkeği de tasallutu altına alıp ruhi eziyet eden bu sözleşmenin zararlarını ele alalım. Sözleşme bizlere neyi mecbur kılıyor ve neleri dayatıyor?

Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi sözleşmesi veya İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 tarihinde “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” ile tatbik ediliyor. Yani 6251 Sayılı Kanun yasalaşıp 28127 Sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe sokuluyor. “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” sözleşme sadece kadına yönelik şiddet mevzuunu içermiyor elbette. Zaten en büyük tartışma da burada çıkıyor. Cinsiyet meselesini de maddeleri içine yedirerek eşcinsellere büyük haklar tanıyor. Bu kanun, İstanbul Sözleşmesi’ne istinaden LGBT’lilerin haklarını düzenliyor ve LGBT’lilere 79 madde ile hukukî haklar veriyor.

Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin emri altında hareket eden birçok yapılanma var. KADEM de bunların en “muhafazakâr” soslusu. KADEM, kendilerine yöneltilen “İstanbul Sözleşmesinde LGBT gibi yönelimlere kapı aralayan maddeler var mı?” sorusuna “Hayır. Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir.” cevabını veriyor. Fakat işin birbirine zıt tarafı ise cevabın devamında yatıyor: “‘Cinsel yönelim’ kavramı sadece Sözleşme’nin 4. Maddesinde geçmektedir. Maddede şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması; din, dil, ırk, vb. pek çok unsurla birlikte, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır. Madde kesinlikle bir dayatma içermemektedir. Maddenin kapsamına bütün insanlar girmektedir. Zaten herhangi bir insanın şiddetten korunma şemsiyesinin dışında tutulması düşünülemez.”

Sözleşmedeki 4. maddeyi çok da önemli değilmiş gibi göstermeye çalışan KADEM’in bilmek istemediği ise şiddet adı altında cinsel yönelimde olan sapıkların her türlü haklardan yararlanabileceği, kadın nasıl ki bu haklarla birlikte birer tanrıça haline getiriliyorsa, eşcinsellerin de bu haklar üzerinden dokunulmaz kılınacağı…

“Sözleşmede LGBT’lilere haklar verilmiyor.” diyenler belli ki, sözleşmeyi hiç okumamış. Anlaşmanın kadın erkek eşitliği maddesinde “…doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği… gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” kaidesi yer almaktadır.

“Kadına yönelik şiddet” kılıfının içine yerleştirilen “Toplumsal cinsiyet” kavramı ile birlikte sözde cinsiyet eşitliği sağlanmaya çalışılıyor, mesele kadın ve erkek bağlamından çıkarılıp kadın ve erkeğin cinsiyet serbestliğine bağlanıyor. Cinsel yönelimleri de kadınların maruz kaldıkları gibi duygusal çıkışlarla süslemeye çalışıyorlar. Kısaca “toplumsal cinsiyet” dedikleri kavram kadın ile erkek eşitliği değil, her türlü cinsel eğilimlere sahip bireyleri kapsayan safsatadır. Daha açık söylersek; karı-koca ilişkilerinin dışındaki her türlü cinsel tercih ve hayat tarzı garanti altına alınacak, bu hayat tarzını benimseyenlere hiçbir şekilde şiddet uygulanamayacak. Özel alan ve kamusal alanda da bu tarz yaşayışlara müdahale edilemeyecek. Kadın bir başka kadınla, erkek bir başka erkekle, bir kadın hem kadın hem erkekle istediği her şeyi yapabilecek. Bir erkek de hem erkek hem kadınla aklına gelen her şeyi yapabilecek. Bunların neticesinde şiddet görenlere hukukî-psikolojik danışmanlık, maddî yardım, konut, eğitim-öğretim ve iş bulma gibi meselelerde yardım sağlanacak.

Sözleşmenin 3. maddesinde şiddetten doğacak her türlü eylemin, toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacağı yer almaktadır. 6284 sayılı yasa da bu çerçevede oluşturulmuştur. Söz konusu eylemler, ayrımcılık, tehdit, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak şiddettir. Görüldüğü üzere ifadeler son derece muğlak.

Çünkü sözleşme “şiddet” kelimesinin anlamına sadece fiziki bir müdahaleyi yüklemiyor, sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikleri de yüklüyor. Artık kendi evlatlarımızı kötülükten nehyedemiyor, bir öğütte dahi bulunduğumuzda ceza alma ihtimalimiz doğuyor. Aynı şekilde bir eşcinsele de herhangi bir söz söyleme hakkına sahip değiliz. Çünkü bu İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa çerçevesinde “psikolojik şiddet” olarak tanımlanıyor.

Sözleşmeyi eşcinsellere verilen haklar üzerinden değerlendirdim. Kadına verilen “haklar” üzerinden değerlendirecek olsak sayfalar yetmeyecek.

Kısaca söylersek; sözleşmenin eşitlik maddesinde kadınlara karşı ayrımcılık yasaklanıyor ve kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamalar yürürlükten kaldırılıyor. İslam hukukunda yer alan kadın erkek ölçüsü de böylece görmezden geliniyor. Miras hakkından birçok meseleye kadar İslam’ın verdiği hükümler yok sayılıyor. Sözleşmenin bırakın İslam ahlakına uygun olmamasını, Hristiyan ahlakına bile uygun olmadığını anlayamayan veya anlamak istemeyen örgütler, İslam’ın hükümlerini hiçe sayıyor.

KADEM’in Vasfı

İstanbul Sözleşmesi konusunda en çok tartışılan kurumların başında KADEM geliyor. Sözleşmeye adeta bir can simidi gibi sarılan KADEM’in gerçekleştirdiği proje ve çalışmalar sözleşmeyi besler mahiyette. KADEM’in gerçekleştirdiği panel, sempozyum ve projelerin birçoğu kadının iş hayatına zorla dayatılması, kolayca iş imkanları bulup aile bağlarından tamamen koparılması yönünde… Sempozyumlarda toplumun her kademesinde kadın etkinliğini artırmak ve fırsat eşitliği sağlamak için çalışmaların sürdüğü konuşuluyor. Yine V. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi’nde, KADEM, kadınların evden dışarıya çıkarılmasının elzem olduğu anlatıyor. “Ailenin sağlıklı şekilde devamı, kültürün korunması ve aktarılması için” çeşitli sempozyumlar ve programlar düzenleyen KADEM, aynı zamanda aileyi evden sokağa dökmek için de “kadınların çalışma hayatına katılımlarının planlaması”nı yapıyor.

“Türkiye’de evlilik ve doğum oranlarının düşmesi” konusunda istatistik bilgi veren KADEM, aynı kongrede ailenin güçlendirilmesini kadının iş hayatına atılabilmesine bağlıyor. Daha ilginci ise verdikleri istatistiki bilgilerde eğitim görmüş ve iş hayatına atılan kadınların, kürtajı desteklediğini ve yaptırdığını açıklıyor. Yapılan istatistiklerde ve eğitim seviyesi yükseldikçe boşanma oranının artmakta olduğu gözlemleniyor.

Araştırmalarında flört edenlerin veya çalışma hayatına atılanların eğitimli oldukları, görücü usulüyle evlenenlerin eğitimsiz oldukları vurgulanıyor. 21 ve alt yaşlarda evlenenlerin eğitimsiz, 25 ve üst yaşlarda evlenen kadınların eğitimli oldukları vurgulanıyor. Araştırmalara göre; çalışan kadınların arabası, rahatlığı, işyerlerinde özel statüleri olduğu belirtiliyor. Çalışan kadınların çocuğu olmadığı yahut bir çocuğu olduğu belirtilirken, çalışmayan kadınların iki-üç çocukları olduğu belirtiliyor. Kadınların yüzde 50,4’ü kadın ve erkeklerin birbirine eşit olduğu, yüzde 12,3 Feminizmi gerekli görüp desteklediğini söylerken eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe feminizmi destekleme oranının arttığı belirtiliyor. Kadınların yüzde 18,3’ü kürtajı doğru bulduğunu, yüzde 72,4’ü ise yanlış bulduğunu belirtiyor. Eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe kürtaja olumlu bakma oranının arttığı ve kadınların yüzde 20,5’inin şimdiye kadar kürtaj yaptırdığı ifade ediliyor. (1)

KADEM Dergisi’nin içeriği de tamamen kadına yönelik, çeşitli konuları ele alarak hepsini kadının çalışması gerektiğine, hayatın her alanında olması gerektiğine bağlıyor. Kadın ve erkek ayrımını bir cinsiyet problemi olarak görüyor ve makalelerde bu konular işleniyor. Araştırmaların tamamına yakını Batı tandanslı ve Batı’nın bakış açısını Kur’an ayetlerine bağlayarak(!) Türk toplumuna kabul ettirmeye çalışmaları da en çok yaptıkları çalışmalardan biri… Dergide aynı zamanda çeşitli makaleler arasında kadının siyasete katılımını artırmaya yönelik birçok “strateji” öneriliyor. Kadın-erkek ayrımını kabul etmiyorlar, “cinsiyetçi söylem” adı altında sadece ferde indirgiyorlar.

KADEM’in araştırmasına göre; “Ak Parti’nin iktidarda olduğu ilk dönemin ardından yapılan 2007 genel seçimlerinde parlamentodaki kadın milletvekili oranı yüzde 9,1, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde 14,1, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde yüzde 17,8, 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde ise yüzde 14,7 olmuş, Meclis’teki toplam kadın milletvekillerinin üç dönem yarısından fazlasını, iki dönem de yüzde 40’lar düzeyindeki kısmını Ak Parti tek başına Meclis’e sokmuştur. Başka bir ifadeyle, Ak Parti, siyaset sahnesine çıktığı tarihten beri Meclis’e en fazla oranda kadın milletvekili gönderen parti olmuş, AK Parti’nin kurduğu kabinelerde bugüne kadar 10 kadın bakanlık yapmıştır.”

Ayrıca bir başka araştırmalarında 1935’te mecliste 18 kadın milletvekili varken, 2007’de kadın milletvekili sayısı 50’ye, 2011’de ise bu sayı 79’a yükseldiği dile getirilmektedir.

Kadını evden alıp hayatın her karesine yerleştiren ve kadını kadınlıktan çıkaran bu anlayış, kadını erkeksileştirmiş, kadınlıktan uzaklaştırmış, aile, evlilik, doğum gibi toplumu toplum yapan kavramlardan uzaklaştırarak Batıcı bir hayat tarzına teşne etmiştir. Batı’dan gelen her şeyi “bizim kültüre, örfe, dine uyuyor mu?” diye bakmadan aşağılık kompleksine kapılarak kabul eden zihniyet aynı zamanda bu topraklara gavurluğun tohumlarını da ektiğinin farkında mıdır acaba?

Kaynak

1. http://kadem.org.tr/tr/wp-content/uploads/2015/07/turkiyede-kadinlarin-sosyo-ekonomik-durum-arastirmasi.pdf

Baran Dergisi 708. Sayı