Fatih Aktaş, 5 Temmuz’da Trabzon’dan Şanlıurfa’ya doğru yola çıktı. Otobüste başında bulunan fesi gören Kemalist bir kadın, Aktaş’a “fesin kanuna aykırı” olduğunu söyleyerek tehditkâr bir tutumla polise şikâyette bulunacağını belirtti. Aktaş’ın aktardığına göre kadın, yüksek sesle Kılık Kıyafet Kanunu’nu okudu ve “düşündüğünüz ülke asla var olmayacak” diyerek tehditte bulundu.

Yerli nano helikopter "NanoAlp" ihracata başlıyor
Yerli nano helikopter "NanoAlp" ihracata başlıyor
İçeriği Görüntüle

Polis çevirmesi ve gözaltı tehdidi

Otobüs Diyarbakır il sınırına girdiğinde emniyet ekipleri tarafından durduruldu. Memlekette hiçbir suç kalmamış gibi adeta bu meseleye yoğunlaşan polis memurları, şikâyet üzerine Aktaş’a fesini çıkarmasını, aksi hâlde gözaltına alınacağını söyledi. Yanında talebeleri bulunan Aktaş, onları mağdur etmemek için fesini çıkarmak zorunda kaldı. Ardından karakola götürülerek “2590 sayılı Kılık Kıyafet Kanunu’na muhalefet” iddiasıyla ifade verdi.

Vesayet rejimi halka sürüyor

Malumunuz, 3 Aralık 1934'te yürürlüğe giren Kılık Kıyafet Kanunu; İslam’ı hatırlatan, bu toprakları temsil eden hiçbir kıyafete izin vermemiş, Batı tarzı giyim mecbur kılınmıştı. Bu kanun 1982 Anayasasında “inkılap kanunları” arasında yer almıştı. Hatta bu kanun uğruna nice alimler asılmış ve fes, sarık hatta başörtüsü yasaklanmıştı.

Çürümüş olan ve artık millet nezdinden hiçbir anlamı kalmayan bu kanunu hala parlatırcasına ve milletin gözüne sokarcasına uygulamaya koymak, Kemalist vesayetin devletin damarlarında capcanlı devam ettiğinin göstergesi.

Türkiye’nin dört bir yanında sokaklar mayo, bikini ve iç çamaşırıyla dolaşanlarla dolup taşarken; bunlara karşı hiçbir işlem yapılmazken bir Müslüman’ın fesine ceza kesilmeye çalışılması, rejimin 100 yıldır kiminle uğraştığını da göstermiyor mu?

Türkiye’de sokaklarda teşhircilikle arz-ı endam etmek “yaşam tarzı”, sokakta sütyenle gezmek “özgürlük” sayılırken; fes, sarık, başörtüsü veya cübbe söz konusu olduğunda rejimin Kemalist refleksi bir anda sertleşiyor.

Resmî ideolojinin toplumun üzerine örttüğü bu ikiyüzlülük artık mide bulandırıcı boyuta ulaştı. Gerçekten “kılık kıyafet düzeni” sağlanacaksa, önce teşhircilik derecesine varan çıplaklığa müdahale edilmeli; ardından Müslümanın kıyafetine dokunan yasaklar tarihe gömülmelidir.

Bu sistemin yükünü artık millet taşımıyor

Kemalist zihniyetin laiklik adı altında toplumun ahlâkına zerk ettiği çıplaklık kültürü, her yerde teşhir boyutuna ulaşmış durumda. Devlet, bu ahlâkî yıkıma müdahale etmesi gerekirken hâlâ Müslümanların başörtüsüne, fesine sarığına karışmaya devam ediyor. Gerçek bir kılık kıyafet düzenlemesi yapılacaksa, bikini ve sütyenle sokakta dolaşanlardan başlanmalı; kamusal alanı ahlâksızlaştıran bu görüntüler engellenmelidir.

İktidar ise artık çürümüş bu yasakçı zihniyetin uygulamalarına karşı açık bir tutum almalı, İstiklâl Mahkemeleri’ni hatırlatan bu absürt ve çağ dışı müdahalelere son vermelidir. Türkiye, ya Batı’nın dayattığı çıplaklık ve kimliksizlik sistemini savunacak ya da kendi köklerine dönerek Müslümanların kıyafetiyle değil ahlâkı ayakta tutmasıyla ilgilenecektir.