Şerif Mardin'i önemserim. Türkiye'nin yetiştirdiği tartışmasız en önemli, en değerli sosyal teorisyendir.

Türk modernleşmesi üzerine yaptığı okumalar, yaptığı özgün aydın sosyolojisi hatta felsefesi çalışması, Türkiye'de din-devlet ilişkilerine dâir ortaya attığı “cesur” tezler, Şerif Mardin'in önemini ve değerini göstermeye yeter.

İKİ TÜRKİYE

En erken döneminin makaleleri arasında Türkiye’nin zihniyet dönüşümüne ilişkin kaleme aldığı metinler, henüz aşılamamış zihin açıcı orijinal metinlerdir.

Şerif Mardin, erken dönem makalelerinden birinde “iki Türkiye”den söz eder. Çok erken tanımlamalardan biridir bu.

Peki nedir iki Türkiye?

Herkesin yaptığı “köylü-şehirli” ayırımına dayanan iki Türkiye değil. Yüzyıl öncesinden Türkiye’nin %80'i köylü, %20'si şehirli idi.

Şerif Mardin, okumalarını ideoloji ve ideolojik öbeklenmeler üzerinden yaptı. Ortaya çok farklı iki Türkiye çıkardı: Laik Türkiye ve Müslüman Türkiye!

Şerif Mardin'in bu iki Türkiye tanımlamasını ve ayırımını yaptığı zaman diliminde aslında “laik Türkiye” bir gerçek değil, resmen, resmî olarak tasarlanan, icat edilen, mühendislik projesi olarak topluma jakoben yöntemlerle yukarıdan dayatılan bir entite'ydi.

Ama gelinen noktada, “laik Türkiye icadı” hedefinin gerçeğe dönüştüğünü gözlemliyoruz. Yaklaşık yetmiş yıl önce yazılan makalenin üzerinden geçen görece kısa süre içinde Müslüman Türkiye sosyolojik olarak da, zihniyet bakımından da çatallanmış durumda.

SOSYOLOJİ METAMORFOZ YİYOR!

Hatta daha da manidar olanı ise, yaklaşık 20 yıl önceki Türkiye’nin sosyolojik ve zihin haritası, tam tersine dönmüş durumda. Çeyrek asır önce %75 (sağ, muhafazakâr, milliyetçi), %25 sol/seküler eğilimli bir grafik izleyen “Türkiye haritası” tepetaklak olmaya başladı: Sol/ seküler kesimlerin oranı %50'yi ziyadesiyle geçmiş bile olabilir.

Sosyoloji kabuk değiştiriyor, Türkiye'de köklü sosyolojik değişim ya da deprem yaşanıyor. Sosyoloji metamorfoz geçiriyor / başkalaşıyor.

Türkiye’nin geleceği açısından bu durum çok tehlikeli.

Türkiye ilk defa çok hızlı bir sosyolojik metamorfoz yaşanıyor. Sosyoloji kayıyor, buharlaşıyor…

Türkiye Tanzimat ile kendinden şüphe etmeye başladı. Meşrûtiyet ve özellikle Cumhuriyet’le birlikte -Tanpınar'ın ifadesiyle- “kendini inkâr etme” sürecine girdi. Özal'lı yıllardan itibaren neo-liberalizmin Türkiye'de hızla köksalmasıyla birlikte, özellikle de son 7-8 yıldır tam anlamıyla kültürel intiharın eşiğine sürükleniyor.

“MERKEZ” NE, “ÇEVRE” NERESİ?

Nasıl bir metamorfoz yediğimizi anlamak için ilk kez Şerif Mardin'in aktardığı ama yanlış aktardığı “merkez-çevre” kavramlaştırmasına müracaat etmemiz gerekir.

Şerif Mardin'in merkez-çevre ilişkilerine dair Amerika'nın muhafazakâr sosyal teorisinin önemli isimlerinden Edward Shills'ten ödünç alarak ülkemize uyarladığı çerçeve, üzerinde kafa yürütmeyi hak eden önemli bir teorik çalışma.

Şerif Mardin, teorik çerçeveyi Edward Shills'ten aldı ama merkez-çevre kavramlaştırmasını çok farklı bir şekilde tanımladı. Shills, Mardin gibi “devlet”i değil “kültür”ü yani toplumu “merkez” olarak konumlandırıyordu.

“Devlet”i, merkez, “toplum”u çevre olarak tanımlamakla Shills'in tanımlamasını, kavramsal çerçevesini tepetaklak ettiğini söyleyeceğim ben Şerif Mardin'in. Her ne kadar kendisini çok önemsediğimi söylesem de, bu gözden kaçan noktaya da özellikle dikkat çekmek isterim.

Aslında Edward Shills'in teorisi çok köklü, yaratıcı ve düşünmeye-kışkırtıcı. Shills, bir toplumun ruhundan söz ediyor. Toplumun değerlerinin yaşanmasının, hayata aktarılmasının, özümsenmesinin neticesinde oluşan ve sonrasında toplumu inşa eden -kendi terimlerimle ifade edecek olursam- yaratıcı ruhundan ve kurucu iradesinden söz etmiş oluyor tabiatıyla. “Merkez”, toplumun ruhu, kültürü, değerleri yani. “Çevre” de bu kurucu, merkezî kültürle kıyaslandığında daha marjinal, periferide kalan kültürler, değerler ve bunları benimseyen sosyal kesimler veya sınıflar.

Devlet'in “merkez”, toplumun da “çevre” olarak konumlandırılması belki de Türkiye'nin yaşadığı çarpıklığı, sosyolojik travmayı, kültürel savrulmayı, daha iyi açıklıyor. Tabiî bu tartışılabilir.

Ama bendeniz burada merkez-çevre kavramlaştırmasını Mardin gibi değil, Shills gibi anladığımı toplumun ruhunu oluşturan kültürünün, değerlerinin “merkez”i oluşturduğunu; marjinal / ithal değerlerin, marjinal / ithal kültürün de “çevre”yi temsil ettiğini düşünüyorum.

Buradan bakınca, toplumun yüzyılların çilesi ve mücadelesi ile oluşan değerlerinin, kültürünün merkezden uzaklaştırıldığını, Batılılaşmanın tohumlarını eken marjinal veya ithal kültürlerin ve değerlerin ise merkeze taşındığını hatırlatıyor ve şu uyarıyı yapıyorum: Bu toplumun ruhunu ve tarih yapma iradesini oluşturan İslâm'ın bin yıllık sosyal ve entelektüel merkez'den uzaklaştırılması, yerine üçüncü sınıf seküler, metamorfoza uğratıcı ithal kültürlerin, değerlerin yerleştirilmesi, merkezî konuma taşınması, kısa vadede toplumu sosyolojik ve zihnî kaosun, dolayısıyla epistemik körleşmenin ve köleleşmenin, orta ve uzun vadede ise yok olmanın eşiğine fırlatacaktır…

Marjinal / ithal değerlerin merkez'e yerleştirilmesi, topluma “yapıştırma bıyık” gibi takılması, toplumun palyaçolaştırılması, celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştürülmesiyle sonuçlanır. Bu, bir toplumun intiharı demektir.

Bu meseleyi yazmaya yarın da devam edeceğim ve bizim intiharın eşiğine nasıl sürüklendiğimizi ve bunu önlemenin yollarını göstermeye çalışacağım.

***

Türkiye, iki yüzyıldır önce asimilasyon (kendine olan güvenini yitirerek erime)) sonra da eliminasyon (yok olma, intihara sürüklenme) süreci yaşıyor…

Bu ülkeyi vareden, yaşatan, tarih yapmasını mümkün kılan değerlerini, kültürünü, varlık sebebini -tek kelimeyle- ruhunu yitirme tehlikesinin eşiğine sürükleniyor hızla…

Çıplaklığın sıradanlığı Çıplaklığın sıradanlığı

ABD'DEKİ MUHAFAZAKÂR AYDINLARIN ÖZGÜN ÇIKIŞI

Şerif Mardin'in Amerikalı parlak muhafazakâr sosyal teorisyen Edward Shills'ten ödünç alıp kendine göre yorumlayarak (aslında “çarpıtarak” demem lazım'dı) popülerleştirdiği “merkez-çevre” kavramlaştırmasını yeniden konuşmanın ama bu kez çarpıtmadan konuşmanın ve Türkiye’ye hakkıyla uyarlamanın tam sırası.

Edward Shills, Robert Nisbet'le birlikte Amerikan sosyal teorisinin en parlak birkaç isminden biridir. Chicago Üniversitesi çevresinde toplanmış öncü teorisyenlerdir bu muhafazakâr düşünürler.

Robert Nisbet'in “The Sociological Tradition” başlıklı çığır açıcı kitabını “Sosyolojik Düşünce Geleneği” başlığıyla Paradigma Yayınları için özene bezene çevirmiştim. Edward Shills'in merkez-çevre ilişkilerini anlattığı öncü kitabı ve “Tradition” (Gelenek) başlıklı nefis kitabı Türkçeye mutlaka çevrilmeli ve tartışılmalı. Hatta yaklaşık 30-35 yıldan bu yana Türkiye'deki İslâmî kesimlerin aydın ve akademisyenlerine Batı'daki bu cins, öncü muhafazakâr sosyal teorisyen ve düşünürlerle diyalojik bir ilişki ve konuşma içine girmeleri gerektiği çağrısı yapıyorum. Bendeniz bu çabayı kendimce gösteriyorum bu tür çalışmaları Türkçede yayınlayarak ve tartışarak. Bir entelektüel kuşağın, medeniyet mefkûresi olan bir öncü kuşağın bu diyalojik konuşmayı gerçekleştirmesi ülkemizin entelektüel hayatını zenginleştirecek bir adım ve açılım olurdu.

“Olurdu” diyorum artık bitti çünkü. Amerika'da sözkonusu muhafazakâr kuşağın da liberal kuşağın da özgün isimleri ve temsilcileri kalmadı. Postmodernlik, radikal akımları kışkırttı kaçınılmaz olarak. Batı düşüncesinde merkez fikri çöktü.

Ayrıca görülmeyen başka bir hâdise de yaşandı. Cassirer, Batı düşüncesinin yaratıcılığını yitirmesini “entelektüel merkez” olacak bir fikri kalmamasına bağlıyordu haklı olarak. Üstelik de oldukça erken bir tarihte. Henüz kendisinin de bayraktarları arasında yer aldığı yeni-Kantçılığın çok revaçta olduğu bir zaman diliminde.

Casirer'in cins bir düşünür olarak görece erken bir tarihte Batı uygarlığının entelektüel merkez'ini yitirdiğini görmesi, onun sanat felsefesi, sembolik formların felsefesi üzerinde derin ve uzun soluklu eserler vermesinin bir meyvesiydi, diye düşünüyorum. Bütün sanat türlerinde ortaya çıkan modernizm akımının ürünü atılımlar, modern düşüncenin insanı tanrılaştıran merkezî fikrinin dayanaksız ve dayanıksız olduğunu gözler önüne seriyor, modernliğin ölümünü ilan ediyor, postmodenliğin yapıtaşlarını döşüyordu.

RUH YİTİRİLİRSE, ENTELEKTÜEL MERKEZ DE YİTİRİLİR

Meseleyi, doğrudan dünkü yazımda girdiğim Türkiye’nin İslâmî merkez'ini yitirmeye başladığı ve bunun bizim neden intiharımız olduğu meselesini tartışmaya getirmek istiyorum.

Entelektüel merkez kavramına mim koymak gerekiyor tam bu noktada.

Edward Shills, bir toplumun değerlerini, anlam haritalarını, sembolik haritalarını oluşturan kültürünü, dolayısıyla ruhunu “merkez”; bu kurucu temel değerlerin dışındaki kültürel ve sosyolojik oluşumları ise “çevre” olarak konumlandırıyor.

Özetle, bir toplumun kültürü ve ruhu, toplumun merkez'ini oluşturuyor. Toplumdaki diğer zihnî ve sosyokültürel marjinal oluşumlar veya öbeklenmeler ise “çevre”yi temsil ediyor.

Şerif Mardin, Türkiye'de laik devlet'in “merkez”i; iktidar alanına maruz kalan, dışına itilen toplumun, İslâmî çevrelerin ve değerlerin ise “çevre”yi teşkil ettiğini söylemişti. Edward Shills'in teorisini alıp bu şekilde uyarlamak Türkiye'de yaşanan toplumu jakoben yöntemlerle tepeden İslâm'dan uzaklaştırarak laikleştirme (yani asimilasyon ve eliminasyon) cinayetlerini açıklamak için elverişli olabilir.

Ama Edward Shills'in orijinal teorik çerçevesi çok önemli ve açıklama gücü güçlü bir çerçeve. Bendeniz doğrudan oradan kalkarak Türkiye’nin yaşadığı kültürel intihar girişimine dair sarsıcı birkaç cümle kurmak istiyorum.

KÜLTÜREL İNKÂR'DAN KÜLTÜREL İNTİHARA…

Türkiye, Tanzimat’la birlikte kendinden yani İslâmî kimliğinden ve tecrübesinden şüphe etmeye başladı.

İkinci Meşrûtiyet'ten, özellikle de Cumhuriyet'ten itibaren ise Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yerinde ve keskin gözlemiyle “kültürel inkâr” süreci yaşamaya koyuldu. Bu ülkede uygulanan radikal Batılılaşma / laikleşme projeleriyle toplumun ruhu, medeniyet kökleri inkâr edildi, topluma ruhunu veren İslâmî merkez değerler, anlam haritaları, devletin ve hayatın bütün alanlarından hızla tasfiye edildi. Gelinen noktada toplum kültürel intiharın eşiğine sürüklendi.

Gelinen nokta; Nietzsche'nin pasif nihilizm olarak adlandırdığı duyarsızlaşma, her tür hedonizm biçiminin zıvanadan çıkması, liselerin bile teşhirciliğin mekânlarına dönüşmeye başlaması.

“DEVLET” VE “İSLÂMÎ MERKEZ”

“Devlet” konusunda çok yanlış ve saçma sapan bir masal üretiliyor bu çorak ülkede: “Bu ülkede 2500 yıllık devlet aklı var. Devletimiz her şeyi iyi biliyor, hâl yoluna koyuyor, koyacak…” diye diye milleti uyuttular.

Bu ülkede milletin devleti filan yok, kalmadı, yok ettiler.

Küçük bir devşirme şebeke devleti ele geçirdi iki asırdır.

Ülkenin sosyolojisini yerle bir etti bu şebeke ve uzantıları…

Bu ülkede milletin devleti filan olmadı, modernleşme tarihimizden bu yana.

Bu ülkede “millet” kalmadı.

Fransız devriminin karikatürü, milleti uyutarak ülkeyi soymak için yüceltilen ve topluma aba altından soba gösteren sahte ideolojilerin kölesi yığınlar icat edildi.

Şimdi de son 7-8 yıldır popülist bir “milliyetçi merkez siyaset” icat ediyorlar…

Ak Parti'nin altı oyuluyor adım adım…

AKP'li tipler ve onların Ak Parti dışındaki işbirlikçileri devrede…

Millî Görüş'ün de böyle böyle altı oyulmuş, bitirilmeye çalışılmıştı.

Türkiye, çok tehlikeli bir çıkmaz sokağın eşiğine doğru sürükleniyor hızla…

“İslâmî merkez” boşaltıldı.

İslâmî entelektüel merkez de.

İslâmî siyâsî merkez de.

İslâmî sosyal merkez de buharlaştı.

Derinlemesine durup düşünmenin, köklü, uzun soluklu okumalar yapmanın tam zamanı…

Yusuf Kaplan, Yeni Şafak