Toplumların çöküş ve diriliş çizgilerini anlatan tarih, yalnızca geçmişin soğuk sayfalarında kalmış bir anlatı değil; bugünü ve yarını şekillendiren en büyük uyarıcıdır. Ancak bizler, bu satırlarda gizli hikâyeleri bir masal gibi okuyup geçiyor, onlardan ders çıkarmıyoruz. Oysa her hikâye, bir milletin varlık sebebiyle yaşadığı hayat arasındaki bağın, doğruluk veya sapma noktasında bize işaret eden bir aynadır. Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber’de kaleme aldığı bu yazısında, tarihten süzülen ibretleri, Batı’nın değer sistemine teslim olmuş hayat tarzımızı ve inanç-ahlak temelli bir diriliş ihtiyacını güçlü bir şekilde hatırlatıyor.
Milletlerin hayatını tarihten okuyor ve onların bozuluş ve çöküş sebeplerini bir “hikaye” gibi görüyor ve üzerinde düşünmüyoruz. Halbuki hikayeler, bir kişi veya toplumun varlık sebebi ile yaşadığı hayat arasındaki gerçeğin, doğruluk veya yanlışlığına işaret etmektedir.
Hikayelerimizden ibret almak:
Bizim de toplum ve medeniyet olarak bir hikayemiz var. Acaba, bir bu hikaye üzerinde ne kadar düşünüp, ondan ne gibi sonuçlar çıkarabiliyoruz?. Her olayı, kendi ortamı içerisinde değerlendirmek gerekir ama, o olay; gelecek zaman için de bir bilgi ve işaret verir.
Mehmet Akif merhumun: “Hiç ibret alınsaydı, tarih tekerrür eder miydi!.” Diye çok önemli ve düşündürücü bir mısrası vardır. İnsanlar, genelde aynı temel konularla kendi varlık ve birlik çabası içinde olurlar. Bunlar, ana hatlarıyla: Din, Ahlak ve bunun arkasından yönetim, iktisat ve hukuk. Çünkü; bir insan ve toplumun kaderi, inanç ve ahlak sistemine bağlı olarak şekillenir. Siyasi, iktisadi ve hukuki sistemler de, bu doğrultuda gerçekleşir. Çünkü fikir ve inanç olmadan, bu sistemlerin nasıl oluşturulabileceği, bilinmez.
Fakat, Batı’da bunun tersi olmuş, Ortaçağ’da menfaat ve hakimiyet faktörü ile siyasi, iktisadi hırslar, inanç ve ahlak sistemlerini kendi kontrolünde gerçekleştirerek, kuralsız bir toplum anlayışı ortaya çıkmıştır. İnsanlar; ne kadar bilgi ve tecrübeye sahip olurlarsa olsunlar, sistemleri çalıştıracak ve onları doğruya ve adalete kavuşturacak “değerler”, ancak din ve ahlak sistemleriyle mümkün olabilmiştir. Çünkü, insanı gerçekten iyiye ve doğruya yöneltecek şey, bilgi ve tecrübeden çok, inanç ve ahlak değerleri olmaktadır. Bu değerler kaybolduğunda veya işlemez hale gelince, artık ne ilmin, ne siyasetin, ne de iktisadi durumun doğru ve adaletli bir şekilde gerçekleşmesi mümkün olamamaktadır.
Günümüzde bunun somut haline vakıf olabiliyoruz. Anayasalar, kanunlar, yönetmelikler alabildiğine ön plana alınıyor fakat, adalet, merhamet ve güven faktörü giderek fonksiyonsuz hale geliyor. Çünkü, bu kural ve yönetmeliklerin temelinde inanç ve ahlak sistemleri yer almamaktadır.
Yaşama Sistemimiz, Değerlerimle uyumsuz:
Birçoklarımız, yaşadığımız hayatta mutlu ve huzurlu olduğumuzu söyleyemiyoruz. Bu tesbitim, imkanlarımıza karşı nankörlük manasında anlaşılmasın. Tek kelime ile, inandığımız gibi yaşamıyor ve bunun sıkıntısını ciddi bir şekilde duymuyoruz. Çünkü insan,”inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar” hikmetli sosyolojik gerçek ile karşı karşıya kalıyoruz..
İçinde yaşadığımız sistemi, bir “kader”gibi kabul ettiğimizi de itiraf edelim!.. O zaman, bu konuda Allah’ın bize sunduğu “Bir toplum, kendi halini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez!..” ayetini nereye koyacağız?.. Hayatımız, değerlerimiz tarafından oluşturulan kültürel sistem ile sürdürülmüyor, çeşitli yollardan gelen ve temelde Batı düşünce ve hayat felsefesinden kaynaklanan bilgi, sistem ve yaşama tarzları ile ortaya çıkan bir hayat tarzını şuursuzca devam ettiriyoruz!?.. Elbette, bir süre sonra; inanç ve ahlakımıza aykırı bu davranış tarzları, inanç ve ahlak sistemimizi de yozlaştırıyor ve bu durum, her gün bir değer’imizi kaybederek, bizi aslında istemediğimiz ve varlığımıza ters bir yöne doğru çekiyor.
Bildiğimiz gibi, sosyolojik ve toplumsal hadiseler, birden bire ortaya çıkmıyor. Küçük küçük değişme ve sapma hadiseleri, günün birinde inanç ve ahlakımız alanında çok büyük yozlaşma ve çöküntülere sebep oluyor. Bu sosyal çözülmelere müdahale etmediğimiz için, günün birinde kendi yaşama felsefemizden ve kurallarımızdan ne kadar uzaklara sürüklendiğimizi fark ediyoruz. Ama, iş işten geçiyor.
Şu anda; düşüncesi, konuşması ve giyimi ile inanç ve ahlakımıza yüzde yüz ters bir genç nesil ortaya çıktığını kimse inkar edemez!.. Ama bu durum, bizim bozulma ve çürümeye karşı birtakım hazırlıklar yapmayışımızdan, dini ve ahlaki değerlerin dayalı olmayan bir sistemin farkında olmayışımızdan veya bunu önemsememizden kaynaklanıyor.. Bu gelişmelerden mutlu olduğumuzu da kimse söyleyemez. Ama, eğer inanç ve ahlakımızın değerli olduğunu kabul ediyorsak, artık bu çözülme ve yok oluşa karşı bir direnç göstermemiz gerekiyor.
İnanmadığımız, doğru olmadığını gördüğümüz bir davranış ve tutuma karşı, bilgiyle, akılla ve cesaretle bir çaba içine girmemiz gerekiyor. Kitap okuyarak, sohbetler yaparak, iktisadi ve kültürel işbirlikleri yaparak.. Hiçbir emeğin karşılıksız olmayacağını bilerek..
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber




