Levha:  30 Kasım 1985… “Doğum yerim!” diye içime doğuyor… Orada TAŞ KABARTMA figürler önünde ŞERİF MUAMMER… Sanki eski TARİH diliminde ŞEHİR; tarihî bir şehir ve o zaman… Şerif Muammer benimle övünüyor!..

*

MESKAT: Doğum yeri. Düşülecek yer. (MİSKAT: Su kovası. Tabut. MU-SA.): 209.
Dehr: Geçmiş ve istikbâl, ân’da. Tafsil mertebesinde ÂN, icmâl mertebesinde DEHR: 209.
Her-ca: Her yer. (Levha: 11 Aralık 1988… Üstadım, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nden bir söz naklediyor: “Neslihan her yerde demektir?”… Neslihan kelimesinin mânâsı bu imiş… Her yerde arayıcı olmak bakımından onun HAFİYE, her yerde aranmak bakımından da UFUK ile ilgisi üzerinde duruyorum… Ve Neslihan, Üstadım’ı hiç yalnız bırakmamış… NASLI-HAN KERİMEM: “O ve Ben” isimli eserden: Muhib evimize geldi. Kendisine, Efendi Hazretleri’nin Neslihan’a gönderdiği mektubları gösterdim. Muhib, hayretle bir noktaya dikkat etti. Mektubun başında NESLİHAN Kerimem’e hitabı, SİN yerine SAD harfiyle NASLI HAN şeklinde yazılmıştı. Bizse bu noktaya yıllardır dikkat etmemiştik… DEDİ Kİ: Bir yerde olan her yerdedir, her yerde olan ise hiçbir yerde değildir. Mevlâna Sadeddin Hazretleri’nin bu sözleri, VAHDET EHLİ’nin mezhebini bildirmek içindir. Demek istiyorlar ki: Bütün tecelli aynalarında tecelli eden hakikat birdir. Lâkin, İlâhî isimlerin gereği ve imkân âleminin değişikliği bakımından türlü türlü zuhur etmiştir. Zuhurların değişiklik ve aykırılığından, hakikatin başka olması icab etmez… NASLI-Han: ŞERİAT’in sahibi ALLAH Sevgilisi başta, BERZAH makamından olan… NASLI-Han Kerimem: 1131= 132: İSLÂM: KALB.): 209.

*

HERCAÎ: Her yerde bulunan, kendine mahsus bir yeri bulunmayan: 219.
FİLOZOF: Mütefekkir: 219.
ZÜBEYR: Yazılı küçük şey. Allah Resûlü devrinde yaşamış ünlü şair. (Tilki Günlüğü’nden: Üstadım’ın vereceği TAKDİM Yazısı ile ilgili hissime, “Zübeyr!” diye haykırması. Uyandım.): 219.
Kay’am: Kedi. (Hadîs: “Her ümmetin bir HAKÎM’i vardır, bizimki de EBU Hüreyre’dir”… Ebu Hüreyre: Kedi babası… Senar: Kedi. Ulu kişi. Hatm-Yüzük. Sıfır. Son. Tamamlığa erişen.): 220= 1219.

*

ŞERİF Muammer Erdiş: 451.
Seydî Mahmud Hayranî: 451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
MİTA’: YOLLARIN BİRLEŞTİĞİ YER. Bir yerin son bulduğu yerin sonu: 452= 1451.
NEBT: Ot. Bitme, yerden çıkma. RÜYÂ. (Kusto hatırlanmalı.): 452= 1451.
Tammat: KIYAMET: 451.

*

ERZİNCAN: Doğum yerim. (Yevmiye: Benim bir misâlim var… Şimdi bir ERZİNCAN depreminde otuz-kırk bin kişi ölür, ah vah edersin… Şurada bir vazo kırılır, buna daha çok üzülürsün, çünkü kendi nefsine âit birşey… Birini ne kadar sevsen, onun ölümüne üzülsen, kendi canın başka… Nefsimizin bir hakikati var… BİR NOT: 12 Eylül 1980’den sonraki adam toplamalarda, ne yaptığımı sorduğu zaman, aldığı cevab üzerine, ilgileniş sebebi ile ilgili olarak bunu söyledi… YEVM: ÂN. HÂLÂ.): 322.
Mirzabeyoğlu: 322.
Mürcif: Zelzele. Mutlak bir şeyle meşgul olan. (Racife: Deprem. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.): 323= 1322.
Kariha: Fikir kabiliyeti: 323= 1322.
Gebeş: Koç. (Fürfür-Semiz, besili koç: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî): 322.

*

TARİHÎ Şehir: 1736.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1736.
Nufaha: Su üzerindeki kabarcık. (Ab-Süvar: Su üstündeki kabarcık.): 736.
Ezkiyad: Keskin zekâlılar. Çabuk anlayışlılar. (Ez kiye?-Ben kimim?: 40: Delv-Kova. “Mu-sa”): 736.
Mutasavver: Tasavvur edilmiş. Tasvir edilen. Hatırdan geçen. KABİL. Kabiliyetli: 736.
Mutasavvir: Tasavvur eden: 736.
HALÎD Bin Velid: (KURTUBÎ: Hâlid Bin Velid’in kılıcının ismi: 321: Mirzabeyoğlu.): 737= 1736.

*

TARİHÎ Şehr: 1726.
Hülâsa: Bir şeyin, bir bahsin özü: 726.
KEVSER: Cennet ırmaklarının kaynakları. Cennet’te bir havuz veya NEHİR. Kur’ân. Hikmet, ilim. İSLÂM, TEVHİD. Marifetullah. İlm-i Ledün. Kıyamete kadar gelecek Al, Ashâb, Etbâ ve onların iyilikleri, hayırları. Bereket. Kesretten mübalâğa - gayet çok şey. Kur’ân’ın 108. Sûresi. (Kur’ân’ın en kısa Sûresi budur. NAHR-Kurban Sûresi de denir. Bu Sûre’nin, Allah Sevgilisi’ne kâfirlerin EBTER demesi üzerine indiği de söylenir. Erkek evlâtları yaşamadığı için, “soyunun kesik” olduğu… Arkası gelmeyeceği için, PEYGAMBERLİK işlerinin akim kalacağı kasdıyla, zayıf ve değersizliğini belirtme… HİKMET açıktır: Allah Sevgilisi’nden sonra PEYGAMBER gelmeyecektir. Gelecek olanlar, “O’ndan bir parça olan Fâtıma Hazretleri’nden gelenler ve EHL-İ Beyt çerçevesine giren varisleri; “Benî İsrail Peygamberleri GİBİ, O’nun Şeriatine VARİS olanlar”dır. Müfessirler, KEVSER Sûresi’nin, kısa oluşuna nisbetle, öz ve geçen Sûrelerin bir tamamlayıcısı olduğu gibi, sonraki Sûreler’in de tamamlayıcısı olduğunu belirtmişler-dir.): 726.
Şevket: Kuvvet ve kudretten doğma haşmet. Diken. (Mi’ve: Meyve. Diken. Kıl.): 726.
Mahuf: Korkulu. Tehlikeli: 726.
Muhavvif: Korkulan. Korkutucu: 726.
Hapishâne: 726.

*

NYMPHALAR, beden rahatsızlığı ile birlikte hususen “belden aşağı” lâflarla çalışmalar içindeler. Ben de onları karşılıksız bırakmıyorum. Yazı tarzım hakkında da, –tevafuklar hakkında!–, anlamadıklarından değil sinirimi bozmak için lâf ediyorlar. Cevabımda, onların bana söyledikleri de var: “TATLIM, her şeyin her şeyle ilgisi var da, her şeyin her şeyle ilgisi nasıl var. Sen söylediklerimin bir TERKİB ifâde edip etmemesine - hayatiyetine bak!”… Çaktırmadan, rakib oyuncuyu seyrederken takdir de etmiyor değiller olduğunu da söyleyeyim… Anlarken ahmak görünmek de zor!

*

MEDÎH: Methetmeye sebeb olan şey, mevzu: 62.
Mehdî: 62.
Beyin: 62.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 1062.
Müzavece: Çift olmak: 62.
Hala(let): DOSTLUK: 62.
Bâtın: İçyüz. Gizli. Sır. Esrar. Künh ve zâtı itibariyle gizli. Allah’ın 99 güzel isminden biri - ZUHURUNUN ŞİDDETİNDEN GAİB mânâsına gelir: 62.

*

RÖLYEF: Müsennem-Kabartma, işlenmiş, hakkedilmiş olan. Duvar ve tavanda, kabartma süslemeler: 326.
Kaskase: Çok karanlık gece. ASÂ-İktidar sembolü: 326.
Tezkere: Herhangi bir iş için izin verildiğini bildirmek üzere alınan resmî vesika. Not yazılı küçük kâğıt, pusula: 1325= 326.
Mıgrefe: Kepçe. (Heytal: Tilki-gönül, kalb… Heytale: Helva kazanı… Üstadım’ın ÇİLE isimli şiirinden: Benliğim bir KAZAN ve AKLIM KEPÇE…): 1325= 326.
İndira’: Bir işe teşebbüs. Buluttan kurtulma: 326.
Ferahem: Toplu, devşirili. Birikme: 326.
Naur: Kanı durmayan damar. Döndükçe gıcırdayan Dolab. (Çal-âb: Su değirmeni… Çalab: Mabud. Râb. İlâh.): 326.
KIRGIZ: 1326.
 

KABA - TAŞ

 
LEVHA: (…) Ağustos 2006… Dedemle (Muammer Şerif) deniz kenarında yemyeşil düzlük bir yere gezmeye geliyoruz. Orada, üzerinde KABATAŞ yazan bir LEVHA var. Uzun boylu, simsiyah saçlı, beyaz ihram giymiş olan bir Zâtı görüyoruz. Ben kendisine nereden geldiğini sorunca, “Lübnan’dan; İngilizce, Fransızca, Almanca, Arabça bilirim!” diyor. Annem “Salih Mirzabeyoğlu’nu tanır mısın?” deyince, “evet tanırım!” cevabını veriyor. Bunun üzerine Dedem, sinirle “Sen kimsin?” diye sorunca, “Allah Resûlü” olduğunu söylüyor. (Ali Murad Eren.)

*

HADRA: Yeşillik. En yeşil. Yemyeşil. Sebze: (HADRE: Yüzyüze olmak. “Hilâfet. Kaya, taş. “Hadis-i Şerif”… HADR: Acele etmek. Mâni olmak… HADİR: Sûkun. Gevşek. Kust… HADİR: Kişneyen ât. Sahil. Evveli bilinmeyen hâl ve zaman. Kadim. Öten güvercin. Haberci… HUDARA: Allah için, Allah aşkına… HUDARA: Karanlık gece. Leyl. Karanlık bulut… HUDARE: Deniz. İlim. Lisân. Kâinat nizâmı… HUDARET: Yeşillik. Mavilik.): 602.
Amene’r Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: (Yevmiye: “Beni kurtaran âyet şu oldu, dikkat et: (…) Allah sana o yükü çekebildiğin için veriyor. Sevinmelisin!”… İşin fizikî tarafı bir yana, bedenî acıyı herkes anlar, hoş tarafı NYMPHALAR’ın bütün vaktimi işgal eden “çalışmaları” boyunca alay niyetine, –“alay niyetine” diyorum “alay” demiyorum, çünkü bu onları büsbütün AHMAK yerine koymak olur–, bana söyledikleri “acı mı çekiyorsun!” dedikleri ruhî tarafıdır ki, bunu anlayan? Elbette vardır ama, bu “ama” bana fazladan yük yüklememeleri gerektiğini anlayanlardır… Üstadımın tâaaaa 1980’den beri geçerli görgüsü, en mahrem plânda tek dayanağım. TELEGRAM, toplamı içinde bir SAFHA: “Bir zerreciğim ki ARŞA gebeyim”; hayatım, “ya bu deveyi güdersin, ya geber!” şuurundan ibaret… Üstadım’ın TARİH MUHASEBESİ (1839-1979) şiirinin son beyti: Çözdük her müşkülü derlerse de ki, — Sonunda VAR OLMAK müşkülü kaldı!): 602.
Sukb: Delmek. Yırtmak. (Sakb: Delme. Delinme. Bir taraftan diğerine açık olan delik. Sütü çok olan DEVE-NEFS. Çok kırmızı. İdrak.): 602.
Berkaş: Nakşetmek. Nakışlamak: 602.
Bürt: NEBAT şekeri. Balta. Rüyâ tâbir etmek: 602.
Süpüş: BİT. “Kendinden zuhur. Kendinden misilsiz kuvvetli bir şeyi altetmek”: 602.

*

KABATAŞ: İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nın yanı. Boğaz’ın kıyısı. (Kabataş: Kalbin sıfatı. Kalbte Allah Resûlü’nün ismi. Muhammedî rahmet. “Hadîs-i Şerif”… KA’B-Topuk kemiği, ayak bileği. Şân, şeref, mecd, büyüklük: 92: KA’B-Hazret-i Ebubekir devrinde Müslüman olan ve İsrailiyatı “yitik mal” olarak en çok aktaranlardan bir âlim. “Sa’lebî ve Kısaî gibi İslâm tarihçileri, ondan çok rivayetler aktarmışlardır”… KAB: Yayın kabzasını tutacak yeri. “Mesih. Yeni yay. El yürütmek. Ruh-Gümüş”… KA’B-Tas. Çanak: 172: KAB’-Seyahat etmek: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş: Makleb-Kalbetme, bir şeyin altını üstüne çevirmek. Kalbedilecek yer. Kalbin hâli… KABBE: Yağmur çiseleme. Rahmet serpintisi… KABA: Üste giyilen kaftan… KABE: Yumurta… KA’BE: Kâbe… HAŞ-Kalb: 309: ŞAT-Büyük nehir. “Zaman içimizde akıyor.” Ruh: KURT-Küpe. “Bilezik. Nefs”: RUZNÂME-Takvim: RAKDE-Berzah. Uyku, rüyâ. “Tilki Günlüğü hatırlanmalı”: TAŞŞ-Yağmur çisintisi… TAŞ: Dünya.): 412.
YAR-I GAR: 412.
Ayât: Ayetler, deliller, menziller, mekânlar: 412.
Biyt: Kuvvet. (BİT: En hızlı gizlenen hayvan… PİRE: Nisbet olarak kendi cüssesine göre en yükseğe zıplayan hayvan.): 412.
Gaybet: Başka yerde bulunmak. Bir şeyin diğer şeyde gaib olması: 412.
Bît: Gıda. Kut. (Kut’a: Rüyâ tâbir etme. Başka yere gitme.): 412.
İcazet: İzin. Müsaade: 412.
Müşebba’: Dolu. Doymuş. Tam renkli: 412.
Cibave(t): Toplamak, cem etmek: 412.
Hiddet: Öfke. Kızgınlık. (İ’tisab: Hidetlenme. Kanaat etme… İHTİDAD-Hiddetlenme. Hızlanmak: 418: Necib Fazıl Kısakürek: Musa Mİrzabeyoğlu.): 412.

*

LÜBNAN: (Dilek mânâsına gelen “lebanet” kökünden, bir dağ adı.): 133.
Ebu-n Necm: TİLKİ. (Ebu: Baba… Necm: Yıldız… Ebu-n Necm: Yıldızların babası. “Kainatın babası”… Birr: Kalb, gönül. Nefs. Takva. Temizlik. Tilki yavrusu… İNSAN, Kâinat’ın bir nüshası, suretidir. Kâinat, bir insanın TAKVA sahibi olması şartlarında yaratılmıştır. Bu mânâ çerçevesinde de, KAMİL insan için Kâinat, KÂMİL İnsandır. Topyekün Kâinat, İnsanın içinde… Kâmil İnsan, EBU-Z Zaman olduğu gibi, Kâinat’ın babası… Başta, Allah Sevgilisi, Peygamberler, ilâh…): 133.
ABBAS: Arslan. Gazanfer. (Allah Resûlü’nün amcalarından birinin ismidir.): 133.

*

LÜBNAN: 133= 1132.
“NASLI-Han Kerimem”: 1131= 132.
Eflak: Felekler. Gökler. Dünyalar, âlemler: 132.
Haftan: Kaftan: 1131= 132.
Bismil: Boğazlanmış. Kesilmiş. (Tasavvufta, mutlak tabiiyet ifâdesiyle, nefsin-aklın teslimiyeti; bağlılardan ve hesabı görülmüşlerden, “mahsusb”lardan mânâsı için… Besmele ifâde eden terkibte, “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle başlamak”; ilk Sûre olan FATİHA’nın bağlısı, MUKADDER OLUŞ ifâdesi ile her Sûre’ye başlarken okunan. “Kur’ân’ın sırlarını bilen ariflere göre, her sûrenin başındaki Besmele, o sûrenin bütün mânâlarını barındırır!”… Allah Sevgilisi, bütün ahlâkî yücelikleri haizdir ve diğer Peygamberlerden ayrılan vasıflarından birisi de, KELÂM ve MÂNÂ TOPLAYICILIĞIDIR: “Bana, bütün söz ve mânâları kapsayan verildi ve ben üstün ahlâkı tamamlamak için yaratıldım!”… Varlıktaki herşey, kelimelerin hakikati ve özünde, Allah’ın kelimeleridir. Hepsi KÜN-OL hükmünün eseri…): 132.

*

-ŞİNAS: Tanıyan, bilen, anlayan: 412.
EBU EYYÜB-İL ENSARİ: 412.
Hüccet: Sened. Delil. Şâhid: 412.
Atî: İSTİKBÂL. Önde. Aşağıda. Vâki olan. Muhakkak olan: 412.

*

TAARÜF: Birbirini bilmek, tanımak: 751.
Arafat: Âdem Aleyhisselâm ve Havva anamızın bir araya geldikleri yer. İbrahim Peygamber’le CEBRAİL Aleyhisselâm’ın konuştuğu yer. Allah Sevgilisi’nin VEDA Hutbesini okuduğu yer: 751.
Müşahedat: Görüşler. Keşifle seyredilenler. Mücerret bir his ile katiyetle hüküm ve tasdik olunan şeyler: 751.
 

KÜTAHYA - ILICALARI

 
Levha: 31 Ekim 1988… Bir dere… Çevresinde, tatil yapanların çadırları… KÜTAHYA Ilıcaları imiş. (…) Bakıyorum, AT arabasının altına doğru bir yerde, ÇİNGENE kabkacak kalaylıyor… Adam, DAZLAK kafalı bir zenci!.. ZENCİ Çingene!.. Burnunun ucunda, uzunlamasına ve uzun bir KEMİK… Burnuna MANDAL gibi tutturuluyor…. Ateşteki tencereye doğru eğilip kalayın dumanını üflerken, “yaz bitti, ciğerlere yine duman çekme zamanı geldi!” diye, esef ediyor… Duman, kalaydan çıkan duman… Ayrıca, adamın kafasında yumruk büyüklüğündeki YARIMKÜRE MERMER ve taşlar dizili bir ŞERİT… Ben, dışarıdan bakıldığında mânâsız bir süs olarak görülebileceğini, oysa o adamın o süsünün, onunla ve onun KÜLTÜRÜ’nün Tarihiyle özdeşleşme ile ilgili olduğunu düşünüyorum!

*

KÜTAHYA: Tilkinin bol olduğu yer. (Küta’: Tilki eniği. “Gönül. Kadın.” Tamamlanmak. Toplanmak… Tarihteki LİDYA Krallığı’nın bulunduğu bölge, şimdiki KÜTAHYA Şehri ve çevresi; alâmeti de TİLKİ. “Lidya Kralı Gyges, M.Ö. 7. yüzyılda, yanları hafifçe bastırılmış YUMURTA şeklinde birbirine eşit külçeler bastırmıştır. Külçenin bir tarafında TİLKİ kabartması. Kral Kroesus ise, hakikaten güzel basılmış, kıymetleri devletçe garanti altına alınmış altın ve gümüş paralar kestirmiştir!”… LEYDİA: Lidya… Lady: Leydi okunur. Asilzâde kadın. Hanımefendi… Leydi-leidi telaffuzu aynı… LEDİE: Kepçe. Büyük kepçe. Pota-maden eritilen kab… LID: Gözkapağı… Alman şairi, Maria Rilke’den: “Ey hiçbir gözkapağının altında uyku olmayan saf çelişki!”… KUTA’: DÜŞ yormak. RÜYÂ tâbir etmek. Su kesilmek. Başka yere gitmek… “GÖNÜL uçmak diler kapında ey veli — Can kuşudur kanadı kırık ey dost!”; GERMİYAN, yâni KÜTAHYA’da doğup büyümüş, 1431’de vefat ettiği bilinen, ŞEYHÎ mahlâslı bir Divan şâirinin beyti. GERMİYAN, Yıldırım Bayezid (1389-1402) döneminden evvel Kütahya civarında hüküm süren bir beyliğin ismi: GERMİYANOĞULLARI Beyliği… GERM, “sıcaklık, kızgınlık” mânâlarına geliyor, aynı zamanda “çabuk öfkelenen, gayretli, hamiyetli”… ALİ Hışıroğlu: “Tam bir kargaşa ortamında 24 yaşında tahta geçip memlekette yeniden istikrar ve sükûnu sağlayan ÇELEBİ MEHMED, muazzam ve muntazam bir dış siyaset izleyerek ve mükemmel siyasî manevralar düzenleyerek OSMANLI İmparatorluğu’nun yeniden toparlanmasına vesile oldu. Bazıları onun 9. asrın yenileyicisi olduğunu söylerler!”… ÇELEBİ ünvanı, MEHMED Çelebi’nin (1413-1421) edebî ve ilmî kişiliğini de gösteriyor. Büyükannesi’nin MEVLÂNA’ya intisabından dolayı da ÇELEBİ dendiği… DİVAN Edebiyatı’nın önemli ilk şâiri ŞEYHÎ, YILDIRIM Bayezid ve ÇELEBİ Mehmed’ten sonra, İKİNCİ Murad devrinde de yaşamış… ŞEYHÎ-Pirî: 920: ZİKR-Anmak, hatırlamak. KUR’ÂN’ın bir ismi: ZÜKR-Kalbteki fikir: MAHREF-İftihar etmeye sebeb olan şey: TEŞEKKÜR-Şükretmek: FUZLA-Çok faziletli: TEANNÜT-Meşakkate düşmek… ŞEYHÎ: 920= 1919: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu: BUZAĞI: Hızve-Kadının, kocasının yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması. “Ruha tâbi olmuş nefs.”… ŞEYHİ’nin, HARNÂME isimli şiirini bilmeyen yoktur: “Bir eşek var idi za’if ü nizar” diye başlayan. Şeyhi’nin bu eserini 15. yüzyılda yazmış olduğu dikkate alınırsa ve Batı’da gerek La Fonten ve gerekse George Orwell’ın “Domuzlar Diktatoryası”na gösterilen ilgi ve kıymete kıyas edilirse, HARNÂME’nin şöhretine nisbetle kıymetinin-mânâsının yeterince takdir edilmediği anlaşılır… ŞEYHÎ’nin asıl ismi Yusuf Sinanüddin… Ahmedî isimli bir şâirden epey ders aldıktan sonra, İRÂN’a gidiyor ve orada DİNÎ eğitim ve TIB ilmini alıyor. Mahlâsı, tasavvufa ilgisi dolayısıyla… GÖZ hekimliğinde şöhreti Germiyan dışına da çıktığından, Sultan Çelebi Mehmed’in gözlerini tedavî için Ankara’ya gidiyor. Tedavînin başarılı geçmesi üzerine, birçok hediyenin yanısıra tokuzlu-Dokuzlu isimli köyün de timar olarak verilmesi, köyün eski sahiblerinin onu hırpalamaları, bunun üzerine Padişah’a HARNÂME ile durumu bildirmesi. ŞEYHÎ’nin, HACI Bayram Veli’nin müridi olduğu da rivayetler arasında… ILC: Yabanî eşek. Dil. Uzun zaman. Kervan… ILAC: Bir şeyi yerinden almak.): 1441.
KISAKÜREK: (ILICA: 59: Mehdi… Kütahya Ilıcaları: 441+242= 683: Salih İzzet Erdiş.): 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 1441.
Teslis: Üçleme: 441.
Etemm: Tam, en mükemmel, noksansız: 441.
Lahut: İlâhî âlem. Ruhanî, mânevî âlem: 442= 1441.
İyalet: İdare etme, VALİLİK yapma. “Ruh”. Bir vâlinin idare ettiği belde: 442= 1441.

*

ÇİNGENE: (MISIR’ın yerli halkı KIBTÎ, Balkanlar’da ROMAN, Türkiye’de ÇİNGENE gibi, çeşitli devlet ve milletlerde topluluklar hâlinde ve yakın zamanlara kadar göçebe yaşayan insanlar… ÇENG: El, pençe. Eğri, büğrü. Piç-a-piç. Evveli bilinmeyen… Çingeneler’in, evveli bilinmeyen zamanlara âit, son devrin Avustralyalı yerlileri için ve aslı LATİNCE olarak Roma’nın en eski bilinmeyen halkı için de kullanılan ABORJİN kelimesinin ifâde ettiği mânâda, bütün dünyaya yayılmış bir halk olduğunu biliyoruz: Çeşitli devletler ve milletler içinde görünen… ROMAN: Tamamlanmamış iş… Bu tâbir bile, en eski topluluktan, ona benzer ve asıl mânâsını gösteriyor. KIRIM dilinde, bir kavimden ayrılan-türeyen boyların YOZ diye anılması ve bundaki değişim mânâsının kötüleme olmaması, ROMANLAR’ın çeşitli kavimlere ve milletlere ayrılanlara mukabil, bu tamamlığa ermemiş bir KÜLT varlığını gösteriyor. Onların, HİNDİSTAN’ın bir bölgesinden dünyaya dağıldıkları da söyleniyor. Genel olarak, kendi RİTLERİ’ni korudukları ve içinde bulundukları topluluklara göre sağladıkları için, her yerde biraz veya çok yabancı, az veya çok horlanan, az veya çok dışlanan olmuşlardır. Genelde her yerde toplumun alt kesimlerindedirler… İSPANYA gibi has oldukları ülkeler de var!): 139.
Anîde: Kabile, aile ve akrabalardan meydana gelen topluluk: 139.
Lakat: Yabandan bulunan nesne: 139.
Tulk: Mutlak. Bağlı ve kayıtlı olmayan: 139.
Saye-endaz: Gölge salan. Koruyucu: 139.
Musallat: Rahatsız eden: 139.
Istılah: Tâbir. Deyim. Belirli bir topluluğun, bir lâfzı lûgat mânâsından çıkararak başka bir mânâda kullanmaları. Muvafakat. Uygunluk. İttifak: 139.
Lâhik: Ağaca su yürüten rüzgâr. Yağmur yağdıran rüzgâr. HAMİLE DEVE: 139.
Usbu’: Hafta: 139.
Kavabil: Ebeler. Kabiliyetler: 139.
İnzimam: Bağlanma. Yular takma: 139.
Talk: Doğum sancısı. (Eser verme sancısı): 139.
Lühusa: Yeni doğum yapmış kadın. (TALAK: Boşanmak… KUST nebatını hatırla.): 139.
Aklah: Sarı dişli. (TILA: Diş sarılığı. Mahbus kimse. Küçük kuzu ve oğlak. “Buzağı”: 49: MEHD-Beşik… TILA’: Üzerine GÜNEŞ doğan yer. “Balabek-Güneşli ülke. Lübnan”: HALÎ-Hâle mensub. Şimdi… LEVHA: 24 Ocak 1989… Maviye, hâl hatır faslından sonra, dişlerimin sarılığından bahisle değişmiş bulduğunu söylüyor… MAVİYE: 446= 1445: Muhyiddin-i Arabî.): 139.

*

Dazlak: Kellik. Saçı kazımak. (Sal’: Kelli: 190: Sa’l-Tüyü gitmiş merkeb. Dil. Uzun zaman.): 104.
Canan: Gönül. Ruh. Can. Kalb: 104.
Hus: İki şeyi bir araya getirmek. Dikmek. “Hayyat-Terzi. Yılan.”: 104.
Müsebbeb: Sebebleri ve vesileleri mevcut olan: 104.

*

Zenci: Siyah tenli ırktan. Siyahî: 70.
Büyük Doğu-İBDA: 1069= 70.
Seha’: Beyin zarı. (Üstadım’ın ÇİLE’sinden: Bir fikir ki sıcak yarada kezzab…): 70.
Sebbabe: Şehadet parmağı: 70.
Müekked: Te’kidli. Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış. TEKRAR edilmiş: 70.

*

ZENCİ: Çingene: 209.
Her-ca: Her yer: 209.

*

AZM: Kemik. Ululuk, büyüklük. (AZM-Isırma. Yeme. Def etmek. Azarlama: 810: AHİR-En son. Sonraki: HATIR-Zihin. Gönül. Fikir. Hâl. Vesvese: HIZB-Erkek yılan. Hayat: KIRRİS-Sazan balığı. Beden: ŞAHİDE-Kadın şâhid: HAYYİR-Çok hayırlı: MUTASARRIF-Tasarruf hakkı olan… AZM-Sağlam ve kat’i karar. Kasd: 117: NUYAN-Şehzâde. Mirza: ALAVÎ-İlâveler, ekler. “Üstadım’ın İSTİKBÂL İSLÂMINDIR isimli eserimi RAMAZAN İLÂVESİ olarak hazırlatması.”: MUİZZ-İzzet ve ikram eden. Aziz ve şerif eyleyen. Allah’ın 99 güzel isminden biri.): 2010.
PEÇE: İnsan veya hayvan yavrusu. “Buzağı”. Sarmaşık bitkisi. (PİÇ: Sarmaşık. Nesebi bilinmeyen. Şimdiye mugayir olmak bakımından İSTİKBÂL - şimdide vaki olmayan. Helezon-belirsiz. Vida… MİLT: Nesebi bilinmeyen. Sır… MİLTAT: Dimağa erişmiş baş yarığı. Deniz kenarı. Kusto… Hadîs: “İNSAN benim en büyük sırrımdır ve ben İNSAN’ın en büyük sırrıyım!”… Yaradan Allah!): 10.
BİCAD: Allah Resûlü’nün babası, Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. (Resûlullah Efendimiz’in bir ismi de ABDULLAH’tır… Abâdile-ABDULLAH isimliler: 112: HİLÂFET: Salih İzzet Erdiş.): 10.
Cübbe: (Mânâda sıfat.): 10.
Dü: İki. (Cübbe ile birlikte düşünürseniz, iki sıfat ve sıfatın iki taraflı mânâları: Bâtın, bâtının zâhiri, zahirin batını, zâhir.): 10.
EBCED: Harflerin sayı toplamıyla mânâların tevafuklarını bulmaya yarıyan hesab: 10.

*

MERMER YARIM KÜRE: 966.
Pişhayme: Padişah ve vezirlerin divan çadırı: 1966.
Abdülhakîm TAHTI: 1966.
“Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek” - İzzet Mirzabeyoğlu: 1983+983= 2966.
İstişare: Fikir danışmak: 967= 1966.

*

ŞERİT: 519.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 520= 1519.
Şeretiyy: ÇERİ başı. Pazar başı: 519.
Müstehdî: Doğru yolu isteyen: 519.
Müteahhid: Taahhüd eden. Yapmaya söz veren: 519.
Havadis: Yeni hâdiseler, yeni sözler. Alâka ile karşılanan haberler: 519.
Ta’til: Çalışmaya ara vermek. Kesmek. Tembellik. “Kusto”: 519.

*

MANDAL: Bir şeyi bir şeye veya yere iliştirip tutturan şey: 126.
Fıthal: Adem Aleyhisselâm’ın yaratılışından önceki zaman. İnsanlık, Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılışından sonra cismen O’nun nefsinde toplu istidadın açılımları olarak türedi: 127= 1126.
Simavî: Çehreye âit. Surete âit. Şeklî, şematik. Simavlı. (SİMAV-Kütahya’nın bir ilçesidir: 117: NÜHUST-İlk gelen, evvel doğan.): 127= 1126.
Salih: İşe yarar. Haklı olan, inançlı. Faziletli. Takva sahibi. (SALİHA-İyi gümüş: 143: 1142: MEN ENE?): 126.
Hinduvanî: Hindî kılıç. (HİND-İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Serhend vilâyetinde yetişmiştir: 59: MEHDÎ-Hidayete vesile olan: MÜHDÎ-Hediye veren. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: CEVN-Beyaz. Kara. “Hayat ve ölüm”: DEHEN-Askerler: MİHTAB-Balta. Rüyâ tâbiri: KABUL-Avcı kemendi. “Üstadım’ın KADIN isimli şiirinden: Çölde kaçan bir serab; — Yönü kementli mihrab, — Madeni som ıstırab; — Kadın!”… HİNDÎ, kadın ismidir ve kadın da NEFS’tir.): 126.
Künun: Şimdi. El’an. (2. binin yenileyicisi, İmâm-ı Rabbanî Hazretleri hatırlanmalı.): 126.
Hullebaf: Terzi. (Hayat.): 126.
Sahil: Kişneyen. Kişneyici at. “KUSTO”: 126.
Kabadayı: Eskiden Cezayir’de MUHTAR-Özerk yapıda hüküm süren reis. Sair toplumlarda da, BABA vesair ismiyle, bu mânâda görülmüştür: 126.
 

ARANAN KİTAB

 
O VE BEN: (Hakan Yaman: Yıl 1934… Üstada Efendi Hazretleri’nin mübarek nazarı değmiş, büyük muhasebe başlamıştır… Istırabı büyüktür, lâkin hâlâ okumaya devam etmekte… Yine “O ve Ben” isimli eserinden takib edelim: “HASTA iken MISIR ÇARŞISI’ndan OT seçmek yerine, Sahaflardan kitablar devşirmeye bakmıştım. Henüz bu kitabları iyi-kötü diye ayırdedebilecek bir müdîr fikir ölçüsüne de malik değildim. Tasavvufa, İslâm mütefekkirlerine, evliya menkıbelerine âit ne varsa… Kafamda tamamıyla posalaşmış, hurdalaşmış hâle gelen Batı büyükleri bir tarafa, asıl Doğu ve İslâm büyükleri arasında benimkine benzer bir nefs muhasebesinden, fikir çilesinden geçmiş biri var mıdır diye bakıyordum.”… Ve aradığı “büyük muzdaribi” nihayet bulur: İMAM-I Gazâli… BİR NOT: Üstadım’ın “O ve Ben” isimli eserinden HAKAN Yaman’ın iktibas ettiği kısmı, onun ismini anarak buraya almamın sebebi, iki cilt hâlinde YAZILAR ismiyle topladığı yayına hazır eserine göz atarken, birden CEBRAİL ALEYHİSSELÂM VE KUST başlığı altında tekrardan bu sayı muhtevasına uygun olarak ele aldığım rüyâ ile ilgisini farketmem dolayısıyladır. Yâni o vesile olmuş oluyor.): 64.
Sebeb: Vâsıta. Âlet. Alâka. Bahane: 64.
Mehdiyye: Mehdiye âit ve müteallik. Hediye: 64.
Delik: Gül tohumu: 64.
Vicdan: Bâtın ile Hakkı tanımak. Şuur. İnanç. His. İyiyi kötüden ayıran duygu. Kendinden geçme, duygu: 64.
Celâl: Azamet. Hiddetlilik, hışım. Nihayet derecede büyüklük. Allah’ın 99 güzel isminden biri. (Hadid: Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz. Sert, kavi olan. Hudud ve sınır komşusu. Demir, çelik… Hadîs: Müminden üç şey eksik olmaz - İllet, KILLET ve zillet.): 64.
Payan: Kenar, son. Ehl-i tarikin ulaşacağı BİRLİK âlemi: 64.

*

Kitab: (Levh-i mahfuz. Kur’ân… Kıtab: Yüzünü pötürdetmek. Kaşlarını bir araya toplayan. Öfke. Düşünen: 112: Salih İzzet Erdiş.): 423.
İstizlal: Gölgelenen. Gölge altına girme. Sığınma. Himayesine girme. “Va’n”: 423.
Tatbib: Tabib olmak: 423.
Akruban: Erkek akreb. (Fuzulî: “Akreb parlak aya vatandır dedim, — Vehmeyle ki hatarlı birleşmendir senin”… Hatarlı: Tehlikeli yer ve zaman.): 423.
Ehadiyet: Allah’ın her şeyde kendine âit birlik tecellisi: 423.
Ergenekon: KAZAKİSTAN’da bir bölge: 423.

*

HASTA: Rahatsız, hasta. (HASTE-İstenilen, taleb edilmiş: 1072: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: Mütefekkir Mirzabeyoğlu.): 1065.
Leblab: SARMAŞIK denen bitki: 65.
Dünya: 65.
Sad: Göz ağrısı. (İdrak sancısı): 65.
Ozan: Şâir: 65.
HİNDU: Benek, ben. Hind ahalisinden olan. Hindli gibi esmer adam: 65.
Necib: Soyu temiz: 65.

*

MISIR ÇARŞISI: 584= 1583.
Mütekaddim: Takdim olunan, sunulan: 584= 1583.
İftiraz: Farz kılma, vacib olma, mecbur etme: 583.
Fese: Her nesnenin boşu. (Sıfır. Sır.): 583.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 583.
İktifa: Ardından gitme, takib: 583.

*

OT: 16.
Havva: Hazret-i Âdem’in eşi. Rengi esmere mail kadın: 16.
Bü’bü: Her nesnenin aslı, onu o yapan nefsi. Gözbebeği. İzzet, kerem. Akıllı. Hâkim, seyyid: 16.
Bîd: Söğüt ağacı. (Bid’: Birden dokuza kadar sayılar… Bid’: İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve bir tane): 16.
Agyed: Tembel. “KUSTO”. Esmer vücutlu. (Büyük Doğu-İBDA: 15: HUD: DAVUD.): 1015= 16.
Buh: Erkeklik. NEFS: 16.

*

İMAM-I GAZÂLÎ: (Gazalî: 1048= 49: Evliya: Mehd: İbham-Mübhem.): 131.
Hilkat: Doğuştan gelen vasıf: 131.
Menam: Uyku. “Berzah”. Rüyâ, düş: 131.
Silâm: Hamd. Şükür. TAŞ. Su: 131.
Kalb: 132= 1131.
İslâm: 132= 1131.
Suyun. (Kırgızca): SEVEN: 132= 1131.
Afgan: 1131.
 

CEBRAİL ALEYHİSSELÂM VE KUST

 
Levha: 4 Eylül 2004… Bir sürü gazete, kâğıt; ama hayâl mayâl geçişle… Yalçın’ın yazmasıyla ilgili birşeyler. Vasat birşeyler karalıyor hissi ve hükmü içindeyim. Elimde eski ve ismi CEBRAİL olan bir kitab. Kitab mı CEBRAİL Aleyhisselâm’ın, yoksa CEBRAİL Aleyhisselâm’la ilgili mi yazılmış? Galiba o yazmış. Yalçın, hastalığıyla ilgili gibi, “bunu okuyunca iyi oluyor insan!” diyor… Sanki otlarla ve otların ilâç gibi kullanımıyla ilgili bir kitab.

*

CEBRAİL: Vahy getiren melek. (Cebrail Aleyhisselâm’ın bir ismi RUH-ÜL Kuds, bir vasfı RUH-ÜL Emin… O’nun nefsinin Allah Sevgilisi’nin nefsinden yaratılmış olması, her varlık gibi başta bütün Peygamberler’in nefsinin O’ndan yaratılmış olmasıdır ki, RUHULLAH lâkablı İSÂ Aleyhisselâm’ın da durumu budur. Veliler, türlü Peygamber izleri üzerinde Allah Resûlü’ne bağlı olurlarken, velâyetin RUHÎ tekâmül mânâsı ve AHLAKÎ vasıflarının dünya alâkasına sırt çevirmek oluşu üzerine bulunması, İSÂ Aleyhisselâm’ın makamı hakkında sanki Allah Sevgilisi’nin üstünde bir mânâ intibaı vermektedir ki, izahımızın içinde mevcut, bu cahillikten olmaktadır. Kaldı ki, Allah Sevgilisi, AHLÂK davasının da en yüce ferdidir: “Ben, Ahlâkî yücelikleri tamamlamak için gönderildim!” buyuran… Unutmadan: Allah Sevgilisi’nin, Risaletinden önce de vasfı ve ünvanı EMİN’dir!): 322.
Gusto Müslüman: (Kaptan Kusto Müslüman… Üstadım’ın GEÇİLMEZ isimli şiirinden: Kayalıklı boğazlarda yön arayan bir gemi; — Usta KAPTAN kılavuza varılmadan geçilmez.): 322.

*

Sürüş: Melek. Cebrail Aleyhisselâm: 566.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566.
Maunet: Allah’ın salih kullarına yardımı, inayeti: 566.
Fürfur: Semiz, besili koç: 566.

*

Şifalı Otlar: 421+247= 668.
KÜTÜB - Cebrail: (Kütüb-Kitablar: 422: Kürtçe bir kelime, DÜPİŞK-Akreb.): 669= 1668.
Guşadnâme - Cebrail: (Guşadnâme-Padişah fermanı. Boşanma kâğıdı. “Talâk. Atın sıçrayıp kalkması”: 421: Kitab… TALÂK Sûresi dördüncü âyetinin, KUST hakkındaki onun şifâ yönünü anlatan ve kocası ölen kadının matem müddetinde kullanabileceği tek koku olduğunu belirten HADÎS ile ilgisini hatırlayınız.): 668.
ECZAHÂNE: 668.
Tesahhur: SAHUR’a kalkmak. Seher vaktinde kalkmak. (Hadîs veya Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin Üstadım’a sözü: Oruç tutun, şifa bulursunuz!): 668.
Üstüvar: Kuvvetli, dayanıklı, muhkem: 668.
Hizan: Sıçrayan, kalkan: 668.
Pirustu: Kırlangıç. (SAİD-İ Nursî Hazretleri’nin aşıkı SEZAÎ Kırlangıç: Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar pek çok KÜRT Medresesi vardı. Cizre’de, Botan Beyleri’nin medresesi “Medrese Sor”, Müks’teki “Hesené Welî Bey”in medresesi, Van’daki “Şikal”, Bitlis Hizan’daki “Xeyda Medresesi”, Doğu Bayezid’teki “Çolemerik”, yine Van’daki Bediüzzaman Said-i Nursi, Bitlis, Norşin, Muş, Oxirr, Silvan, Diyarbekir, Tillo, Musul ve Zaho medreseleri meşhurdu. Siirt’te “Mela Xelilé Serti”nin medresesi bunlardan aşağı değildi. Bu medreselerdeki âlimlerin çoğu NAKŞÎBENDÎ idi. Bu Şeyhler’in en meşhurları, (…) Bu medreselerde yetişen birçok meşhur KÜRT Şairi vardı ve bunlar KÜRT Edebiyatı’nda önemli bir yere sahibtiler. Öyle ki, “modernite öncesi” şâirlerin hemen hepsi medrese kökenlidir. Bu medreseler KÜRT toplumunun sosyal yapısını da etkilediler. AHMEDÉ Xané, MELAYÉ Ciziré, FEKİYÉ Teyran, PERTEW Begé Hekarî, ELÎ Herirî, Siirtli MELA Xelil, İSMAİLÉ Bayezidî, MAHMUDE Bayezidî, Zazaca Mevlüd yazarı Liceli EHMEDE Xasé ve CİGERXWİN, Fatih Sultan MEHMED’in hocası, MOLLA GORANÎ –Güranî–, Kanunî’nin Hocası ŞEHREZORLU Ebû Suûd Efendi ve Yavuz Selim’in Hocası İBN’ÜL Kemâl de medrese kökenliydi. MELAYÉ Ciziri döneminde Cizre’de  MEDRESE Sor vardı. İlkokuldan yüksekokula kadar eğitim verirlerdi. (…) 12. yüzyılda AVRUPA Ortaçağ karanlığında iken, İSLÂM coğrafyasının bir parçası olan KÜRDİSTAN’da ilmin zirvesi… Öyle ki, bir genç, daha o günün şartlarında robotlar, makineler yapmakta ve buna uygun plân ve programlarını halkla, sarayla paylaşmaktadır. İSLÂM Dünyası’nın gurur kaynağı olarak değerlendirilen ileri seviyede bir zekâya sahib bu dahi genç, BEDİÜZZEMAN Ebu’l İz İbni İsmail İbni Rezzaz El Cezerî El Kurdî’dir. 1153-1232 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen bu dahi genç, BOTAN aşiretinden olup CİZRE’de doğmuş ve zekâsı ve yaptıklarıyla büyük bir çığır açan EL CEZERÎ, dünyada eşsiz bir MÜRİD olduğundan, kendisine “zamanın emsalsizi, benzersizi, mübdiî” mânâsında BEDİÜZZEMAN denilmiştir. İlmiyle, becerileriyle kısa zamanda tanınmış ve ARTUKLU Hükümdarı tarafından Sarayın Başmühendisliğine getirilmiştir. Tam 32 yıl, şimdiki DİYARBAKIR ve havalisi AMİD’de, emsalsiz surların içinde bulunan şimdiki İÇKALE’de, ARTUKLU Sarayı’nın Başmühendisliğini yapmıştır. Dönemin Hükümdarı NASURİDDİN Mahmud, EL-CEZİRÎ’nin yaptığı mekanik araçlara hayran olmuş ve bunların unutulmaması için, bütün eserlerini resimleriyle birlikte bir kitabta toplamasını istemişti. O da KİTAB-UL Hiyel isimli eserini yazmıştır.): 668.
KİRAR - Gözkapağı: (KİRAR-Tekrar: 421: ZEVZAT-Doğurmak: HÜVİYYET. “Ben kimim?”… Babaannem’in ahiretliği rahmetli FATMA Toköz teyzenin sık sık tekrar ettiği: 21 defa BESMELE çek, Allah’ın izniyle hiçbir şey olmaz!): 421+247= 668.
MEHDÎ KISAKÜREK - Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetler: 668.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu - Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetler: 1668.


Baran Dergisi 240. Sayı