Rüyaların gerçek hayattaki problemlerimizi çözümlemeye ışık tuttuğunu nasıl ispatlayabiliriz?.. Bu cümleden olarak, uyku ve rüya bahsine eğilenlerden Amerikalı araştırmacı William C. Dement, Stanford Üniversitesi’nin 500 talebesine bir problem verdi ve o geceki rüyâlarını not etmelerini istedi. Problem, O-T-T-F-F harfleri arasındaki bağlantıyı bulmak ve sonra gelecek olan 2 harfi tesbit etmekle ilgiliydi. Zor görünmekle birlikte, kolay bir çözümü olan bu soruya, 9 talebe cevab verebildi. Bunların ilki, problemi gece yatmadan önce, yedisi ise rüyâlarında çözmüşlerdi… İşte rüyâda çözenlerden birinin anlattıkları: Bir sanat galerisinde duvardaki resimlere bakıyordum ve yürürken 1-2-3-4-5 diye saymaya başladım. Fakat 6 ve 7.’ye gelince, resimler çerçevelerinden ayrıldılar. Boş çerçevelere bakarken, bir esrar perdesinin aralanmakta olduğunu hissettim; aniden 6. ve 7. boşlukların, problemin cevabı olduğunu anladım!”… Problemin çözümü gerçekten 6 ve 7 idi. O-T-T-F-F harfleri, İngilizce 1-2-3-4 ve 5 sayılarının baş harfleridir ve sonra gelecek 2 doğru harf de, 6 ve 7'nin baş harfleri olan S ve S olacaktı. Bu rüyâlar aklımıza şu soruyu getiriyor: Uyuyan kişi, rüyânın neresinde tam olarak çözümü kavrıyor ve beyninin hangi kısmında? Esrar, rüyânın 6. ve 7. boşluklar farkedilince mi, yoksa daha ilk başta resimler sayılmaya başlanınca mı çıkıyor?

*      

O+T+T+F+F: 966: SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Tahtı. (Abdülhakîm Koltuğu)… 1966 senesi, Üstadım’dan dinlediğim ilk konferans “Yolumuz - Hâlimiz - Çaremiz”… MEHDÎ Necib Fazıl Kısakürek + SALİH İzzet Mirzabeyoğlu: 2966: YOLUMUZ - Hâlimiz - Çaremiz + TA’YİD. (Bayram)… İSTİCABE-Duanın Allah tarafından kabulü. (Üstadım’a rüyâda gelen mânâ: Efendi Hazretleri, “çok sıkılacaksın çok!” buyurdu; sonra, “şu kadar servetin olacak!” diyerek rahata çıkacağımı söyleyerek müjde verdi… Müjde, bugüne kadar hep kahır tecellisi, görünmedi! – “O ve Ben” isimli, 1960 sonrası hapishâne dönemi eserinden!): 472: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu... TAHADDÜS-Bilmediği ve duymadığı ihbar ve havadisi idrak eylemek. zan ve tahmin eylemek. Süratle intikal etmek: 472: TIB’-Gölge. Asılları var olan. (Rüyada gelen mânâ; Üstadım, “Gölge dergisinde 12 kişiydiniz!” diyor... Yevmiye: “Elinde Gölge’den bir takım bulunsa iyi olur!”... İsna Aşer-“On-iki”: Naslı-Han Kerimim... İsna-Medih. Sena. Şükretmek. “Te harfi, Allah’ın şükürleri kabul eden Şekür ismi, Esir mertebesi, Kamer menzillerinden Kalb”: 561: Müstebtin-Bir şeyin ledünnüne, içyüzüne vakıf olma... Aşer-On. Nokta. Bit. İnce hakikat: 570: Allah Sevgilisi'nin doğum tarihi... Taht-Kürsî: 400: Te harfinin ebcedi... 1400, her zaman... Sistem: 570: Tekammül-Bitlenme. Zenginleşme... Rüyâda gelen mânâ: Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin bir yazısında benim için, “Bit –veya Pire– hakkında ilk defa yazan odur!” deniyor... Rüya'da gelen mânâ: Said-i Nursî Hazretleri'nin bir yazısında; 12 sığır yavrusundan biri, mucize beyânıdır!)... BİST-Yirmi sayısı. (Levha: 28 Haziran 1984... Kalın ve yuvarlak mermer bir sütunda, afiş büyüklüğünde Üstadım’ın kitabı... Kapakta, “20 yıl beraber” diye bir başlık... Üstadım onu, hapiste iken bir senede yazmış... Galiba 333 ve 33 veli gibi, “menkıbe-velilerin hayat hikâyeleri”ne dair bir kitab... 10 cilt olması plânlanmış ama,“hapisten çıkınca birinci ciltte kalmış!” diye düşünüyorum... Üstadım’ın kitabını okurken, onu hayâl mi ediyorum, yoksa ben okurken sözleri o söylüyor gibi canlı mı görüyorum, yoksa o mu okuyor, kestiremiyorum... Ama onu gördüm... Şöyle bir cümle: “40 senede de erilmez ama, biz erdik!”... Kitabtaki bu yazının Hazret-i Hüseyin ile alâkalı olup olmadığını bilmiyorum!): 472: MÜLAET-Hazret-i Abbas ve dört erkek evlâdına Allah Sevgilisi’nin örttüğü örtü... İHTİBAS-Tutulma, saklanma: 472: SABİHAT-Yıldızlar. Yüzenler. Gemiler. Ehl-i imânın ruhları. (Sabihat: Sabi’-Hat... Yıldız yolu, çocuk yolu... Ahen: Demir. Kan. Dem. Ân. Nefes... Ahun-Delik. "Abdülhakîm Koltuğu ortasındaki yuvarlak delik hatırda": 62: Kelbî-Tagy, taşan, köprü, kemer, icâd, ibda)... PENTAGON-İngilizce, 5 köşe. "Yıldız". (Pen-Tag-On): 1511= 512: HÂDİS-Yeni. (Mehdi'yi hâmil "Tıla-i On İranî" hakkındaki Hadîs'i hatırla!)...   O+T+T+F+F: 184: ABDÜLHAKÎM. (Herşeyi yerli yerince eden kul)... MUZİ’-Meydana çıkaran, açığa vuran. “Musi”: 820: LATİF-SA-lih. (Salih: 129: Lâtif... Salih-Karayılan: 691: Meranet-Çekiçle dövülen demirin genişleme hassası... Be harfi, Allah’ın Lâtif ismi, “Cinler-Gizliler” mertebesi ve Kamer menzillerinden “Sa’du’l min-ed delâl” menzili ile ilgili; Takdim ile!)
 

BENZİN VE HAYAT

 
Yıllarca BENZİN’in molekül yapısını ortaya çıkarmaya çalışan Alman Kimyageri Friedrich August Kekulé... 1865 yılında, bir gece ateşin karşısında kestirirken, çoğu birbirine yakın, uzun diziler hâlinde değişik molekül yapıları gördü. Hepsi YILAN gibi kıvrıla kıvrıla hareket ediyorlardı. Ansızın, yılanlardan biri kendi kuyruğunu yakaladı. Kekulé, sanki yıldırım çarpmış gibi uyandığını ve benzinin molekül yapısının kapalı KARBON halkası olduğunu anladığını yazdı!

*

KARBON-Bütün organik birleşiklerin ve organik olmayan birleşiklerden bazılarının terkibine giren unsur. Saf iken elmas, grafit hâlinde veya şekilsizdir; en bol bulunduğu maddeler, maden, taş ve linyit kömürüdür: 359: HANEŞ-Yılan. Avlanan kuş veya haşere. “Hayat”... KITMİR-Hurma ile çekirdeğinin arasındaki ince zar. Çekirdeğin iki yarısının birleştiği yerdeki ince pürüz. Ashab-ı Kehf’in köpeğinin adı. (Üstadım’ın son şiirlerinden: “Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar / Bana da hayat yeri, Bağlum Köyünde mezar!”... Tag: Köpek. Köprü. Kelb, basiret. Çatık kaşlı, düşünen adam... Benzin: Ben-Zin... Ben: Harman. Üzüm bağı... Zin: Binek hayvanlarına vurulan semer. “Taht”... Karbon Devri: Dünya’nın ilk devirleri; kömür yataklarının teşekkül ettiği, eğrelti otuna benzer ağaçların ve böceklerin bolca bulunduğu, sürüngenlerin görüldüğü, kara ve denizde canlıların geliştiği dönem, karboniler... Relasyon: Geri getirme. İlişki, bağlantı. Canlılar ile cisimler arasındaki münasebet): 359: CEVŞEN-Zırh. Koruyan. Demir. Ten. (Tez: İspanyolca, ten rengi)... KURS-Kelebçe. Çevrik nesne. Yuvarlak. Tekerlek şeklinde olan: 389: KARBONİK.

*

BENZİN: 119: NATES-Üstad... BENZİN: 120: SİN harfinin büyük ebcedi. (Sin harfi, Allah’ın “Muhyî-Hayatı ihya eden” ismi, Su mertebesi ve Kamer menzillerinden “Neayim-Dört nurlu yıldız” ile ilgili... Neam: “Olur” mânâsında tasvib... Neame’: İhsanlar. Rahat ve refaha sebeb olan şey... Neame: Deve kuşu. Cemaat. Gölgelik, gölgelenecek yer)... BENZİN: 120: ALFABE... ALFABE: 184: ABDÜLHAKÎM... ARVASÎ: 278: MARVEL-İngilizce, “Mucize, harika, hayret verme” demek... RABİA-Dördüncü: 278: HİCRİ’-Tazı, köpek, kelb. Uzun boylu ahmak erkek. (Tag: Köpek, kelb, taşkın, icâd, ibda’... Yıldızım, Tag-ı Sagir... Hicris: Tilki eniği, gönül, genç kabul edici, takva, ışık, vavî, Kamer menzillerinden üksek dereceler... İspanyol Lûgatı’nda, Tocho-Ahmak. Aptal. “Sema”: 421: Tocho-Büyük kalın kitab... Ahmak: Ahma, “hamiyetli, gayretli” demek ve “Kaf” onu derinliğine doğru karanlığa –bilinmeze, kayıtsızmışa, naza– sokuyor... Bunu “Büyük Kitab” ile birlikte düşünürseniz, o sanki “ders verilmez, alınır!” bir yerde, “karanlık-bilinmez”den okuyanın devşirip devşiremediği bilgi meselesine döner; bu hususta, “ilhâm”ın sahibine âit olması gibi, nesne olarak kayıtsız durur. Keyfiyeti idrak edip etmemek, muhatabına âit bir iş... Hüviyyet-Asıl. Mahiyet. Birisinin kimliği, kökü, esasının ne olduğu. Allah’ın varlık sıfatı: 421: Tecdid-Yenileme. Yenilenme. Tazelenme... Kaside-i Bürde-Peygamber önünde, meşhur Arab şairi Ka’b bin Züheyr’in okuduğu kasidenin adı olup, Allah Resûlü’nün beğenip ona hırkasını giydirmesinden dolayı bu adla meşhur olmuştur: 421: Tedavî-İlâç verme, tedavî tarzı... Bürd: Bilmece. “KKM”... Ebcediyyat-Temel, asıl, esas: 421: Teheyyü-Hazırlanma, nizâmlanma... Kirar-Tekrar. Tekerrür: 421: Kerrar-Harbte çekilip tekrar saldırma. Döne döne saldırma... Kürtçe, Düpişk-Akreb: 422: Kütüb-Kitablar... Esfar-Seferler, yolculuklar, gidişler. Düşmana karşı gidişler. Büyük kitablar, ciltler: 342: Erkam-Sayılar. Yazılar. Akmar-Aylar. Yıldızlar: 342: Balapuş-Manto, kaftan gibi üste giyilen şeyler... Erkam-Alaca yılan: 341: Tıla-i On İranî... Asfar-Sıfırlar. “Kust nevileri”: 372: Rahtlamak-Ata taht ve eğer takımı takmak. “Abdülhakîm Koltuğu”: 372: Arbak-Karaçay Malkar Lûgatı’nda, “ruh” demek.)... LEVHA: 1 Ekim 1988... Müze benzeri bir mahzendeyim... Altun ve altun teli ile işlenmiş nefis mahfazalar... İçlerine Kur’ân konuyor... Kur’ânların çoğu açık... Fakat bunlar, bilinen kitablar ebadında değil; 1 metre kadar uzunluğunda ve bir-birbuçuk karış kadar kalınlığında... Raflarda yanyana duranlar, sergilenenler... Ben buraya açıkken girmişim ve saklanmışım... Kitablara hayranlıkla bakarken, buraya onları çalmak için girişim aklıma geliyor; burayı soyacağım... “Şunu mu alsam, bunu mu alsam?” diye tereddüt ediyorum... Orada, gelin teli gibi beyaz ve sırma renkli tellerle işlenmiş yastıklar da var... Bu sırada oraya, oranın sahibi veya bekçisi gibi anneannem Fahriye Hanım içeri giriyor; hemen gizleniyorum ama, yere yüzükoyun yatarken bir yere çarpıp gürültü çıkarıyorum... Acaba duydu mu? Ardından, onunla beraber dedem Abdülkadir Güleray da giriyor. (...) Yanıma geldiklerinde, Faik’in de onlarla beraber olduğunu görüyorum ki, beni farkediyor; hemen ateş edip öldürüyorum... Ne şans ama! Tesadüfün böylesi! Sonra, “tesadüf” denilen şeyin, eşyanın üzerine çıkmış şuur için olamayacağını tefekkür ediyorum; ve “tesadüf, nizâm şuuruna nisbetle, düşünülebilen birşey!” diye mütalâa yürütüyorum!

*

İngilizce, PETROLE-Petrol. Eski İngilizce’de, benzin. (İngilizce, Pet-Sevilen, gözde kimse veya şey. Evcil ve çok sevilen, evde beslenen hayvan. Öfke, kızgınlık: 602: Rakşa’-Süslü kadın. Alaca yılan. “Erkam”... Sa’lebe-Tilki: 602: Habb-Aldatıcı, kurnaz. Denizde dalga olması. Denizin kabarması, med... Üstadım’ın Çile isimli şiirinden: “Nizâm köpürüyor, med vakti deniz / Nizam köpürüyor, tâ çenemde su / Suda bir gizli yol / Pırıltılı iz / Suda ezel fikri, ebed duygusu!”... Çene: 59: Mehdî... İşrak-Güneş doğmak, ışıklandırmak: 602: Rakşa’-Süslü kadın. Alaca yılan. “Erkam”... Teber-Balta: 602: Sakb-Delme, delinme. Ahun. Çok kırmızı... Bit-Nokta. Sıfır: 602: İtare-Bir şeyin peşini bırakmayıp takib etme... İngilizce, Role-Rol: 241: Mir): 841: RUHAM-Mermer. (İngilizce, Petrology; Kaya ilmi)... BENZİN: Benz-İn... BENZ-Yüz, çehre. Benzer: 59: MEHDÎ-Mehd ile ilgili. Menba, kaynak, berzah dalı... İN-Mağara. Göz. Hindu, ben. (Molekül, iki atomun birleşmesidir... Molekül: Mole-Kül... Mole, İngilizce “ben” demek... Kül; Koç Burcu, unsuru Ateş, yıldızı Merih, vücutta tesir yeri Baş-Beyin, simya safhası... Benzin: Yakıt... Uygurca’da, Yak: Taraf. Yön. Yok... Kıpçak Lûgatı’nda, Yak: Sıvamak, yapıştırmak): 61: BÜYÜK DOĞU-(Göz: Görmek. İdrak... Benz-İn: Mehdî İdrakı)... YEVMİYE: “Petrol, Arablar için hem bir nimet, hem bir belâ! Allah onu, buradan Kadıköy’e lokum yemek için gidilsin diye yaratmadı, tasarruf edilsin diye yarattı!”... TASARRUF-Bir şeye karışıp müdahale etme: 770: ASR-Muttali olmak, rakib olma, gözetme. Gözcülük etme. (İspanyolca, Siglo-Asır, yüzyıl: 156: Gong... Sigle-Baş harfleriyle kısaltma: 155= 1154: Mehdî Muhammed... İsna Aşer-Oniki: 1130: S.M-Salih Mirzabeyoğlu)... SUFRET-Beniz sarılığı. Sarı renk, vücut, ten. “On, sistem”: 770: MÜZİL-Zelil kılan. (Zel: 73: Abdülhakîm Koltuğu-Herşeyi yerli yerince eden, varlığın hakikatine muttasıf emir... İrfan: Cüz’i vecihle, bütünün haberini bilen. “Parça, bütünün habercisidir!”... Yevmiye: “Sinema rejisörlerine kadar bilinir; bir el düşer böyle, görmediğin kimseyi tanırsın!”... Zel harfi, Allah’ın Müzill ismi, Hayvanlar mertebesi, Kamer menzillerinden “Sa’du’l Sûud”a işaret eder; Mübarek, Mübarek yıldızlar, Derece almaya!)... TESARUF-Emir ve hükmetme: 771: ENGİŞ-Kömür madeni. (Fehm: Kömür... Fehm: Anlayış)... KAARET-Derinlik: 771: AKTRİS-Kadın oyuncu. (İspanyolca, Act: Akt. hareket, eylem, akid, zabıt, rapor, talebelerin başarı sicilleri... İspanyolca, Risa: Gülme... Ris: Öfke, gazab... Aktör-Aksiyoncu. Oyuncu: 706: Fikir Kahramanı)
 

KALB VE BAŞ AĞRISI

 
HE’HE-Gülegen adam. Deveyi yulafına, yemine çağırmak: 12: HEV’-Himmet... AHU-Gazal. Gözleri çok güzel olan. Dilber. Mahbub, sevilen. Ceylân. (Ceyl-An... Ceyl: Yengeç. Ser-etan... Hemze, Allah’ın “Bedi’-Güzel yaratan” ismi “İlk Kalem-İnsan-İlk Varlık” mertebesi, Kamer menzillerinden “Seretan-Yengeç” mertebesi... Bu mertebeye “Nath-Tos vuran, başını vuran” da denir... Başvuran, Baş vuran... Yengeç Burcu, unsuru Su, tabiatı Soğuk ve Nemli, türü Hareketli ve Önemli, yıldızı AY, vücutta tesir yeri “Göğüs-Karın-Batn”, simya’da “Deberan-Bozma, çözme, dağıtma” safhası... 12 Burç, AY’ın alıcı-verici rolüne nisbetle bana teveccüh eder; Tasavvuf’ta Güneş’in Allah’a, Ay’ın Allah Sevgilisi’ne teşmil edilmesi ve 28 harfle işaretli Kamer menzilleri’nin Kaf’ın “Kün-Ol” emri ile Arş mertebesi’ne, “Kün”deki Kaf’ın “Kef-Kaf” arasında okunmasına nazaran “Kürsî”nin Arş altı bitişmesi dikkate alındığında, muradımız anlaşılır!): 12: ZAD-“Doğma, doğuş” mânâsında birleşik kelimeler yapılır... İBT-Koltuk. “Yirmibir sistem”: 12: ECZA-İlâç yapımında kullanılan maddeler... HİCA-Bulmaca, bilmece. (KKM’yi kuran Üstadım): 13: SALİH Mirzabeyoğlu... HE’HEE-Deveyi yulafa çağıran ve ona “Hey hey” diyen adam: 13: DÜVAB-İşi birbirine ulaştırmak... (BATI’dan bir tecrübe: Uyuyan bir kişinin, rüyâda kendisinin veya kendisini sembolize eden karakterin çözümü keşfederken, aynı rüyâda başka bir karakterin çözümü önceden bildiğini desteklemesi... Bir sabah, genç bir Doktor adayına çözümlemesi için bir problem verilir: “İngilizce’de hangi iki kelime He harfi ile başlayıp, yine He harfi ile biter?”... Doktor, çözümü araştırarak birkaç dakika düşünür, ama bulamaz. Sonunda en iyi yolun uyumak üzere iken probleme yoğunlaşmak olduğuna karar verir ve gece yarısı saat 2’de yatar. 6 saat sonra uyandığında bir rüyâ hatırlar ve kendisini çözüme nasıl ulaştırdığını da hemen farkeder… Rüya şöyle: Bahçemde çiçek topluyordum, göğsümde âniden bir ağrı hissettim ve sırtüstü düştüm. Jüliet, gerçek hayattaki sevgilim evden gülerek çıktı. Gülüşü her zamanki gibi değildi ve tuhaf bir şekilde “he, he, he!” diye sesler çıkarıyordu. Bana acımasını beklediğim için, gülmesine şaşırıyor ve kırılıyordum. Bir ambulans çağırıyor ve Hastahâne’ye götürülüyordum. Şöföre çabuk olmasını, ağrının çok tehlikeli olduğunu söylüyorum ve yolun neden bu kadar uzadığını soruyorum. Şöför bana, yolun tıkalı olduğunu, yola düşen bir beynin yerden alınana kadar trafiğin durdurulduğunu açıklıyor. Hastahâne’ye vardığımızda tekerlekli bir sedye ile ön kapıdan geçiriliyorum. Orada bir sürü insanın birikmiş olduğunu ve Jüliet gibi güldüklerini görüyorum. Ellerimle kulaklarımı tıkamak istiyor ama parmaklarımı birleştiremiyorum. Bir odaya alındığımda doktorun biri, “sana ne olduğunu biliyorum!” diyor… “O zaman kurtar beni bu ağrıdan!” diyorum… “Kurtarabilirim ama kurtarmayacağım; ne olduğunu bana anlatmalısın, o zaman kendini iyi hissedecek ve eve dönebileceksin!”… Bunun üzerine, “kroner spazm geçirdim!” diyorum… “Abuk subuk konuşma!”… “Ben de Doktorum ve bu yüzden kısa ve özlü konuştum!” deyince, “ne olduğunu herkesin bildiği kelimelerle anlatana kadar seni bırakmamam emredildi!” diyor… Bütün bu konuşmalar olurken, eliyle ağzını gizleyerek gülüyor ve “he, he” diye tiz sesler çıkarıyordu. Çok kızıyorum, “beni çok hiddetlendiriyorsun, ne diye gülüp duruyorsun? Bu ağrı hep devam edebilir; sen ne dersen de, istersen halk ağzıyla kalb ağrısı olduğunu söyle!” diyorum… Ben bunları söyleyince gülmesi duruyor ve “eve gidebilirsin!” diyor. Ağrıyı hâlâ duyuyorum, ama şimdi nerede olduğunu tam kestiremiyorum: “Henüz tam iyi değilim!”… “Başka bir Doktor’a görünmelisin, bir uzmana git!”… Hastahâne’den ayrılıyorum ve Morton Schatzman ile karşılaşıyorum… Bana, “iyi olmadığını duydum, sana iki derdin olduğunu söylemiştim!” diyor… “Bunları düşünmemek, sadece uyumak istiyorum!” diyorum… “Ne zaman istersen uyuyabilirsin, ama ağrılarla kelimelere dikkat et!”… “Bulmacalar başımı ağrıtıyor!” diyorum ve o ânda bütün ağrılarım diniyor… Rüyâ böyle bitiyor: Doktor uyandığında, aradığı kelimelerin HEARTACHE ve HEATACHE, yâni “Kalb ağrısı ve Baş ağrısı” olduğunu buluyor… Bu rüyâyı gören Doktor, doğru cevabı ne zaman keşfediyor? Tıbbî dilde bilgi istemeyen doktor, ona kılavuzluk mu etmişti? Aynı şekilde, rüyadaki diğer Doktor “ağrılarla kelimelere dikkat et!” diyen… Bir süre sonra not aldığı rüyâyı yeniden okudu ve kendisinin de, kendisine görev verenin de gözünden kaçmış noktayı buldu: HE ile başlayıp biten başka İngilizce kelime de HE idi ve rüyanın başlarında Jüliet’in tuhaf gülüşüyle kendini belli etmeye çalışıyordu!
 

SU VE SİSTEM

 
Rüyâyı görenlerin, onları doğru cevaba götürebilecek bu rüyâları sonradan hatırlamamaları mümkündür. Bazen de rüyâyı hatırladıkları hâlde, onun verdiği mesajı ve çözümü anlayamazlar: Dement isimli Hoca, talebelerine H-İ-J-K-L-M-N-O harflerinin ne ifâde ettiğini sormuştur. Genç bir talebesi, bu problemden sonra gördüğü rüyâları şöyle dile getirmiş: “Gördüğüm rüyâların hepsi su ile ilgiliydi. Birinde köpek balığı avlıyordum, ötekinde deniz dibine dalmışken kocaman balıklarla karşılaşıyordum. Bir diğerinde şiddetli yağmur yağıyordu. Sonuncusunda ise, bir yelkenliyle dolaşıyordum!”… Bu rüyâları gören talebe cevab olarak ALFABE demiş, ama Dement’in istediği cevab SU idi. İngilizce’de H’den O’ya kadar anlamına “He to O” derken kullanılan TO edatı ile “iki” mânâsına gelen TWO kelimelerinin okunuşları aynıdır ve böylece Dement, talebelerinin “2 Hidrojen ve bir Oksijen”den meydana gelen suyun kimyevî formülünü bulmalarını istemişti

*

H-İ-J-K-L-M-N-O: 162: EN’AM-Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar. Kur’ân’ın altıncı Sûresi’nin ismi. (Enam: Halk. Bütün mahlûkat: 92: Muhammed-Allah Sevgilisi’nin “tekrar tekrar övülmüş” mânâsındaki ismi… Enam Sûresi’ne, “Hüccet” Sûresi de deniyor… Hadîs: Kur’ân’da En’âm Sûresi’nden başka hiçbir sûre bana toptan indirilmedi ve şeytanlar bu Sûre için toplanıp çare aradıkları kadar hiçbir Sûre için toplanmamışlardı. Bu Sûre bana Cebrail ile beraberinde 50 bin melek olduğu hâlde gönderildi; o melekler bu Sûre’yi kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler, havuza SU koyar gibi göğsüme-kalbime yerleştirdiler. Allah Teala, bununla beni ve sizi öyle şereflendirdi ki, artık bundan sonra sonsuza kadar yanlışa düşürmez. Bunda müşriklerin bütün delillerinin geçersiz kılınması ve Allah’ın cayması mümkün olmayan bir vadi ve müjdesi vardır!)… H-İ-J-K-L-M-N-O: 242: MUHTEBİR-Yoklayan, deneyen. Sağlam haberi olan, iyice bilen… ILGAR-Düşman topraklarına ansızın yapılan akın: 1242: İRGAM-Müzil etme. Galib olma. Kahretme… H-İ-J-K-L-M-N-O: 239: BİRDOZÎ-Kürtçe, “İdeoloji” demek… KKM-Kaptan Kusto Müslüman: 240: TESBİH sayısı. (Levha: 24 Şubat 1988... Parmaklarımla saya saya Bismillah çekiyorum ve 240'a tamamlıyorum.)

*

ZECR-Köpek balığı: 210: HİCCİR[A]’-Şân. Zât. Âdet. (Hicri’: Tag. Köpek)… SAYD-Av. Avlanmak, ava gitmek: 104: KABA’-Kaftan. Üste giyilen elbise… NUN-Bir harf. Balık. Kalem. Kılıç. Kesen. Nur. (Balık Burcu, unsuru Su, tabiat Soğuk ve Nemli, türü Birleşik, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, cinsiyeti Dişi müessir, simya’da Yansıtma safhası): 106: HABLULLAH-Allah’ın ipi… YAĞMUR: 1257= 258: MİRZA… ŞİRA’-Yelken. Gemi yelkeni: 571: SİSTEM… H-TO-O: 417: HADÎD Sûresi 25. Ayet. (Meâli: And olsun ki, biz Peygamberimizi mucizelerle gönderdik. Hem onlarla birlikte kitabı ve adalet terazisini de indirdik ki, insanlar adaleti yerinde tutsunlar. Bir de demiri indirdik. Onda hem aşırı bir sertlik, hem de insanlara birçok faydalar vardır. Çünkü Allah, ona Peygamberleri’ne, görmeden kimlerin yardım edeceğini belli edecektir. Şüphesiz Allah kaviyy ve azizdir)… ZI harfi, Allah’ın Aziz ismi, madenler mertebesi… Davud Aleyhisselâm’da tecelli eden Vücudî hikmet ve Kâmil hilafet; “Biz ona demiri yumuşak kıldık” ve “Biz ona hikmeti, faslı hitabı verdik” âyetleri, O’nda tecelli eden hikmetin nefste ve zâhirde irade kudreti ile tasarrufa dair oluşunu belirtiyor. (Maden, Kan meselesini hatırla!). Demiri ilk işleyen ve zırh yapan O; mânâ’da “beden-ten”, insanın kontrol altına almakla mükellefiyeti bakımından, nefsin ruh kutbu karşısında hem bir “belâ-zıd”, hem de iradî tasarruf karşısında insanın üstünlüğünü gösterendir… Malûm; Kâinat’ın maddî encamı, insan vücudunda toplu, insan Kâinat’ın unsurlarından yaratıldı. Bu çerçevede beden, Kâinat sırlarının keşfinde de, bir nevi ona âit olanın keşfi gibi bir durum arzediyor. İzâh edilen mesele, “deri” kökü kelime hâlinde, “zarar verici” ve “zırh” kelimelerini de içine alarak mânâlı kılıyor; zırh, zarar vericiliği, giyenin bedenini koruması bakımından karşı tarafa. Aynı kök içinde “Darri-Zarar verici, tahriş edici” mânâ da, “yaranın kabuk tutmaması-her zaman taze ve yeni olmak” adına, menfi görünürken müsbete âit bir cihete dair… (Kelm, Yara, Kelime, Kültür, İrfan)… Demek ki Vücut hikmeti içinde, tasarrufa alınmış Kâinat, onun zırhı hüviyetinde de… Dara, hem Allah’ın isimlerinden biri, hem “Hükümdar” demek… 2H-O: 22: HEYHA-Deveyi yulafa çağırmak. (Nefsi gıda ve terbiyeye davet… Sisteme!)

*

Örnekleri gördünüz: “Birçok ilim adamı, meseleleri uykuda çözdüklerini bildiriyor. Sanatçılar, rüyâlarından ilhâm alıyorlar. Uyanıkken farkedilmeyip rüyâda kendini belli eden şey nedir?”

*

TAKDİM yazım-“KKM’ye” tatbik et: “Rüyada kendinizi Cennet’te, güzel ve değişik bir çiçek koparırken görseniz ve uyanınca o çiçeği elinizde bulsanız ne olur?” 


Baran Dergisi 405. Sayı